İnsanlar ikiye ayrılır: Denize dalanlar, dağa yaslananlar...
Ben ikinci gruptanım. Ne istersin diye sorsalar, dünyanın bütün dağlarına şöyle yukardan bakmak isterdim diye cevap verirdim.
Kahramanmaraş, bu dağın ardında bir dağ var o dağın ardında da bir dağ var diye devam Ankara türküsüne benziyor.
Havalimanından şehre doğru yol alırken, Kahramanmaraş Belediyesi Kültür Daire İşleri Müdürü Ayşe Taşkıran ile jet hızıyla sohbetin içine dalıyoruz. Vakit az öğrenilecek çok şey var.
İlk bilgi Maraş'ın çeyizine verilecek para ile bir otomobil alınabileceği oldu.
Çeyiz bu kadar kıymetli olunca, o çeyizin yerleşeceği sandıkların da kıymetli olması gerekiyor.
Ayşe Hanım Maraş'ın Kapalıçarşı'sını dolaştırırken, güzellikte birbiriyle yarışan ahşap oyma sandıklardan almalısınız dedi. Yirmi yıl önce almıştım. (Benimkinin içinde çeyiz değil tasnif edilmeyi bekleyen bir yığın yazı var.)
Gittiğim her bedestende nesneler değil o nesvnelere göz nuru döken esnaf dikkatimi çeker.
Yine öyle oldu.
Maraş çarşısında bir yemenici dükkanı. Dükkanı sabah namazı ile açıp akşam namazı ile kapatan üniversite mezunu bir esnaf. Sanki para hiç umurunda değilmiş, bütün mesele dede mesleği bu zanaatın ölmemesiymiş gibi çırpınan bir adam. Allah birini bin eylesin. Onun eşyaya, zamana ve insana bakışı bütün esnafların kalbine maya olsun inşallah.
(Soracağım onlarca soru varken 3. sorudan sonra sustum. Çünkü o başka bir dünyanın insanı idi. Sosyolojinin içinden sorular sormak onun vaktini heba etmek olacaktı.)
Maraş kitap fuarındayız. Şimdiye kadar Bursa kitap fuarının dışında kitap fuarlarına katılmışlığım yok. İlk intiba çok önemlidir. 90'lı yıllarda gittiğim Bursa Kitap Fuarı'nda, Bursalılardan çok Kütahya'dan Balıkesir'den gelen okuyucularım olmuştu. (Ya da seçici hafıza onların hikayelerini kayıtlı tutmuştu.)
En son katıldığım Bursa Kitap Fuarı'nda yemek kitabı için yüzlerce kişinin oluşturduğu kuyruğu görünce, bu defteri burada kapatayım deyip bir daha gitmedim.
On yıl kapalı tuttuğum fuar defterini açmamın vesilesi Maraş.
Maraş Kitap Fuarı'nda da aslen Maraşlı olan ama Adana'dan, Kilis'ten, Antep'ten gelen okuyucuların hikayesi öne çıktı.
Profil standındaki söyleşiden önce küçük bir salonda Nihayet Dergi olarak bir söyleşi gerçekleştirdik.
Söyleşide sadece bir kaç kişi vardı.
Bendeniz öğretmeye gelenlerden değil de öğrenmeye gelenlerden olduğum için, salonda bir elin parmakları kadar olan okuyucuyu görünce “yıkılıp dökülmedim.”
Yıkılıp dökülmedim tabirini yıllar önce bir okuyucumdan öğrendim. Akşamın bir vakti gittiğim devasa kültür merkezinde, yaklaşık 50 kişi ile bir sohbet gerçekleştirmiştik (ki benim için o rakam çok büyük bir rakam idi) doktor olduğunu öğrendiğim sevgili okuyucum, “salonda bu kadar az dinleyici olunca biz eşimle yıkılıp döküldük, ama siz maşallah hiç etkilenmediniz” dedi.
Bin kişinin içindeki “BİR” kişi ile on kişinin arasındaki “BİR” kişi aynı değerde benim için.
Gündelik hayatta “yazar” değil sosyolog olarak yaşadığım için dinleyicilerin dertlerini dinlemek üzere bilgisayarımı çıkardım ve başladım yazmaya. Nihayet Dergi'yi hiç duymamış olan dinleyicilere önce Nihayet Dergi'yi sayfa sayfa sundum, sonra da her sayıyı toplumun dertlerinden, sıkıntılarından yola çıkarak nasıl hazırladığımızı örnekleri ile anlattım.
Maraşlılar, Maraş için “kalbi de mideyi de doyuran şehir” tabirini kullansalar da, Maraş gençliği de Türkiye'nin diğer bölgelerinden farklı değil. Yalancı doygunluk veren kitapların önünde kuyruk olmuş bekliyorlar. Nitekim fuarda “falan gibi, feşmekan gibi sevmek” kitaplarının yazarı için uzun kuyruklar oluşmuştu. (Bahsi geçen yazar yeteri kadar kuyruk olmayınca standa oturup kitaplarını imzalamıyormuş.)
Okuyucularımın yaş ortalamasının 35 olduğunu fark ettim. Yirmili yaşlarda neredeyse hiç okuyucum yoktu. (Çantalarından okunmuş kitap çıkarmadılar. Orada almış oldukları kitapları imzalattı üniversite öğrencileri.) Bu durum sadece bu satırların yazarı için geçerli değil.
Peki sebebi ne?
Çantasından en az on kitap çıkartan okuyucularıma benim kitaplarım ile nasıl tanıştıklarını soruyorum. Pek çoğu öğretmenleri vasıtasıyla tanımış. Öğretmen tavsiyesinden sonra ikinci sırada arkadaş tavsiyesi geliyor.
Söyleşi salonunda, ilahiyat öğrencisi olan genç kız, okullarında hiç kimsenin kitap okumadığını ama ders ortalamasının çok yüksek olduğunu söylüyor.
Hiç kitap okumayan ama ders ortalaması yüksek ilahiyat mezunlarının, hayatı kavrama kapasitesini düşünebiliyor musunuz?
Niye kitap okumuyorlar?
İlahiyat öğrencisi genç kız, arkadaşlarının pek çoğunun etkilenme korkusu yüzünden felsefe derslerine girmek istemediğini, hocaların önerdiği kitaplar dışında asla kitap okumadığını söyledi. Hocalar da genellikle kendi kitabını öneriyormuş.
Yeni bir korku türümüz var: Etkilenme korkusu.
Etkilenme korkusu yüzünden, ilahiyat öğrencileri ilimin yolundan ders notlarının güvenlikli alanına sığınıyor.
Edebiyatçılar, başka yazarların kitabını okumuyor etkilenme korkusu yüzünden.
Tuzu kurular, haber programlarını seyretmiyor, ölüm ve terör haberlerinden etkilenme korkusu yüzünden.
Etkilenme korkusu ile gittikçe daralıyor ve büzüşüyoruz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.