“Şii dünya birleşiyor, Sünni dünya ayrışıyor”

03:0012/05/2016, Perşembe
G: 13/09/2019, Cuma
Cemile Bayraktar

Aslında başlığı pekâlâ “Suudi Arabistan ve İran arasında İslâm” şeklinde de atabilirdim. Belki bu çok daha doğru olurdu zira itikâdi ve bireysel bir alana tekabül eden Vehhabilik ve Şiilik, İran ve Suud eliyle tamamıyla siyasi bir alana nüfuz etmiş, siyasi olan ile dini olan ayrışmayacak bir hale gelmiştir. Dolayısı ile hemen belirteyim ki, kişilerin ve hatta toplumların dini/mezhebi üzerinden kendileriyle ilgili yorum yapmak gibi bir arzum bulunmamaktadır. Mezhebi; tamamıyla itikâdi bir konu, tamamıyla bir din olarak kabul eden, bunu yaparken dine pragmatik bir misyon yükleyen Suud ve İran siyasetlerinin, İslam ümmeti içerisinde fitne oluşturması da sabır gösterilemeyecek bir hâl almıştır, üslubunca tepki vermek her Müslümanın ödevi olmalıdır.



Belirtmek gerekiyor ki, İslâm'ın Hz. Muhammed (SAV) tebliğinden kısa bir süre sonra, bölgedeki olağan şartlar gereği modern anlamda olmasa da dönem anlamında ifade edecek olursak, ortaya bir “İslâm Devleti” modelinin çıkmış olması dini olan ile siyasi olanın iç içe girmesine neden olmuştur, ki bu anlaşılabilir bir durumdur ancak burada dini/mezhebi Allah'ın muradı yönünde değil de, pragmatik şekilde, işlerliği bakımından kullanmak ciddi hatadır.



Vehhâbiye mi, Suud siyaseti mi?


Selefiyye, ki kendisi Ehl-i Sünnet'e dahil edebileceğimiz mezheptir, Muhammed Abdülvehhab eliyle yeni bir şekil aldı ve Suudi devleti eliyle resmi mezhep haline getirildi. Sonunda, temelleri Ahmed b. Hanbel'e dayanan Selefiliğin içerisinden aşırı uç Selefilik olarak tabir edebileceğimiz Vehhabilik doğdu. Suud'un resmi din haline getirmesiyle birlikte Vehhabilik, Selefilik içerisinden ayrıştırıldı.



Şunu da belirtmek gerekiyor ki, Vehhabilik, kendilerine kendilerinin verdiği isim değildir, kendilerini Selefiyye yahut Ehl-i Hadis olarak isimlendirmektedirler.



İslâm'a sonradan girdiğini iddia ettikleri her şeyi bid'at olarak kabul eden Vehhabiler, aşırı tekfirci tavırları ile Osmanlı'ya, Şiilere karşı mücadele yürüttü. Türbeleri yıktı, fıkıh mezheplerine bağlı medreseleri kapattı, fıkıh ve tasavvuf eserlerini yaktı.



Çok zayıf olmakla birlikte, bir görüş Vehhabiliğin bir tecdit hareketi olduğunu da iddia etmektedir. Ancak bu hareketin İngilizler eliyle, farklı bir hâle büründürüldüğü de ortadadır.



Suud'un, Müslümanları tekfir edip, onlara savaş açan resmi siyasetinin, petrol anlaşmaları sırasında ABD; oryantalistleri pir eyleme noktasında İngiltere'ye yönelik nasıl dostluk dolu bir hâle dönüştüğü herkesin malumu… Mısır'dan, Yemen'e kadar, nerede bir İhvan-ı Müslimin hareketi varsa, onları ortadan kaldırmak için şiddete ve darbeye başvurduğu da… Suud siyasetinin tek bir alternatifi olan Kral Faysal'ın dahi, resmi Suud siyasetine muhalefet ettiği için, kendi sarayında, kendi yeğeni tarafından katledilmesi de…



Bu arada Panama Belgeleri'nde, Suud'un Netenyahu'nun seçim çalışmalarına yüklü miktarda maddi destek verdiği geçiyor. Mevzuyu duyunca hemen inandım. Ancak, mevzunun başlıkta ifade ettiğim üzere “Sünni dünyanın ayrışması” noktasında bir nifak olması da muhtemel. Bu tuzaklara da düşülmemesi gerektiği ortada.



Şia mı, İran siyaseti mi?


