Kürtlerin ikinci “Tek parti dönemi”!

04:0027/08/2015, Perşembe
G: 13/09/2019, Cuma
Erol Göka

Osmanlı iktisadi sistemi üzerine allameliğini tüm dünyanın kabul ettiği Mehmet Genç Hocaya göre, Osmanlı'nın kapitalizme yönelmemesi, gelişmeleri fark edememesinden değildi. Çok iyi yetişmiş Osmanlı bürokrat ve münevverleri, dünya görüşlerine uymayacağı, adaletsizliklere yol açacağı düşüncesiyle bu yoldan ilerlemeyi bilerek reddettiler. İmparatorluğun varislerinin modern ulus-devlet anlayışındaki sakatlıkları da görmemeleri düşünülemez. Bu anlayışın eninde sonunda, “her etnisiteye bir devlet” fikrine

Osmanlı iktisadi sistemi üzerine allameliğini tüm dünyanın kabul ettiği Mehmet Genç Hocaya göre, Osmanlı'nın kapitalizme yönelmemesi, gelişmeleri fark edememesinden değildi. Çok iyi yetişmiş Osmanlı bürokrat ve münevverleri, dünya görüşlerine uymayacağı, adaletsizliklere yol açacağı düşüncesiyle bu yoldan ilerlemeyi bilerek reddettiler. İmparatorluğun varislerinin modern ulus-devlet anlayışındaki sakatlıkları da görmemeleri düşünülemez. Bu anlayışın eninde sonunda, “her etnisiteye bir devlet” fikrine neden olacağını, ayrılıkçı fitneden başına birçok bela gelmiş Osmanlılardan daha iyi bilecek kimse de yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı bakiyesi bir coğrafyada yine Osmanlı bakiyesi bir toplum tarafından kuruldu. 1924 Anayasasında cumhuriyeti kuran insanların “Türk” ıtlak olunacakları ve bununla asla bir ırkın kast edilmediği beyan olundu. Toplumun etnik bakımdan ekseriyetinin ve omurgasının “Türk” olması değildi bunun ana nedeni. Osmanlı tecrübesini, etnikçiliğin ve sekülerliğin yıkıcılığını bizzat yaşamış olan kurucu akıl, enine boyuna düşünmüştü. Etnik bir karşılıktan ziyade “Müslüman”la aynı anlama geldiği için “Türk” kavramında karar kılmışlar, “Türk” kavramının asla bir ırka izae edilemeyeceğini üzerine basa basa söylemişlerdi. Osmanlı coğrafyası halkları nezdinde de kendilerine “Türk” denmesinin güçlü bir toplumsal geçerliliği ve meşruiyeti olduğunu başta Kemal Karpat olmak üzere araştırmacılar belirtiyorlar. Sevr'e “hayır” diyen ama Lozan'a olumlu tepki veren Kürt ileri gelenlerini bu çerçevede anlamak gerekir.

Uzun lafın kısası, sorun, Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerinde ve 1924 Anayasasında değil, 1927'den sonraki yukarıdan aşağıya etnikçi, seküler resmi ideolojiye dayalı, tek biçimli bir “ulusal kimlik” inşası ve dayatmasındaydı. Maalesef “Türk” adı, tarihi ve dini manasını tedricen yitirerek, etnik bir indirgenmeye maruz bırakıldı. Bunu böylece bilmemiz, tarihe karşı sorumluluğumuzu yerine getirmemiz için şart.

Sevr'de İngilizlerin devlet rüşvetine dönüp bakma tenezzülünde bile bulunmayan Kürtlerin 7 Haziran seçimlerindeki seküler, etnikçi partiye oy verme nedenlerini konuşurken, etnikçi-seküler sapmanın öncelikle “Türklük” adına resmi ideolojiden kaynaklandığını, Kürt kimliğini ret, inkâr ve imha politikaları izlendiğini kabul etmek de boynumuza borç. Elbette uzun yıllar resmi ideoloji tarafından dayatılan bu etnikçi-seküler politikaların birçok toplumsal yansıması oldu, anadili Kürtçe olan vatandaşlarımız olumsuz yönde etkilendi, kimlikleriyle birlikte acılarını da içlerine gömdüler. Ancak resmin tamamı bu değil. Demokrat Parti, ANAP gibi merkez sağ partilerinin resmi ideolojiye kısmi bir direniş gösterdikleri, etnik kimlikleri ret ve inkâr politikalarına karşı çıkmaya çalıştıkları da bir gerçek. Bir başka gerçek de Milli Görüş çizgisinin, başından beri, resmi ideolojinin etnikçi ve seküler yapısına açık bir meydan okuma olduğu. Demokratik Açılım ve Çözüm Süreci politikalarına cesaret eden Ak Parti'yi, merkez sağ ile Milli Görüş çizgisinin çok özel ve özenli bir sentezi; demokrat ve serbest piyasacı anlayışın tarihi ve dini gelenek ile buluşması olarak görmek lazım. Tüm bunlar, çok partili hayata geçişle birlikte, kahir ekseriyeti mütedeyyin olan Kürtlere nefes alabilecekleri, severek ve inanarak siyaset yapabilecekleri alanlar açtı. Resmi ideolojinin temsilcisi CHP'e de, 12 Eylül'ün despotik zemininde türeyen etnikçi, seküler, Stalinist siyasete de pek yüz vermemelerine neden oldu. Ta ki, 7 Haziran 2015'e kadar…

7 Haziran 2015'te Kürtlerin adeta “etnik bir sayım” gibi siyasi tercihte bulunmalarının nedenleri üzerine çok konuşulup yazıldı. Elbette bunların her birinin doğruluk payı olabilir. Biz ise konuya daha çok “dini kolektif kimlikten etnik kimliğe kayma” olarak yaklaştık ve şimdiye kadar yazdıklarımızda iki nedene işaret ettik. Bunlardan birincisi, son iki neslin, etnik terörün toplumsal-siyasal panoramaya karıştığı son 35 yıl içinde kimliklendiği; diğeri ise etnik kimlikle kardeş olan sekülerleşmenin son yıllarda daha güçlü biçimde coğrafyamızda da kendisini hissettirdiğiydi. Etnikçi ve seküler kimlik siyasetlerini kışkırtan uluslararası güç mücadelesi, küreselleşme ve teknomedyatik dünyanın etkisi de hesaba katıldığında, bu iki neden, Kürtlerin etnik kimliğe doğru kaymalarını kolaylaştırıyordu. Suriye ve Irak'ta yaşananlar, ortaya çıkan vakumda Kuzey Suriye'de, Rojava kanton yapılarının ilanına fırsat doğması, PYD-YPG'nin kendisini IŞİD'e karşı savaşan özgürlük savaşçıları olarak, yoğun İslamofobik etki altındaki Batı kamuoyuna sunması, mütedeyyin Kürtlerin etnik tercihe kayışlarını etkiledi. Dünya çapında yürütülen bir algı yönetimiyle Demokratik Açılım ve Çözüm Süreci'nin cesur savunucusu Ak Parti'nin IŞİD ile özdeşleştirilmesi, en güçlü alternatifin önünü kapadı.

Şimdiyse bambaşka bir manzara var: Terör kol geziyor. HDP ve dünün kimlik retçisi CHP, kol kola. Artık daha iyi anlaşılıyor ki, bu topraklarda sekülerlik büyümüyor, etnik kimlik kolektif arzı doldurmak için yetmiyor. Kürtlerin, bu kez kendi tek parti dönemlerinden kurtulmak için mücadeleye sarılacakları günler uzak değil...

twitter.com/erolgoka
#Terör
#seçimler
#Tek parti dönemi