İdeal bir insan bedeni düşünelim. Her uzuv yerli yerinde ve ideal ölçülerde olsun. İslam'ı da böyle bir beden olarak görelim.
Askerin gözetleme görevinden hareketle
Bütün bu organlar birbiriyle iletişim halinde ve dengeli olursa insan, insan olarak fonksiyonlarını istenen düzeyde yerine getirebilir. Bunlardan birine ölçüsüz ağırlık verilir, diğerleri dumura uğratılırsa marazi bir görüntü doğar.
İnsanlar bunu gördüklerinde ödlek görmüş gibi korkarlar. Yine dengesiz biçimde ve zikrin ne olduğunu da anlamadan zikir zikir deyip diğer organlarla iletişim halinde olmayacak şekilde kalbe ağırlık verirsek kalp şiştikçe şişer ve artık nefes darlığından gideriz.
Şimdi etrafımızdaki İslam anlayışlarına bakalım, bu dengesizliğin her tarafta fark edilebilir olduğunu göreceğiz.
İslam'ın ne olduğunu bilen bilir.
Kur'an-ı Kerim İslam'ın yegâne kaynağıdır, Sünnet o kaynağın uygulanabilme çerçevedir. Bu bakımdan mecazen Sünnet'e de kaynak denir ve böylece İslam'ın Kur'an ve Sünnet diye iki temel kaynağı olmuş olur. Diğer anlama usulleri ise bunlara bağlıdır.
Şimdi hayatın değişkenliği içerisinde İslami olan düşünceyi ve eylemi anlamak isteyenler bu iki kaynaktaki ilgili talimatı bilir ve hesaba katarlarsa onu doğru anlamış olurlar. Aksi takdirde kendi çizdikleri sınırları İslam zannetmekten başka çareleri yoktur. Ne var ki, Türkiye gibi bu iki temel kaynağa herkesin doğrudan ulaşma şansı bulamadığı ülkelerde bu iş biraz zordur ve özel çaba ister.
Ulaşabilen insanlar çerçeveyi bu iki kaynaktaki bilgilerle kurup aradaki boşlukları akılla doldururlarsa çerçevenin dışına çıkmamış ve İslami olanı anlamış ve yaşamış olurlar. Günümüzdeki
buraya kadar doğru bir çizgidedir. Ama onların da aralardaki boşlukları doldurmada problemleri vardır. Yani onların problemi çerçeveyi kurma problemi değil, farklı zamanın ve mekânın bulunduğu araları anlama ve doldurma problemidir.
Bu çerçeveyi kuramayanlar için ise manzara farklıdır. Mesela bu iki kaynağı doğrudan bilemeyen Müslüman bir felsefeci düşünce ağında bu kaynaklarda kendi alanıyla ilgi olan çok az nassa atıfta bulunabilir. Çerçeveyi kaynaklarla değil felsefeyle kurar. Ama Müslüman bir felsefeci olduğunu gösterebilmek için de arada sırada ve sadece kendini destekleyen naslardan söz edebilir.
O zaman felsefe sayısınca İslam anlayışının ortaya çıkması kaçınılmaz olur.
Bunu diğer bilimlerdeki arkadaşlarımızda da fark edebiliriz.
Ama meseleye biraz yakından baktığınızda onun bu iki kaynaktan bildiği çok az şey üzerine kendi dünyası ile bir çerçeve kurduğuna şahit olursunuz. Böyle bir İslam'da çerçeveyi, Kur'an-ı Kerim ve Sünnet kurmuş olmuyor. Sonuçta kişilere göre farklı İslam anlayışları ortaya çıkıyor.
ne yazık ki, fikrimi değiştiremedim. İhtisas körlüğü denen musibetin pek çoğumuza bulaştığını ve
Akademisyenlerin bundan kurtulması zordur ama akademik çalışmalar olmadan da nesnel doğruyu bulabilmek imkânsızdır. O halde akademik çalışmalar sürdürülmelidir, ama İslam'ın doğru anlaşılıp yaşanması için âlimlere ihtiyacımız vardır. Ne var ki, âlimlik 'kün fe-yekûn- ile, ya da ithal bir ileri teknoloji ile oluşturulabilecek bir şey değildir. Bir birikim üzerinde olmaya, ilme, eyleme, tefekküre, sabıra, yani zamana ve ihlasa muhtaçtır.
Gelecek yazımda farklı İslam anlayışlarına örnekler vermek istiyorum.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.