İslam toplumu içerisinden, Hz. Ali evlatları olarak çıkmış olan Ali taraftarları, zaman sonra isimleri Ehl-i Beyt olmuş, zaman sonra Şia ismini almış gruplar, kendi aralarında da birçok fırkaya ayrılmışlardır. Buraya kadar bir sorun görülmemektedir. Tarihi ve siyasi kırılmaların etkisiyle ortaya Şia'nın çıkışı anlaşılır ve kesinlikle “eleştiri” getiremeyeceğimiz bir durumdur. Hatta, Zeydiyye mezhebi, Ehl-i Sünnet ile karşılıklı olarak hiçbir şekilde birbirlerine düşmanlık gütmemiştir. Ancak, sahabe hakkında kem söz eden, İslâm itikâdı açısından sorun olacak şekilde “imam”a kutsiyet atfeden, İslâm ahlâkından oldukça uzak takiyyeciliği benimseyen, İran siyaseti elinde hamur gibi şekil alan Şia, İttihad-ı İslam açısından ciddi bir sorun doğurmaktadır.



Dinin, pragmatik ve fonksiyonel yönünü tercih edenlerin suni bir şekilde elde ettiği, –tarihin ürünü, doğal olayların sonucu gelişen Şiilikten bahsetmiyorum- siyasi kıvam almış bir Şii model, dün Moğol saldırıları İslâm dünyasını yakıp yıkarken Moğol ile karşı karşıya gelmemiştir. Dönemin tarifiyle ifade edecek olursam; “Osmanlı küffara karşı cihad ederken” arkadan İslâm coğrafyasına savaş açan yine bunlardır. İran'ın eliyle, bugün Suriye'de gördüğümüz şekilde hiçbir zaman Müslüman olmayan bir kitle ile savaşa girmemiş yalnızca Müslümanlara yönelik savaşlara girmiş bir İran ve İran öncesi siyasetinden bahsediyorum.



Bu siyaset, Suriye Savaşı'nın başından bugüne karşı rejim lehine Suriye'de savaştı. Bununla birlikte, bunu yaparken hiç çekinmeden mezhepçi bir dil kullandı. Kendi mezhepçiliğini örtmek adına, Sünni dünyayı, DAEŞ Sünni dünyayı tekfir etmişken, DAEŞ'çi olmakla itham etti. Suriye'de Müslüman halkı katleden askerlerinin şehit olduğu yönünde fetva verdi. Tabii bunun öncesi de var; Azerbaycan- Ermenistan savaşırken, Ermenistan'ın buğday ihtiyacını İran karşıladı. Şimdi, Esed'in yanında durduğuna bakmayın. Bunlar bugün, bunun bir de dünü var…



Mevzunun dünü…


Söze “Ama Muaviye, ama Emeviler” diye başlıyorlar ya; Şiilerin bir kolu kendilerine “tevvabün” diyor, yani “tövbe eden” anlamında, neyden dolayı tövbe ediyorlar; İmam Zeyd'i Kûfe'ye davet edip, İmam Zeyd, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer hakkında kem söz etmeyince, onu orada Emevilerin eline bırakıp, onlara teslim edip çekiliyorlar, işte bunun için tövbe ediyorlar. Bunu kime yapıyorlar biliyor musunuz? Bugün Yemen'de, destek verdikleri Husilerin imamı, İmam Zeyd'e yapıyorlar. Aynı şekilde, Nusayrilere yönelik evvelki düşmanlıkları mevcutken, bugün Nusayri Rejimi lehine, Suriye'de kıyım yapıyorlar.



“Şii dünya birleşiyor, Sünni dünya ayrışıyor”


Alıntıladığım ifade bir süredir dillendirilen bir ifade… Bölgeye baktığımızda bunu görmek mümkün. ABD işgali sonrası, ABD'nin baş düşman olarak lanse ettiği İran'a, Irak'ı nasıl teslim ettiğini gördük. Nükleer anlaşmayla birlikte bölgede yeni müttefik olan İran ve ABD önümüzde duruyor. ABD'nin Suriye'deki katliamları izlemesi sırasında da bu ittifakı gördük.



