İslâm ve Batı

00:0320/03/2017, Pazartesi
G: 17/09/2019, Salı
Cemile Bayraktar

"
İslâm, insanın yaşayabilmesi için Batılıların öldürdükleri Tanrı'nın yeniden doğuşunu işaret etmektedir
. "


Günümüz dünyasında Batılı anlayışın iddia ettiği “ilerlemeci tarih anlayışı” tezi iflas etmeye başlamıştır. 19. Yüzyılın başlarında Hegel ile birlikte ifade edilmeye başlayan “ilerlemeci tarih anlayışı” tarihin doğrusal bir şekilde, evrimsel bir modelde, geleceğin geçmişten daha iyi olacağını iddia ediyordu. Ancak bugüne baktığımızda, Batı kaynaklı “ilerlemeci bir tarih anlayışı” yerine tam aksi istikamette İslâm toplumunun iddia ettiği gibi “döngüsel bir tarih anlayışının” egemen olduğunu tecrübe ettik. Mültecilere yönelik ırkçı saldırılar, Batılı siyasilerin Müslümanların ve Türklerin aleyhine yürüttüğü propaganda, Avrupa'da sağ/ırkçı partilerin oylarını arttırması, Hollanda polisinin sivil Türk vatandaşlarına uyguladığı şiddet, Avrupa polisinin yurttaşlarımıza uyguladığı sindirme politikası, bu tecrübenin en bariz örnekleri.



Fransız İhtilali, Reform Hareketleri, Rönesans, dünya ölçeğinde bir sekülerleşme, laik rejimlerin ihdası, Batı'da “Tanrı'nın öldürülmesi”, hümanizma, Aydınlanma, insanın ve aklın merkeze yerleşmesi, pozitivist ve rasyonalist dünya anlayışı, milliyetçi tutuma bağlı olarak çizilmiş coğrafi sınırlar, modernizm gibi gelişmeler sonucunda Batı, insan aklının dünyayı daha iyi bir yer yapacağı iddiasındaydı. Lâkin bu böyle olmadı ve her dönemin egemen olan gücü, kendisini var etmek için ötekini değilleyerek “bilgi” üzerinden bir suni düşman yarattı. Bu suni düşmanı değillemesi, onunla yaşadığı kriz, egemen gücün iktidarını pekiştirdi.



Egemen olan güç, bir dönem Tanrı'yı, bir dönem Yahudileri, bir dönem sol rejimleri ve en sonunda da Müslümanları kendisine “düşman” seçerek kendisini var etti ve yeni bir dünya düzeni ikâme etmeye çalıştı.



Müslüman dünyası kendi içerisinde; ortaya çıkma, hızla yayılma, egemen güç olma, zayıflama, gerileme, güç kaybetme, yeniden dirilme gibi süreçler yaşarken, son dönemdeki kayıplarını telafi etmek amacıyla kendi içerisinde bir takım modern girişimlerde bulundu. Bu girişimler, mevcut sorunları çözmek yerine maalesef yeni sorunlar ortaya çıkardı. Kabaca ifade etmek gerekirse; Müslümanların sadece kendileri dışındakilerden oluşmuş bir ötekisi olmadı buna kendi içerisinden de ötekiler eklendi ve çift kutuplu bir gelirim Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda yerleşik bir hal aldı.



Batılı sömürgeciler, sömürdükleri topraklarda yalnızca maddi değil toplumsal bir kriz de oluşturdular. Batılı sömürgecilerin zihninde yatan yalnızca sömürü değil, sömürdüklerinin sömürülmesinin normal kabul edilebilir olmasıydı. Eğer bunu normal kabul etmeseler, bu denli derinlikli ve çok yönlü bir sömürüyü hayata geçirmeleri mümkün olmazdı. Sömürülenler için ise; Batılıların, hâkimlerin bu yöndeki inançları yenilmişlik psikolojisinin yerleşmesini sağladı. Dolayısı ile inşa edilen “sömürülebilme normalliği” düşüncesi, sömürgecilere karşı yapılan direnişlerin daha güçlü olmasını engelledi.



