Mesut Yılmaz'ı, 1996'nın Kasım'ında, Budapeşte'de, Hilton Hotel'in resepsiyonunda dövdüler.
Eski başbakanın yanında, eşi Berna Yılmaz ve yine eski bakanlardan Cavit Kavak'la, onun eşi Neşe Kavak da vardı.
Özal ve Demirel'le, başlayan ANAP/DYP sürtüşmesi, tam da, o' dönemde, Mesut Yılmaz ve Tansu Çiller arasında sürüyordu.
Olayın ardından, Yılmaz ve yanındakiler, ifade almaya gelen Macar polisine, kendilerini güvende hissetmediklerini ve gerekeni Türkiye'de yapacaklarını söylediler ve ifade vermeden otelden ayrılıp, Türkiye'ye döndüler.
…
Bu olay, tabiri caizse, kamuoyunun gündemine bomba gibi düştü.
Budapeşte rezaleti, DYP'liler için de bulunmaz bir fırsattı ve doğrusu onlar da fırsatı kaçırmadılar.
Kumar merakıyla bilinen Mesut Yılmaz'ın, aslında resepsiyonda otururken değil, kumarhanede dövüldüğünü iddia ettiler.
DYP'li, milletvekillerinden oluşan bir heyet, Budapeşte'ye gidip, saldırgan Veysel Özerdem'le, görüşüp, Yılmaz'ı, otelin resepsiyonunda mı yoksa kumarhanesinde mi dövdüğünü öğreneceklerdi.
İş, DGM'lik oldu, Mesut Bey, zorunlu rinoplasti ameliyatına girdi, yedi gün iş göremez raporu aldı, harbiden karizmayı da çizdirdi.
DYP kanadıysa, eski bir başbakanın, bu hallere düşmesinin uygun olmadığını söylerken, alttan alta da, Çiller'in, Yılmaz'dan, daha erkek olduğunu, delikanlılığın cinsiyetle ölçülemeyeceğini işledi, güya takdir topladı.
Mesut Yılmaz, bütün riskleri aldı ve sargılı burnuyla, grup toplantısına katıldı, konuşmasını yaptı ve ANAP'lılar tarafından ayakta alkışlandı.
Nerede ve niçin dövüldüğünün bir anlamı kalmadı, Yılmaz, kısır siyasi dönemin 'mağdur siyasetçisi' olarak öne çıkmaya başladı.
Eski başbakanı, üç yumrukta yere seren Veysel Özerdem'in, açıklamalarıyla durum netleşti, Özerdem; “Abdullah Çatlı yapılanmasının üstüne giden, daha doğrusu Türk devletinin sırlarını araştıran, deşifre eden kim olursa olsun, cezalandırılır.” dedi.
Bu olayla birlikte, siyaset rüzgarı, birden bire Yılmaz'ın balonlarını şişirmeye başladı ve onu tekrar başbakanlık koltuğuna oturttu.
Çiller ise, kısmen tökezledi ve siyasi kumpasların 'altın devri' de, 2002 Kasım'ında sona erdi.
…
Kahramanlarımız, şimdi boğazın iki yakasındalar, biri Yeniköy'den, diğeri de Beykoz'dan, birbirlerine uzaktan bakıyorlar.
İşin dalgasında değilim, gerçekten konuşmalarını istiyorum.
Bakın, ortalığı yıkıyorlar, Türkiye'de, gazeteciler dövülüyor, siyasetçiler tartaklanıyor, kimseye söz hakkı verilmiyor, diye.
Şimdi, Mesut Yılmaz'ın çıkıp, dayak mağduriyeti üzerinden elde ettiği başbakanlığı, ki Demirel'in büyük kıyaklarını da hatırlatarak, anlatması, ardından Çiller'in; ”Biz, kurşun atanın ve tutanın şerefinden sorumluyduk, yumruk işine karışmıyorduk.” demesi, günümüze ışık tutmaz mı, bence tutar…
Bakın, bu ülkede, sakallı bir adam, sakalsız birkaç adam tarafından, kısa bir adam, uzun bir adam tarafından, haklı bir adam, haksız adamlar tarafından dövülüyorsa, halkın kimi tutacağı bellidir.
Ortalığı iyice karıştırmak için daha ne bekliyorsunuz ki, size lazım olan, bir kamyon, bir mercedes ve ayranıyla ünlü, şirin bir ilçe, gerisini biliyorsunuz zaten…!