15 Ekim tarihinde Karadeniz açıklarında öğle saatlerinde 5 şiddetinde bir deprem oldu.
Olan depremin haberi pek zayıf oldu. Yani bizi hiç ilgilendirmedi. Üzerinde konuşacak kadar ciddiye almadık.
Neden konuşmadık?
Erken harcanmış enerjilerden arta kalmış bıkkınlık ile yorgunuz.
1999'dan 2010'lara kadar geceleri sabahlara teyelleyen deprem tartışmalarını hatırlıyorsunuz...
Geldi geliyor diye süren deprem tartışmaları her birimizde panik havası uyandırıyor, kimimiz deprem çantaları ile kimimiz inadına deprem çantasız, tedirgin bir uykuya bırakıyorduk kendimizi.
O zamanlar, 3 şiddetindeki depremlerden sonra bile depremi hissettiniz mi diye sormak için telefonlar açılırdı. (Biz o zamanlar birbirimizin sesini telefondan duymayı severdik. Sesimizi sese eklerdik. Şimdi kimse kimseyi aramıyor. İlgisizliğimizin vebali toplu mesajların, sosyal medya iletişimlerinin boynuna mı?)
Cumartesi günü Karadeniz açıklarında meydana gelen 5 şiddetindeki depremi, kimse kimseye sormadı. Ben tam şuradaydım, yok ben buradaydım. Bizden hissedildi sizden hissedilmedi mi konuşmaları... OLMADI!
Merak ettiyseniz söyleyeyim. Depremi hissetmedim. Evimizin kuzeyi, güneyi, doğusu, batısı kentsel dönüşüm inşaat alanı olduğu için, iş makinelerinin gürültüsü ile her an deprem tatbikatı bir durum içindeyim adeta.
İnşaat gürültüsü ile bendeniz bitmeyen bir sarsılma tatbikatının içinde yaşıyorum da, lakin eş dosttan niye ses çıkmadı? Ya da deprem haberini okuduktan sonra ben niye eşe dosta telefon etmedim?
Bir umursamazlık içindeyiz de... Umursamadığımız ne o konuda kafam bir hayli karışık...
Bölüne bölüne nereye geldik filan cümlelerimiz var ya..
Herkesin bölünmesi ve dahi bölümlenmesi kendine göre.
Eskiden iyi kötü bir gazete takip edilirdi. Bir gazetede, -ne kadar boyalı basın olursa olsun- iyi kötü hayatın her alanını kuşatan haberlere rastlamak mümkündü. Siyaset, ekonomi, magazin, spor az biraz sanat filan.
Az biraz sanat dememin sebebi... ilk yayınlandığı yıllarda spor olacak mı ne kadar olacak tartışmalarına sahne olan gazetemiz, zaman içinde kültür sanat haftada bir iki kere olsa da olur esas spora bakalım noktasına geldi.
Gazetelerin internet üzerinden takip edilmesi ile birlikte hayatın bütünlüğü yavaş yavaş yara aldı.
Biz artık hayatın bütünlüğünü kavrayabilme kabiliyetimizi kaybettik.
Bütünlük kaybolunca, değerli ile değersiz birbirine karışıp hayatın en pespaye anları “gündem” oluyor.
Sorumluluk bilincine sahip olanlar Müge Anlı ile, kendinden ve herkesten kaçmak isteyenler evlilik ve spor programları ile pelteleşiyor.
Sonra ... Sonrası yok.
Hayatımızdaki aksaklıları gidermek, kamusal sıkıntılar konusunda vatandaş olarak inisiyatif almak... Hayır! Sadece ağlamak, inlemek, şikayet ve küfür var.
Depremle başlayıp nereye mi geldim?
2001 yılından bu yana Marmara Denizi'nde araştırma yapan Fransız bilim insanı Le Pichon açıklıyor:
Marmara'nın altındaki fayın iki seferde kırılması durumunda depremlerin büyüklüğünün 7,2 olacağını ve birkaç ay arayla iki deprem meydana getireceğini, tek seferde kırılması halinde 7,6 büyüklüğünde bir deprem beklenmesi gerektiğini söylüyor.
SÖYLÜYOR. Tık yok. Muazzam bir sessizlik ile olanca “bölünmüşlüğümüzü” bir araya getirip bütünleşiyoruz.
Deprem mi olacakmış...
Olsun.
Geleceği varsa göreceği de var diyen bir umursamazlık içindeyiz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.