İslâmi uyanışın, bastırılmış olanın geri dönüşünü temsil ettiği fikri sadece politik bir biçim almaz. Daha yaygın bir düzeyde, İslâmi canlanış Batı'da kültürel bir endişeyi işaret etmektedir. Batı, İslâm'da kendi geçmişinin tahrif edilmiş yansımasını görmektedir. İslâm, insanın yaşayabilmesi için Batılıların öldürdükleri Tanrı'nın yeniden doğuşunu işaret etmektedir. İslâmi uyanış, Tanrı'nın intikamını işaret etmektedir. İnancın, insanlığın ilerleyici kurtuluş fikrini sorgulayan her şeyin geri dönüşünü göstermektedir. Bu fikirler, insanların sadece Batı'da tam anlamıyla özgür ve tam anlamıyla insan oldukları nosyonu üzerinden satılıyordu. Evrensel Müslüman öznelliğinin dile getirilişi, dünyayı Allah'a köle yapmaya çalışması nedeniyle insanın özgürleşmesini tehdit etmektedir. (Sayyid, 2000, 19-20)



Geldiğimiz noktada, Müslümanlar bir şekilde hem kendi yaşadıkları toplumlarda hem de Batı'da giyim kuşam üzerinden baskı görmekte, buna ek olarak Amerika ve Avrupa ölçeğinde yasal düzenlemeler ile ayrımcı tutumlara maruz kalmakta, bir diğer söyleyişle uluslararası ölçekte İslamofobi/İslâm karşıtlığı meşrulaşmakta, yasalaşmakta. İslamofobi/İslâm karşıtlığının meşrulaşması ve yasalaşması zemini ise “İslâm ve terörizm” kelimelerinin; “hâkim söylemin sahipleri”, egemen güçler, “baskıcı ve ideolojik aygıtlar”, “organik aydınlar”, “bilgi ile iktidar sağlanması” suretiyle yan yana kullanılmasıyla ile sağlanmakta. Batı tarafından inşâ edilen “İslâm'ın terörizm oluşmasına referans olabileceği iddiası, Müslümanların terörist olarak tanıtılması” gibi girişimler gerçeği yansıtmıyor, bu tip bilgiler inşâ edilmiş, hakikât olmayan bilgiler. Öyle ise, İslamofobi/İslâm Karşıtlığının önlenebilmesi için, ilk olarak inşâ edilen bir sürecin suniliğine ve gerçeği yansıtmadığına dikkat çekmek gerekiyor.



Uzunca bir süredir bu köşede ifade etmeye etmeye çalıştığım bilgi sosyolojisi için bilgi, kolektif bir şeydir; bireyin ürünü değil, toplum ve kültürün ürünüdür. Bilgi, bütün toplumsal dönemlerde o topluluğa ait ortak inanç, değer ve kültürün bir yansıması olarak düşünülmektedir. Dolayısı ile aynı zamanda bilgi, inşâ edilebilen bir şeydir. Egemen olan güçlerin, bilgiyi dilediği gibi oluşturma imkânı bulunmakta, kendi ideoloji ve amaçları için bu bilgiyi gerçeği yansıtmayan şekilde ikâme etmesi mümkündür. Buradan hareketle islamofobi/İslâm karşıtlığı, Müslümanların korkulacak ve karşıt olunacak bir durumu olmamasına rağmen inşâ edilmiştir. Müslümanların bilgi sosyolojisi üzerinden bu düşmanlık ve karşıtlığa cevap vermesi, ideolojik maskeleri düşürebilmesi, ütopik hezeyanlara düşme tehlikesinden uzak durması mümkün görünmektedir. Müslümanların, sivil toplum kuruluşları ölçeğinde çalışmak, çeşitli siyasi hareketler oluşturmak, Batılı toplumlar ile daha fazla ilişkiye girmek gibi girişimler ile Batılı toplumlarda inşâ edilen islamofobi/İslâm karşıtlığının önüne geçmesi, ifade ettiklerimiz doğrultusunda kısmen de olsa mümkün görünmektedir. Edward Said'in “Oryantalizm” eserinin Doğu ve Batı ayrımı olmadan tüm dünyada uyandırdığı yankı iddia ettiğimiz şeylerin mümkünlüğünün öncül örneği olarak karşımızda durmaktadır.






#İslam
#Batı
#Medeniyet