Müslüman Allah'a inanıp teslim olan, yani sadece iman etmekle kalmayıp O'nun emir ve yasaklarına uyan, en azından uymayı kabul eden kimsedir. Ne kadar uyuyorsa o kadar Müslümandır. Hz. İbrahim ve oğlu İsmail'in kurban etme ve edilme konusundaki teslimiyetlerini Kur'an-ı Kerim “
her ikisi de Müslüman oldu
…” diye anlatır. Yani onlar zaten mümin idiler, ama imanlarını tam bir teslimiyete çevirdiler, demektir. Bu açıdan baktığımızda İslam, imandan sonraki aşamadır. Yani kişi önce mümin sonra Müslüman olur. Müslüman olmuşsa aynı zamanda mümindir. Ama mümin olduğu halde tam teslimiyet göstermemiş olabilir. Buna rağmen mümin de aynı zamanda Müslümandır. Çünkü iman etmiş olmak da teslimiyetin başlangıcıdır. Böyle geniş açıdan bakıldığında da her mümin Müslüman, her Müslüman da mümindir. Bedevilerin teslim olup iman etmemiş olmaları olayı ise ayrı bir durumdur.
ise Müslümanı tanımlamak için Kur'an-ı Kerim'de ya da sünnette geçen bir kavram değildir. Resulüllah'ın ashabına öğretip yaşadığı İslam'a uymayan inanç ve davranış gösterenlere karşı böyle olan Müslümanların bir konum belirlemesidir. Yani bu kavramı bize Resulüllah öğretmedi, 'biz Ali'nin şiasıyız/taraftarıyız' diyenlere karşı tepki gösteren Müslümanlar kendi konumlarını belirleme ifadesi olarak 'siz
öyleyseniz biz de Ehlisünnet ve'l-cemaatiz
' dediler. Yani siz Şia iseniz biz de Resulüllah'ın yaşayarak öğrettiği ve onun sahabesi ve onları izleyenler tarafından ittifakla/cemaat olarak yaşanan İslam üzereyiz, Ali de (Allah ondan razı olsun) öyleydi, dediler. Şia gibi yanlış yapanlar sürekli var olunca sıratımüstakim üzere olan Müslümanlar da kendilerini onlara karşı Ehlisünnet olarak tanımladılar. Bu anlamda bunda bir sakınca yok ve farklı anlamalar içerisindeki konumunuzu kast ediyorsanız ben Ehlisünnetim demenizde de bir sakınca yok. Ama asıl kimliğinizi belirlerken doğru olan, ben Ehlisünnetim demek değil, ben Müslümanım demek olmalıdır. Pek çok İslam anlayışı var, sen nasıl bir Müslümansın diye sorulduğunda o zaman ben Ehlisünnet bir Müslümanım deriz ve Ehlisünnet'le Resulüllah'ın öğretip yaşadığı İslam'ı kast ederiz. İslam Ehlisünnet'tir, Ehlisünnet de İslam'dır. Bu doğru, ama biz kimliğimizi Müslüman olarak belirleriz. Çünkü İslam küfrün ve inkârın alternatifidir, Ehlisünnet ise diğer sapık mezheplerin. Müslümanın ötekisi kâfirdir, farklı İslam mezhepleri değil. Kitabımıza ve Sünnetimize uygun isimlendirme budur.
Nitekim şu ayeti kerime bu tartışmalara hiç mahal bırakmaz:
Allah'a çağıran, salih amel yapan ve ben Müslümanım, diyen birisinden daha güzel sözlü kim olabilir?
” (Fussılet 41/33).
'
', her müminin bulunduğu hal ve şartta Allah'ın rızasına en uygun ve en öncelikli iştir. Demek ki, hedefi Allah'a davet etmek olan ve yapması gerekenleri yapan bir mümin, kendisini 'ben Müslümanım' diye tanımlar. Bunu bizzat Allah söylüyor.
Sadece bu kadar da değil; yine Allah (cc) buyuruyor ki, “
O sizi önceden de, şu andaki halinizde de Müslüman diye isimlendirdi
” (Hac 22/78). Yani Allah'ın Hz. Âdem'den son peygambere kadar gönderdiği din İslam'dır ve buna inanan da Müslümandır. Allah'ın seçip razı olduğu isimlendirme budur. O'nun isimlendirmesini öncelememek olabilir mi?
Devam edelim, Resulüllah (sa) de buyuruyor ki: “Her kim bizim namazımızı kılar, kıblemize döner, boğazladığımızı helal sayarsa işte o Müslümandır, Allah'ın ve Resulünün zimmetindedir/garantisindedir. O halde Allah'ın zimmetini bozmayın” (Buhari). Tekfirin ölçüsü de budur.
Kısaca sizin kuşatıcı bir medeniyet projeniz varsa ve her şeyden önce ümmetin vahdetini ve tevhidi hedefliyorsanız kimliğinizi, bölen bir kavramla değil, birleştiren bir kavramla ifade etmelisiniz. Ehlisünnet yerinde kullanılırsa doğru bir kavramdır ve biz Ehlisünnetiz demekten gocunmayız ama o İslam'ın bir vasfıdır, kendisi değildir. Çünkü biz bugün Müslümanların onda birini oluşturan Şia'yı ve Ibadiyye'yi de, yanlış görmekle beraber, Müslüman sayarız. Müslüman ve İslam ümmeti dediğimizde hepsini kuşatırız. Şia bizi öyle görmese bile. Zaten yanlış olmalarının bir sebebi de bu değil mi?
Kaldı ki, özellikle
günümüzde 'Ehlisünnet' ismine sürekli vurgu yapıp, kendi düşüncelerine bununla meşruiyet arayan pek çok kişi ya da grup, Ehlisünnetten, yani İslam'ı Resulüllah'ın ve onun ashabının yaşama biçiminden, en az Şia kadar uzaktırlar
. Hatta günümüzdeki tarikatların çoğu Ehlisünnet değildir, batınî tarikatlardır. Böyle olmayanlara tabii ki sözümüz yok. Ehlisünnet kalkanına sığınıp başkalarına vuranlara; baîd/uçuk yorumlara tutunmadan, söylediklerinize Kitaptan, Resulüllah'tan ve onun ashabından delil getirin bakalım diye söylemek lazım. Tıpkı Allah'ın buyurduğu gibi: “
De ki, eğer doğru söylüyorsanız burhanınızı getirin bakalım”
. Resulüllah'ın ve onun eğittiği sahabenin hayatında bulunmayan bir kabul ya da bir ibadet nasıl ehlisünnet olabilir?