Modern zamanlarda tüm her şey gibi kavramlar ve anlamları da altüst oldu. Buna göre konuşup tartışmamız gerekli. Geleneksel dünyadaki “ilim” ile modern dünyadaki “bilim” şüphesiz çok yakın anlamlara sahip ama asla bir ve aynı değiller. Tıpkı medrese müderrisi ile üniversite öğretim üyesinin aynı olmaması gibi. Hatta aynı kavramlar kullanılmaya devam edilse bile büyük anlam kaymaları olduğunu hesaba katmak lazım. Mesela Orta Çağda tamamen dini anlamlara sahip olan “dekan”, “rektör” gibi kavramlar aynı şekilde kullanımda kalmakla birlikte anlamları tamamen değişmiş durumda. Bu gerçek, yalnızca modern Batı için değil sonradan modernleşen kültürel coğrafyalar, bu arada Müslüman toplumlar için de geçerli. Modernleşme süreçleri, hem kavramlarımızı hem de organizasyonundan müfredatına kadar eğitim sistemimizi derinden etkiledi. İlahiyat (teoloji) artık modern akademinin herhangi bir dalı...
Akademinin mevcut işleyişinde, maalesef tüm bunlar hiç göz önünde bulundurulmadan değerlendirmeler yapılıyor. Üstelik tartışılmayacak kadar apaçık hakikatmişçesine kabul görüyorlar. Mesela bugün, sadece Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam gibi geleneksel ilimlere “İslami ilimler” ve bu alanlarda öne çıkanlara “İslam âlimi” deniyor. Bunların dışında kalan bilim ve bilgi dalları, bu şekilde “İslam”la sanki hiç alakaları yokmuş gibi ele alınıyor, küçük görülüyor, adeta “fena değiller ama olmasalar da olur” diye bakılıyorlar. Bu alanlarla ilgilenenler, samimi Müslüman olsalar bile, hakikatin aydınlatılmasına ne kadar katkıda bulunurlarsa bulunsunlar (ki sayıları öyle az ki!) sadece “Müslüman bilim insanı” sıfatıyla anılıyorlar. İslam medeniyetinde nakli ve akli ilimlerin ortaya çıkış ve gelişimlerinin kendine özgü bir rota çizdiği, Batı'daki mütekabilleriyle aralarında yoğun bir etkileşim ve birbirinden etkilenmenin cari olduğu, modernliğin meydan okuması sonrasında olağan seyirden mecburi bir sapma yaşandığı görmezden geliniyor.
İslam medeniyet dairesinde bilginin ve bilimin serüvenini titizce ortaya koymamız ve bugün modern dünyada, ilahiyat ve onun dışındaki bilgi ve bilim üretimine katılan kimselerin ve ürettikleri bilgilerin nasıl değerlendirilmesi gerektiğine kafa yormamız icap eder. Şüphesiz bu konulardaki tartışmalar, derin ve ince uzmanlık gerektirir. Bütün bunları laiki veçhile, hakkını vererek tartışabilmek, düşünen herkesin hür biçimde katıldığı konferanslar, kongreler toplamak, uzun uzun ama aynı ölçüde özenlice konuşmak lâzım gelir.
Bir misal teşkil etmesi bakımından, “ilim” ve “âlim” kavramlarını ele alalım. Bunlarla çok yakından bağlantılı “hâkim” ve “arif” kavramlarını sonra değerlendirmek üzere parantezde tutarak, şöyle bir düşündüğümüzde bile, “İslam âlimi” sözünün şimdiki genel geçer anlamına itiraz etmemiz mümkün. Şöyle ki: Kuran-ı Kerim ve Hadis külliyatı başta olmak üzere, İslami bilgi gövdesinde, “ilim” ve “âlim” sözlerinin anlam ağını incelediğimizde, en özet biçimde, şunları söyleyebiliriz. 1. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” (Zümer/9), “Allah'a karşı ancak kulları içinden âlim olanlar derin saygı duyarlar” (Fatır/28) ayetleri uyarınca, hakikate ulaşma çabası olarak bilgi faaliyetinin kendisi bizatihi çok önemli ve değerlidir. O kadar ki âlimler, “peygamberlerin varisleridir” denir. İlim ışıkla, cehalet karanlıkla temsil edilir. 2. İlim alanları arasında, keskin bir hiyerarşik tasniften kaçınılır. 3. İlimin sonunun olmadığına inanılır. “Eğer bilmediklerim ayağımın altında olsaydı, başım göğün en yüksek katına değerdi” (Ebu Hanife). 4. Ancak bunca önem ve değerine rağmen ilmin, “faydasız” olanı da vardır. İlim, amel ve takvadan kopmuş ise, üreticisine bir fayda sağlamaz. Amel ve takva, ilmin makbullük ve etik sınırlarını belirler. 5. İslami bilgi gövdesinde “ilim” ve “âlim” sözleri ve onlara verilen değer ve önem, “akıl” ve “aklını kullanmak” ile bağlantılıdır. “Allah'ın izni olmadıkça hiçbir kişinin iman etmesi mümkün değildir. Akıllarını kullanmayanlar üzerine Allah murdar bir darlık yükler” (Yunus/100). İlim, aklını kullanmanın, hakikati kavrama alanındaki çok özelleşmiş ve itibarlı bir şeklidir.
İslami bilgi gövdesinden neşet eden bu temeller, günümüzün bilgi ve bilim anlayışından oldukça farklı. Hakikate taalluk etmeye çalışan tüm bilginin, üreticisinden ve felsefi materyalist yönelişinden bağımsız olarak, “İslam'ın içinde” ve “İslami” olduğu söylenebilir. Hakikati ortaya çıkarma, insanlığın önüne serme gayretindeki her bilgi çabası, hikmete dairdir; İslami bilgi gövdesine dâhil edilmesi icap eder. Bu sayede İslami bilgi gövdesini hakikati kavramaya dönük tüm bilgileri içerecek şekilde sonsuza kadar genişletme imkânı ve şimdikinden çok değişik bir bilimler tasnifi ve bilimlerin birbirleriyle etkileşim imkânı ortaya çıkar.
Bu durumda “İslami ilim”-“İslami olmayan ilim” ayrımından ziyade ilmin insanlığa ve kişisel olarak üreticisine faydasına göre ayrılması değerlendirilmesi daha uygun. (Münhasıran İslam dinini inceleyen ilimlere yine “nakli/vaz'i/şer'i ilimler” adı verilebilir). Aynı şekilde hak eden Müslüman ilahiyatçıların yanı sıra, amel ve takva sahibi, hakikati kavrama ve aydınlatma peşinde, yetkinleştiği bilgi alanını genel İslami bilgi gövdesiyle bütünleştirmeye çalışan Müslüman bilim insanlarına, felsefecilere, düşünürlere “İslam âlimi” denilmesi, daha yerinde.