1 Kasım'da demokrasi tarihimizin en önemli seçimlerinden birisi yapıldı. 13 yıl önce başlayan, “sessiz devrim” diye de nitelenen büyük değişim süreci, ileriye doğru yol almaya devam mı edecek yoksa kesintiye mi uğrayacak belli olacaktı. Önemi ölçüsünde de gerilimliydi. Öyle ki, seçime birkaç gün kala, bu gerilimin yol açtığı endişeli ruh haliyle baş edebilmek için seçim sonuçlarının açıklanacağı vakte kadar uyumak istediğini söyleyenler bile vardı.
1 Kasım seçiminin öncesinde, yayınlanan anket sonuçlarına pek itibar edilmemesi şeklinde kanaat bildiriyordum. Beni bu fikre yönelten saik, 7 Haziran'dan farklı bir psikolojik atmosferde seçime gidileceği, seçmenin bu kadar kısa sürede gidilen seçimi, ister istemez önceki seçimin ikinci aşaması olarak algılayacağı ve dile getiremese bile, iki büyük partiye daha fazla rağbet edeceğiydi. Yine aynı şekilde, bu seçimin temel paradigması, Ak Parti'nin tek başına iktidar olup olamayacağı olarak belirlenmişti. Ak Parti'ye fanatik biçimde karşı çıkmayan ve koalisyonla yönetilmek istemeyen seçmen, pek gönüllüce söylemese de son anda ona oy verebilecekti. Seçime bir hafta kala Denge Araştırma şirketinin koalisyon istemeyenlerin oranını %65 olarak bildirmesi, bence en dikkate değer anket sonucuydu ve seçimlere etki etmeyeceği düşünülemezdi. Uzun lafın kısası, bu şartlar muvacehesinde Ak Parti'nin daha da çok olmak üzere CHP ile birlikte oyunu artıracağını MHP ve HDP'nin ise oy kaybına uğrayacağını düşündüğümüz bir psikolojik seçim ortamı söz konusuydu.
Ak Parti'nin 7 Haziran'dan gerekli dersleri çıkarması, CHP'nin kavgacı dili ve ödünç oy taktiğini bırakması, MHP'nin “hayırcı” tavra takılıp kalması, HDP'nin terörle ayrım çizgisini belirginleştirememesi yukarıdaki psikolojik atmosferin etkisini daha da belirgin kılan hususlardı.
Seçim öncesinde bakışım, bu şekildeydi. Katıldığım televizyon programlarında, sosyal medyada ifade etmeye çalıştığım görüşler, bu bakışa göre bina oluyordu.
Seçimden önce en dikkatimi çektiğini söylediğim değerlendirme ise haber10 sitesinde Celal Kazdağlı tarafından yazılmıştı. Kazdağlı seçime bir ilgisizlik görüntüsünden bahsedildiğini ama bunun doğru olmadığını söylüyordu. Ona göre seçime her zamankinden fazla bir ilgi vardı lakin üst üste gelen seçimler nedeniyle bir yorgunluk söz konusuydu. 7 Haziran seçiminde Ak Parti'ye her şeye rağmen “Hâlâ seninleyim” dedi. Küresel sistemin 10 Ekim Ankara Garı katliamında soğukkanlı durdu, acısını içine attı, tuzağa düşmedi. “Bu seçim duyguların değil, aklıselimin seçimi olacak. Suskunluk şaşırtmasın sizi. 1 Kasım'da sandığa Milletin Derin Aklı girecek” diye bitirdi Kazdağlı.
Yazının buraya kadar olan bölümünü 1 Kasım öncesinde kaleme aldım ve sonuç ne olursa olsun seçim sonrası yazıma böyle başlamaya karar verdim. Seçim bittiğinde saçımızı millet kesecek gerçek önümüze dökülecekti. İşte simdi gerçek önümüzde. Seçim sonuçlarını birçok bakımdan ele alıp değerlendirmek mümkün. Öncelikle 7 Haziran seçimiyle olan farklar dikkat çekiyor, haklı olarak hep onlar konuşuluyor. Bu farklar ve niye oluştukları hakkında birçok görüş dile getirilebilir, getirilmeli. Ancak ağaçlardan ormanı gözden kaçırmamalı, ayrıntıda boğulup esası yitirmemeli.
Ben 7 Haziran ve 1 Kasım seçimleri arasındaki farklara değil de ortak noktalara bakılmasının daha ufuk kazandırıcı olduğunu düşünüyorum. İki ortak nokta var. Millet, her iki seçimde de hem Ak Parti'ye hem muhalefete seslendi. Ak Parti'ye önce “Başlattığını devrimin devamını istiyorum ama halinde benden tedirginlik yaratıyor, toparlanıp ve kendine gel” dedi. İkincisinde ise “Teşekkür ederim bana kulak verdin ve benim umudum olan Ak Parti olduğunu gösterdin” diye memnuniyetini ifade etti. Millet, 7 Haziran'da muhalefete “Paramparçasın, sizden pek umudum yok ama Ak Parti misyonunu sürdüremeyecekse sizden başka kimsem olmadığını da bilmelisiniz. Hiçbir ise yaramayacak gündelik tepkilerle yetinmeyi öfke ve endişeden medet ummayı, hak etmediğiniz blok iktidar hesaplarını bırakmalısınız. Karşıma Ak Parti'nin başlattığı büyük değişimi nasıl sürdüreceğinizi, birlikte çözümü, barışı ve huzuru ne şekilde sağlayacağınızı gösteren program ve kadrolarla çıkın!” diye haykırdı. 1 Kasım'da ise uyarısının boşa gittiğini görünce çok kızdı. “Yıkılın karşımdan, tepeden tırnağa tamamen değiş öyle gelin!” diye gürledi.
Seçim öncesi analizimde bariz olarak yanıldığım husus ise, milletin, muhalefetin topuna birden kırmızı kart gösterme ihtimalini göz önünde bulundurmadığım için CHP'nin güç kaybedeceğini hesap edemememdi.
Türkiye, seçimini yaptı. Büyük değişimin sürmesine ve sürece bundan böyle de milletin omurgasının, toplumsal merkezin desteğini almış Ak Parti'nin öncülük etmesine, bir süre daha “hakim parti modeli” ile yol almaya karar verdi. Saygı duyacağımız karar bu... “Hakim parti modeli” ile yola nasıl devam edilmesi gerektiğini ise Pazar günü ele alalım.