Bir ibret bahsi olarak Mustafa Koç’un ölümü...

04:0025/01/2016, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Fatma Barbarosoğlu

I

Geçtiğimiz haftayı medya en ziyade ölümler üzerinden gördü.


İş adamı Mustafa Koç; romancı, eleştirmen akademisyen Prof. Dr. Tahsin Yücel; siyasetçi Kamer Genç artık “burada” değil.



Her ölüm merhuma duyulan yakınlık üzerinden acının rengini taşır.



Her ölüm artık “burada olmayan”ın bıraktıkları üzerinden “değerlenir”.



Geçtiğimiz Çarşamba fakirlerle zenginlerin arasındaki uçurumu ve göçmenlerin hayat şartlarını merkeze alacak olan Davos zirvesi yapıldı. Merhum Mustafa Koç da zirvede konuşma yapacaktı. Ölüm meleği, bütün konuşmaları iptal etti.



Her ölüm yüzlerce ibreti saklar. Ne ki biz faniler bu ibreti her ölümde göremeyiz. Mustafa Koç'un fanilere göre zamansız, alnındaki yazıya göre çoktan verilmiş randevu olarak gelen ölümü, ne vakittir “sadece zenginler ölür” önermesine iman etmeye kalkanları derinden etkiledi:



“Kendi özel hastanesi vardı, ama ilk müdahale evine en yakın devlet hastanesinde yapıldı.”



Mustafa Koç'un “vakitsiz gelen ölüm”ünden benim çıkarttığım ilk ibret “özel”e gösterdiğimiz itina ile “genel”e gösterdiğimiz itinanın birbirine denk olması üzerinden oldu.



Zenginler kamu kurumlarına, benim ve ailemin bir gün muhakkak ihtiyacı olur diye itina göstermek zorunda.



Merhumun arkasından söylenenler bendenize genellikle “The Final Cut” filmini hatırlatıyor. Gidenin geride bıraktıkları, nasıl hatırlanmasını istiyorsa öyle hatırlatılır diyen bir önermeye sahipti “The Final Cut” /Son Kurgu filmi.



Gazetelerde Mustafa Koç'un hayırseverliği ile ilgili olarak pek çok şey yazıldı. Biraz sonra okuyacaklarınız birinci elden bir tanığın bendenize iki yıl önce anlattıklarına dayanıyor.



Anadolu yakasında bir trafik kazası oluyor. Kazada delikanlının beyni dışarı çıkıyor. Acile götürülüyor, yoğun bakım ünitesine alınıyor delikanlı. Fakat babası asgari ücretle çalışan bir işçi. Fakirliğinin içinde ne oğlunun masraflarını karşılayacak bir gücü ne de dayanacak bir kimsesi var. Deniz kenarına gidiyor dilinde dua ile isyan arası bir cümle: “Ya bana bir çare bul Allah'ım ya da ben oğlumdan önce vereyim bu canı.”



Sahilde denize atlamak ile atlamamak arasında gidip gelirken bir motor yanaşıyor. Mustafa Koç seslerini duyuyor acılı baba. Derken kendini Mustafa Koç'un önünde buluyor. Böyle böyle diyor sen gelmeseydin ben canıma kıyacaktım. Sen geldin sana anlattım. Oğlumdan şefkatini esirgeme.”



Esirgemiyor Mustafa Koç. İki yıldır süren masraflar Mustafa Koç'un hanesinde kayıtlı idi.



II

Ali Koç, bir kapitalist olarak kapitalizme getirdiği eleştiriden bu yana gündemimde. Geçen haftanın gündemi ölümler üzerinden gelmeseydi bugün okuyacağınız yazı Ali Koç'a dair olacaktı. Serbest piyasa ekonomisini düzeltecek olan fakirler değil, kapitalistlerin bizzat kendisi. Onun için Ali Koç'un eleştirisini önemsiyorum.



Yazıların da nasibi var. Ali Koç'un kapitalizme getirdiği eleştiri üzerinden bendenizde algıda seçicilik oluştuğu için olsa gerek ağabeyinin vefatı ile ilgili olarak söyledikleri de hafızamın kayıtlarına geçti. Mustafa Koç'un ardından herkes “Spor yapmasa idi, o kadar hızlı kilo vermese idi keşke” diye cümleler kurarken acılı kardeş Ali Koç kadere iman bahsindeydi: “Alnına ne yazıldıysa o. Ağabeyim çok sağlıklıydı.”



Alnımıza ne yazıldıysa...



III


Yazıyı bitirdim. İki yıl önce dinlemiş olduğum hikayeyi doğru hatırlayıp hatırlamadığımı test etmek üzere hatırayı nakleden şahsiyete okudum satırlarımı.



Meğer hikayenin öznesi Mustafa Koç değil Ali Koç imiş.



Yazıların kaderi beni her zaman çok etkiler.



Bu yazı Mustafa Koç'un vefatına rağmen Ali Koç'a dair oldu... Allah hepimize hayırla anılacağımız güzel ameller yapmayı nasip etsin.




#Mustafa Koç
#Ali Koç
#hikaye