Dijital çağda, gazetelerin bile ölmesi beklenirken dergiler atağa kalktı...
Her ay yeni bir dergi çıkıyor piyasaya.
Dergilerin, gazetelere göre dönemsel özellikleri daha baskın.
Türkiye olarak dergi ve gazetelerle tanışmamız 19. yüzyılda gerçekleşiyor.
Günümüzdeki dergi çeşitliliğinin ilk örneğine Meşrutiyet döneminde rastlıyoruz.
Son bir kaç yıldır dergi ortamı tıpkı Meşrutiyet Dönemi'nde olduğu gibi hareketlendi.
Sosyal değişmelerin hızlı olduğu dönemlerde, kişiler birlikte olmak için ocak başı sıcaklığı olarak bir derginin etrafında toplaşıyor.
Gazete sokaktır, dergi ev, kitap ocaktır.
Gazete olaylardan beslenir, dergi fikirlerden. Onun için dergi ve kitap birlikte yol alır. Daha doğrusu kitaplar, özellikle edebi, felsefi kitaplar dergi muhitlerinden çıkar.
Ocağın başında birlikte oturursunuz. Birlikte otururken hem aynı zamanı paylaşırsınız ocağın başındakilerle, hem aynı mekanı. Ocağın başında birisi kitap okumaktadır, birisi dantel örmektedir, birisi oyun oynamaktadır. Ocağın bulunduğu alan, aile bireylerini kendi sıcaklığında bütünleyivermiştir.
-
Cuma akşamı Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri ile bir araya geldik. Nazife Şişman ile birlikte Nihayet dergi üzerinden, dergi kültürüne dair bir değerlendirme yapmaya çalıştık.
Boğaziçi Üniversitesi Öğrenci Kulübü'nün düzenlediği bir program olduğu için, bizi şöyle bir silkelemelerini bekledim. Daha doğrusu bu umut ile gittim. Salondan ısrarla soru bekledim. Soru gelmedi.
Yanlış anlaşılmasın aramızda bir sağırlar diyalogu yaşandı demiyorum. Güzel temenniler, takdir ifadeleri ile ağırlandık. Gençlerin zarafetiyle uğurlandık. Bu kısım tamam.
Ama sorun şu ki söz konusu sevdiğimiz kişiler olduğunda soru sormanın nezaketsizlik olduğu gibi bir düşünce var.
Nitekim kendisi de Boğaziçi Tarih bölümü mezunu olan Nihayet Dergi editörlerinden Beyza Karakaya benim soru gelmemesi karşısındaki şaşkınlığıma şöyle bir açıklık getirdi: “Boğaziçi'nde bizim camiadan arkadaşlar, zihinlerinde deli sorular olmasına rağmen soru sormak yerine cevapları kendileri bulmaya çalışırlar.”
-
Programdan bir kaç gün sonra soru soramayan hallerine farklı mecralardan cevap verdi genç kızlar:
“Boğaziçi Üniversitesi'nin eğitim dili İngilizce olduğu için devlet okullarından gelen öğrenciler hiçbir zaman ana dilini konuşurcasına akıcı bir İngilizce'ye kavuşamıyor, soru soracak cesareti hiçbir zaman bulamıyoruz.”
“Soru sorunca kendimizi küçük düşürme endişesi yaşıyoruz.”
“Sosyalleşmek için üniversite dışı mekanlara ihtiyacımız var. Üniversite ortamında soru soracak kadar özgüvene sahip değiliz. Lise hayatında da hiç soru sorduğumu hatırlamıyorum zaten.”
“Parlayan yıldız olarak Boğaziçi'ni kazanıyor ama sonra İngilizce öğrenememe baskısı altında silikleşiyorsunuz. Bizim öteki ile karşılaşma sıkıntımız var.”
-
Genç kızlar salonda soru sormadı.
Delikanlılar adına sağlam bir soru geldi lakin. Eleştiri dozu gayet kıvamında olan bir soru. Şöyle dedi adı bende saklı delikanlı: “Biz Nazife Hanım ile sizden daha eleştirel, daha sıkı bir dergi beklerdik. Siz çıkara çıkara bir kadın dergisi çıkardınız.”
Nihayet Dergi bir kadın dergisi değil. Mutfağında hanımların olduğu bir dergi.
Bu ne anlama geliyor? Şu anlama geliyor, gündelik hayatın teferruatlarına dikkat kesilen bir bakış açısı ile hazırlıyoruz her sayıyı.
Gündelik hayatın eleştirisini yapmaya çalışıyoruz.
Eleştiri deyince akla daima “birileri” geliyor. Birilerini reddetmediğiniz sürece eleştiri yapmış kabul edilmiyorsunuz maalesef.
Biz, birilerine değil kendimize yöneltiyoruz bakışımızı.
Başlıktaki soruya gelince...
Eleştirinin öldüğü yerde değiliz. Eleştiri dilini “öteki” üzerinden değil “beriki” üzerinden güncellemeye çalıştığımız yerdeyiz.
Yola çıktık ve dura dura yürüyoruz.
Sorun şu ki bizden daha “sıkı” dergi bekleyen delikanlılar Nihayet'i okumaktan itina ile geri duruyor.
Neden sebep?
Gündelik hayatı parantez içine alan delikanlılar, cevaplarınızı sabırla beklemeye devam edeceğim.