Aile içi ilişkileri tarumar eden “yeni iletişim”

04:0030/01/2017, Pazartesi
G: 17/09/2019, Salı
Fatma Barbarosoğlu

Hakiki sohbetlerin olmadığından şikayet ediyor, sevdiklerimizle konuşacak bir şeylerimizin kalmayışına gamlanıyor, çocuklarımızın dünyasına meçhul oluşumuzun kederiyle kavruluyoruz.



Sanki bir şey oldu ve o olan şey ile her şey yok oldu.



“İnsan yüzlü medeniyetler”, birbirine en uzak noktaları/ durumları birbirine yaklaştırarak, mesul tutarak gelişir. Zengini fakirden, güçlüyü güçsüzden, muhkimi yolcudan mesul tutarak, insanı insan bütünler, cem eder.



Modernite ile birlikte “insan yüzlü medeniyetler” döneminden “makine yüzlü medeniyet” dönemine geçtik.



Birbirimizle ilişkimiz makinelerin müsaade ettiği kadar.



Günümüzün en önemli sorunlarından biri, en yakınımızdakinin derdiyle dertlenememek, ya da derdimizi kimselere anlatamamak.



Neden anlatamıyoruz? Tabii bir ilişkinin/iletişimin içinde olamadığımız için.



Bu sorunu bir mektup eşliğinde görelim istiyorum. Mektubu yazan şahıs bir polis memuru. Dikkatlerinin, gözlemlerinin bazı sosyal bilim hocalarında bile olmadığını söylemek isterim. Buyurun mektuba:



Sizi bir kütüphanede kitabınızla değil de sosyal medyada ve köşe yazılarınızdan tanıma imkanı bulduğumdan mıdır bilemedim, zihnime emanet ettiğiniz kelimeleriniz ekranımın sosyal denetçisi gibi adeta.



Okuyacağınızı umarak size kendimden, iletişim maceramdan bahsetmek istiyorum.



Arayanı göremediğimiz imkansızlıkla başlayan telefon maceramız, “yoksay”, “engelle”, “meşgule al” çılgınlığıyla devam etti. Uzun uzadıya sözlü görsel face “amele işi” ilan edilince, az konuş öz konuş niyetiyle twitter geldi oturdu parmak uçlarımıza... Bu da olmadı, sussan daha iyi olurdu, konuştukça batıyorsun cinsinden instagramla tanıştı dostlar…



İliğine kadar kullanıp da eleştiren kullanıcılardan değilim.. Gözlemi severim, daha düne kadar televizyon bile yoktu evimde, sonra tv aldım, izlemesem de oğluma kısa kısa ödül oldu bir kaç çizgi film için ... Çok şükür eşimle kahvaltı ve akşam yemeği sohbetlerini severim. Evlendiğim günden beri bu hiç değişmedi. Ömrümün bereketidir eşim ile yaptığım sohbetler.



Ben yüz yüze sohbetleri severken bir de baktım ki çevremdeki herkes “yorumcu” olmuş. Gizli bir talimatın ifasını yapar gibi herkes her konuda yorum yapmaya mecbur olmuş sanki.



Sosyal medya öyle bir şey ki kullanmayanlar kullananları kınıyor ama bir vakit sonra kınadığı ne varsa iflah olmaz bir şekilde içine düşüyor.



Hiç unutmam teravih namazında kayınbabam bana yanımda oturan genci gösterip başını salladı sitemle. Delikanlı namaz vaktini beklerken telefonla oynuyordu. Cep telefonundan oyun oynayan lise talebesi baldızıma da çok sitem ederdi. Kendi babam da, Ramazan ayında yeğenlerimin kalbini kırdı ellerinde tabletle durmadan gezdikleri için.



Bu olaydan 1,5 yıl sonra, geçen hafta memlekette idim… Hem babam, hem de kayınbabam, ellerinde cep telefonları ile ağırladılar yılda bir kez gelme imkanı bulan oğullarını. Babam faceden ilçemizle ilgili birşeyler gösteriyor, kayınbabam da whatsapp tan gelen bilmem kimin ülkemiz için gizli oyunuymuş mesajını okuyordu heyecanla. Az önce dedim ya gizli bir talimati yerine getirir gibi diye, talimatlar bizim hanemize kadar ulaşmıştı… Kimden geldiği bilinmeyen mesaj bir de emir veriyordu: “Bu mesajı rehberindeki herkese gönder!” Koca akşam çıt çıkmadı evde.



Bir başka akşam hiç adını anamayacağım kadar kötü bir diziyi izlediklerini görünce, dayanamayıp kapattırdım televizyonu babama.



“İletişim çağı” aile içi muhabbetimizi tarumar etmişti. Bu sorunu çözmek için, bir akşam, bir cümle buldum, bir soru. Bir soru… sadece bir soru. Bir sorunun bu kadar güçlü olabileceğini hiç düşünmemiştim. Saatlerce muhabbet ettik, resmen birbirlerinin ağzından laf aldılar. Anlattılar anlatılar...



Soruyu merak mı ettiniz?



“İlçedeki en eski fırın hangisi idi?”



Fırında pişen pideler, en eski otelin ismini tartışmalar, lokantalar, elektriğin olmayışı. Tam anlamıyla aktı muahabbet.



Birlikte sohbet etmeyi ne kadar özlemişlerdi/özlemiştik…O gecenin tasvirini emin olun sayfalarca yazabilirim.



Sosyal medya bize sadece iki seçenek sunuyor: “Beğen/ paylaş!” Cenazesi olanların mesajı bile bir müddet “beğenildi”. Durumun tuhaflığı fark edilince “çözüm” gecikmedi, biraz daha duygu eklendi içine “üzüldü”, “öfkeli” gibi...



Diyeceğim o ki sanal medya sanal karakterler oluşturuyor…



Bir cenaze evi düşünün, taziyedesiniz. Birisi oturmuş yanınıza ölen kişiyle ilgili drama yapıyor… Vay efendim elinde bir ekmek vardı, ağır adımlarla yürüyordu, aklında sevdikleri vardı, nereden bilebilirdi ki birazdan ölüm gelip kapısını çalacak…



Böyle birine orada tahammül edilebilir mi? Fakat sosyal medyadaki şehit haberleri tam da böyle sunuluyor.



Yani insanlığımızı kaybettik de “drama” yoluyla birileri bize insanlığımızı mı hatırlatmaya kalkıyor!



Mektup burada bitiyor.



Devlet memuru olduğu için isminin paylaşılmasını istemeyen okuyucumuza dikkati ve rikkati için çok teşekkür ediyorum.


#Sosyal medya