Suriye'de bugün gördüğümüz dramın dünü de var: Hafız Esad dönemindeki katliamlarının destekçisinin Fransa olduğu da inkar edilemez bir gerçek. Suriye'yi Osmanlı'dan alan Fransa, bölgedeki Sünni halkın kendisine olan düşmanlığını bertaraf etmek için müttefik olarak Nusayrileri seçti. Ordu Nusayrilerden oluşan bir ordu halini aldı. Diktatörlük rejiminin hüküm sürdüğü Suriye'de Hama Katliamı Baba Esed'in, devam eden katliamlar oğul Esed'in marifeti olarak önümüzde duruyor.



Körfez Savaşı sırasında Suud'lu iki âlim, Suud Kralına “ABD jetlerine toprağımızı açmayalım, zaman sonra buralar İran'a teslim edilecek” dediğinde, Suud yönetimi bu iki âlimi 5 yıl süreyle hapsetti. Ancak bugüne geldiğimizde durum ortada; Sünni dünya ayrılıyor, Şii dünya birleşiyor, birleşirken neokolonyalist güçleri müttefik seçiyor.



Peki, Türkiye, peki Sünni dünya ne yaptı?


Bugün Sünni dünya adına aktör olabilecek iki ülke var: Mısır ve Türkiye… Aslında vardı desek daha doğru olur zira Mısır; İsrail, ABD, Suud desteği ile ait olduğu dünyaya sırtını döndü. Suud, ABD ve İsrail'in müttefiki olan Mısır Darbe Yönetimi, İhvan'a yapılan darbede baş rol oynadı, Mısır'daki darbeye destek vermediği için Yusuf El-Karadavi hakkında cezalar verdi. Mısır bu rejim altında, bırakın Sünni dünyayı, Mısırlılara bile hayrı dokunamayacak durumda.



Geride bölgede Sünni dünya adına hayır faaliyetlerinde bulanacak tek ülke kalıyor Türkiye. Recep Tayyip Erdoğan, güçlü Türkiye'nin resmi olarak ortada duruyor. Sünni dünya için de umut vaat ediyor. Bu nedenle ona karşı alınan cepheler yalnızca Batı ile sınırlı kalmıyor; Suud/Vehhabilik, İran/Şiilik bu taarruzlarda aktif rol oynuyor.



Peki, Türkiye ne yapıyor? Erbakan döneminde Kudüs Gecesi'ne Şii din adamları davet ediliyor. Yüklü petrol gelirleri olmamasına rağmen Arakan'dan, Gazze'ye kadar tüm İslâm âlemine yardımını esirgemiyor. Aleni mezhepçilik yapanlara karşın Erdoğan çıkıyor ve mezhepçi tutumun karşısında duracağını söylüyor. İran'a yönelik ambargonun kaldırılması için BM'de imza veriyor. “İran kardeşimizdir” diyor. Buna rağmen, DAEŞ'çi olmakla ile itham ediliyor. “Kardeşlerim” dedikleri tarafından sırtından bıçaklanıyor.



Güçlü ve kirli ittifaklar, peşkeş çekilen petrol gelirleri nedeniyle güçlenen İran ve Suud arasında, İslâm ve İslâmın mutedil yorumu Sünnilik rendeleniyor.



Burada kişilerin, halkların, dinleri ve mezhepleri üzerinden yorum yaptığım sanılmasın, hiç ilgilenmediğim bir konu ancak ortada mezheplerin dine zarar verecek şekilde yorumlanıp, siyasileşip kendi içerisinde ümmeti bölmesi durumu var. Buna seyirci kalamıyorum çünkü kalmamalıyız.



İslâm dünyası içerisinde, ilk bölünmenin ürünü olan “Haricilik” (huruç eden, çıkan, ayrılan) refleksi gösteren, Suud ve İran siyasetlerinin işbirlikçiliği eliyle, İslâm dünyası açısından fitneye dönüştürülmek istenen ve başarılı da olunan Vehhabilik ve Şia hareketlerine, Şiiler ve Vehhabilerin de tepki vermesi gereğine inanıyorum. Ancak bu pek mümkün değil, diktatörlük ile yönetilen bu iki ülkede, halkın iradesinden, halkın tercihinden söz etmek mümkün değil. Şura ve seçimi, mutedil bir yönetimi, anarşiye varan isyanı terk etmeyi telkin veren Ehl-i Sünnet siyasi geleneğinin, bu halklara ilham olması sebebiyle de hedef alındığını düşünüyorum.



Ya nasip, daha yazmak nasip olursa, Hilafet/İmamet konusu üzerine haddimizi aşmadan konuşalım inşallah, kalın duâ üzere…




#Şii
#Sunni
#DAEŞ
#İran
#Panama Belgeleri