Sünnetin anlaşılmasıyla ilgili iki üç meseleye daha değinip konuyu şimdilik kapatmak istiyorum.
Bu sahada yapılan hatlardan birisi, Sünneti ya da Sünnetin yazıyla ifadesi olan hadisleri anlamaya çalışırken onun Kuranı Kerim'le, ya da kendi içindeki bütünlüğünü görmeyecek ölçüde lafızlarına takılıp kalmaktır. Oysa hikmet onların bütün olarak söylediklerindedir.
Buna bir örnek vermek istiyorum, kameri ayların başlangıcını belirleme konusunda Hz. Peygamber'in birçok hadisi şerifi vardır. Bunlardan birinde “
Hilali gördüğünüzde oruca başlayın, gördüğünüzde bitirin
” cümlesi geçer. Sırf bu sebeple '
' diyerek güya usule göre düşündüklerini sanan bazı insanlar Ramazanın tespitinin ancak hilalin görülmesiyle olabileceğinde ısrar ederler. Bu sözün önüne arkasına, bağlamına, ilgili diğer hadislere, hepsinden öte ilgi ayetlere bakmazlar.
Oysa Kuranı Kerim'de ona yakın ayette Ayın ve Güneşin hareketlerinin birer hesap sebebi olduğu vurgulanır
. Ve böyle basit bir meselede bile müslümanlar ortak neşeleri olması gereken bayramlarda dahi birlikte hareket edemezler, el âleme rüsvay olurlar.
Demek ki, Sünneti hafife alma ve Kuranı Kerim'i anlama konusunda onu devreden çıkarma ne kadar büyük bir yanılgı ise, Sünneti sadece lafızlara mahkûm etme de o kadar büyük bir hatadır.
Mesela Ebu Hanife'in Sünneti anlamada
diye bir metodu vardır. Buna göre Kuran ve Sünnet bütünlüğünden oluşan genel kurallara/kıyasa aykırı olan
bırakılır ve bu genel kuralla amel edilir. Ebu Hanife'nin fıkhında bunun pek çok örneği mevcuttur.
Zayıf hadislerle amel meselesi
Belki en başta söylememiz gereken bir husus da budur. “
Fedâilde, yani insanın yapmak zorunda olmadığı, ama yaparsa sevap alacağı gönüllü işlerde zayıf hadisle de amel etmek caizdir
” diye bir kural zikredilir. Ancak bu her zayıf hadisle amel edilir anlamına gelmez. Önce zayıf hadisle hiçbir durumda amel etmek caiz değildir, o yok hükmündedir diyenlerin bulunduğunu da söyleyelim. Sevap konularında amel edilir diyenler de bunun için bazı şartlar zikrederler. Bu şartların, üzerinde ittifak edilenleri şunlardır:
Hadis çok zayıf olmayacak
. Mesela rivayet zincirinde yalancı ya da çok yanılan birisi bulunursa hadis çok zayıf olmuş olur.
ya da sahih ve sabit bir
.
İslam'da var olan bir konuda olacak, hiç bilinmeyen bir ibadetten söz ediyor olmayacak.
Amel edilse bile
sabitmiş ve dinin bir gereğiymiş gibi görülmeyecek
. Yani İslam budur denmeyecek.
Bunlar elbette teknik meselelerdir ve ancak işin erbabı tarafından bilinebilir. Durum böyle iken meviza/vaaz kitaplarında gördüğü her sözü, sahihine zayıfına bakmadan,
kendi ideolojisini okşadığı için hadis diye alan
ve bağlılarına hararetle tavsiye eden piyasa hocaları aslında çok kötü bir iş yapmaktadırlar. Onların mesela, mübarek gün ve geceler yaklaştığında sayıp döktükleri yüzlerce sözün kahir ekseriyetinin aslı yoktur. Allah'tan korkmadan Hz. Peygamber'e söylemediğini söylettirirler.
Günlerin ve gecelerin faziletine dair aslı bulunan ve bulunmayan hadisler konusunda yazılan en güzel kitaplardan biri İbn Recep el-Hanbelînin
adlı eseridir. Hiç olmazsa sadece ona baksalar işin çoğunu halletmiş olurlar. Ya da çok büyük bir emek ve büyük bir masrafla yüzden fazla hadisçinin uzun yıllarda hazırladığı
programına veya
(dorar.net) sayfasının hadis bölümüne baksalar yine epeyce mesafe almış olurlar. Sünnet düşmanlığının asıl sebebinin böyle piyasa hocaları olduğunu bir kez daha söyleyelim.
Bu konuda şunu da bilmemiz gerekir. Hadislere sahih, zayıf ya da uydurma diyecek olanlar artık bizler değiliz. Bu konuda söylenecekler vakti zamanında söylenmiş bitmiş. Biz sadece o söylenenlerin ne olduğunu bilirsek yeter.
Sünneti doğru anlamak için hadislerin dünyaya ve bilime ait konularda olan bazılarının bağlayıcı olmadığını da bilmemiz gerekir. Meşhur hurma aşılama olayı bu kuralın ilginç bir örneğidir. “Dünya işlerinizi siz iyi bilirsiniz” denmesi, bu konuda benim söylediklerimle kendinizi bağlı hissetmeyin demek olmalıdır. Buna rağmen bazılarının sandığının aksine, Hz. Peygamber'in böyle konularda ve tedavide söylediği hiçbir söz de yanlış değildir. Belki sadece doğrulardan bir doğrudur, ne var ki bağlayıcı olmayabilir.
Akide, yani inanç konularını belirleyen nasların mütevatir olması gerekir hükmü mutlak anlamda doğru değildir
. Manası ile mütevatir, ya da sadece sahih olan hadislerin söyledikleri de inanılmayı gerektirir. Hz. İsa'nın nüzulü, şefaat, kabir azabı gibi konular böyledir. Bunları bildiren hadislerin lafız olarak mütevatir olmamaları, sadece inkâr edenin tekfir edilemeyeceği anlamına gelir. Yoksa bunların inkârı da en azından dalalettir.