Her yazımızda tekrarlasak yeridir. Sünnet Hz. Peygamber'in İslam'ı bütünüyle uygulama tarzıdır ve Kur'an-ı
Kerim'in canlı halidir, onun hatasız bir uygulamasıdır
. Bu anlamda
sünnet bütünüyle İslam'dır
. Farzıyla, vacibiyle, 'sünnetiyle', müstehabıyla, edebiyle…
Sünnetin devreden çıkarılmasıyla
İslam'ın sadece hukuki yönü değil, ahlakî ve imanî yönü de anlaşılmamış
ve Kur'an-ı Kerim'deki genel hükümler herkesin farklı anlayacağı göreceli talimatlar haline gelir. Din oyuncak hamuru gibi herkesin elinde farklı bir şekil alır, kısaca Hıristiyanlığa dönüşür. Gayba ve ahirete imanın teferruatı olan
şefaatin mahiyeti, kabir azabı, hesapla mizanla, sıratla ilgili detaylar bizim nev-zuhur ulemamızda olduğu gibi alay konusu yapılır
. Burada da bir Yahudileşme ortaya çıkar. Çünkü Yahudilik'te ahiret meseleleri devreden çıkarılmış ve ahirete iman, varla yok arasında belirsiz bir hale getirilmiştir. Belki bu sebepten dolayı
Kur'an-ı Kerim'de Allah'a imanın yanında çoğu kez ahirete iman da vurgulanır
. Oysa Allah'a iman ahirete imanı zaten içerir, artık onun söylenmesine gerek kalmaz denebilirdi. Ama onun ayrıca vurgulanması, Allah'a hakkıyla imanın ancak, ahirete de kesin imanla tamamlanacağını anlatmak için olmalıdır.
Sünneti devreden çıkardığınızda
İslam'ın ahlak zemini de neredeyse bütünüyle ortadan kalkar. Yeme içme, yatıp kalkma, giyim kuşam, selamlaşma tebessüm, saygı sevgi, cami ve cemaat adabı, kurbanlar ve bayramlar
, kısaca sizin medeniyetinizin altyapısını oluşturan kültür zemininiz tamamıyla kayar, farklılığınız ortadan kalkar.
Kendinize has bir dünya ve varlık görüşünüz kalmaz.
İnanç temellerine ve farklılıklara dayalı bir kültür zemini olmayan bir medeniyet düşünülemez. Sadece hadisler değil, Hz. Peygamber'in sîreti ve sahabenin örnek nesil oluşu da görülemez, bunun da bir anlamı kalmaz. Oysa siyer ve megâzi bilgileri hadisler kadar sağlam senetlerle bize ulaşmış değildir, ama buna rağmen onlar da gerekli ve anlamlıdır.
Peki, bütün bunlara rağmen
neden sünnet karşıtı bir retorik gelişiyor
? Sanırım bu konuda şunlar söylenebilir:
Her duyduğu sözü sünnet sanan ve sünneti bize nakleden hadisleri de sanki birer
bağımsız bilgi ve norm gibi gören ifratçı sünnet anlayışını yine en başa koymamamız gerekir.
Modern zamanlar için sünnet değil, ama sünnetin, hatta fıkhın böyle anlaşılması İslam'ı gerçekten de yaşanmaz hale getirmiş durumdadır.
Buna, atomcu sünnet anlayışı, ya da sünnetteki şahsî, tarihsel ve örfi unsurları görüp ayıklayamama zaafı da diyebilirsiniz. Oysa mesela Ebu Hanîfe'nin bazı sahih hadisleri bile kıyasa, yani Kur'an ve sünnet bütünlüğünden oluşan genel kurallara uymadıkları için reddettiği meşhurdur. Bunu yapan sadece o da değildir.
Sünnet karşıtlığının diğer sebepleri,
modern Batı biliminin oluşturduğu farklı bir dünya görüşüyle yetişen Müslüman entelektüelin alışageldikleri hayat tarzıyla sünnetin detaylarını bağdaştırmada yaşadıkları zorluk.
Sünneti ve bu konuda geliştirilen muhteşem ilimleri gereğiyle tanıyamamış olmanın
verdiği kolaycılık, tecasür, tembellik ve zahmete katlanamama gevşekliği.
Aslı itibariyle doğru olan ve yeni yetmelerin mantığını da okşayan,
Kur'an'dan başka kaynak mı olur
, edebiyatı. Bunu anlatmaya çalıştık; elbette bir anlamda Kur'an-ı Kerim'den başka kaynak yok ama sünnet olmadan da bizim onu anlamamız mümkün değil.
Bazı insanların İslam'ı yaşamadaki zaafları ve eksiklikleri sebebiyle arzuladıkları fetvalara ulaşma teşehhisi, yani Kur'an-ı Kerim ifadesiyle 'nefse ve zanna tabi olma'.
Buna bağlı olarak medya şeytanının cazibesine kapılıp,
garip fikirler öne sürmek suretiyle namını duyurma zaafını da bazı kimseler için zikredebiliriz.
Sünneti devreden çıkaranların yaşadığı bir çelişki de şu: Güya Kur'an-ı Kerim'i nüzul bağlamıyla anlayıp, onun bize ne dediğini değil de, ne demek istediğini bulmaya çalışıyorlar.
Oysa bağlam dediğiniz şey, nüzul sebebi gibi tarihsel olaylardan başkası değildir
ve bunların çoğu hadis tespit kriterlerinden uzak ikinci derecede rivayetlerle sabittir. Bunları ölçü alıp sünneti hesaba katmamak bir çelişkidir.
Elbette bunların hepsi birden, sünneti devreden çıkaranların ya da ona hak ettiği yeri tam olarak vermeyenlerin hepsinde topluca bulunuyor değildir. Her birinin zaafı farklı bir noktadır.