Yaşatılması gereken “Demokrat Cumhuriyet” reformu

04:0031/10/2015, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Ayşe Böhürler

Tarihi hep erkeklerden okuyan geleneğe inat her önemli olayda kadınların düştüğü notlara bakmayı önemsiyorum. Aktaracağım not, o dönemin tarih yapıcıları arasından bir kadına, Halide Edip Adıvar'a ait. “Lozan Konferansının ortaya attığı bir takım meselelerden sonra Büyük Millet Meclis'i bir kanunla devlete 'Cumhuriyet' ismini verdi. Esasen tarihi ananelere ne kadar bağlı olursak olalım realiteyi idrak eden her kişinin bunun Türkiye için bir zaruret olduğunu kabul etmesi lazımdı. Gerçi meşruti hükümdarlıklar,

Tarihi hep erkeklerden okuyan geleneğe inat her önemli olayda kadınların düştüğü notlara bakmayı önemsiyorum. Aktaracağım not, o dönemin tarih yapıcıları arasından bir kadına, Halide Edip Adıvar'a ait. “
Lozan Konferansının ortaya attığı bir takım meselelerden sonra Büyük Millet Meclis'i bir kanunla devlete 'Cumhuriyet' ismini verdi. Esasen tarihi ananelere ne kadar bağlı olursak olalım realiteyi idrak eden her kişinin bunun Türkiye için bir zaruret olduğunu kabul etmesi lazımdı. Gerçi meşruti hükümdarlıklar, bazen cumhuriyetlerden daha fazla demokratik olabilirlerdi. İngiltere'de olduğu gibi. Fakat bizde hanedanın çökmesiyle, meşruti
şeklin idame imkanı sona ermişti. Bizim için mühim olan nokta demokrat bir cumhuriyet mefhumuna milletin
ekseriyesini bağlamaktı, bu mefhumu bugünkü manasıyla çocuklarımıza aşılamaktı
…” ( Halide/ İpek Çalışlar/S:302)

Cumhuriyetin ilanı her türlü tartışmanın ötesinde Halide Edip'in de dediği gibi bir zaruret idi. Öyle ki Cumhuriyet o an Meclis'te bulunan 158 kişinin oyuyla ilan edildiğinde, bu ilanı Kazım Karabekir Paşa Trabzon'da, Rauf Orbay Paşa da İstanbul'da öğrenmişti. Falih Rıfkı Atay, Cumhuriyetin ilanıyla birlikte İstanbul basınından dile getirilen endişeleri şöyle anlatır: “
Acaba Çankaya yeni bir saray havasında, itici merasim soğukluğu içinde, yaklaşılmaz, görüşülmez, kaynaşılmaz, saltanatvari mi olacaktı?..”

Dün Beştepe Külliyesi'ndeki 29 Ekim resepsiyonuna katılırken Falih Rıfkı Atay'ın dile getirdiği bu endişelerin yeni sürüm versiyonlarını düşündüm. İlk defa bu resepsiyonlara katılmış birisi olarak kıyaslama yapamayacağım. Ancak 29 Ekim'de Beştepe'deki resepsiyona dair izlenimlerimin özet cümlesi “
samimi bir halk buluşması
” oldu. Her kesimden insanın temsil edildiği, kaynaştığı, hiyerarşisi olmayan, sıcak ve samimi, dostça muhabbetlerin yapıldığı bir ortam sağlanmıştı.

Tarihe not düşelim; Cumhuriyet'in 93. Yılı samimi bir halk buluşmasıyla kutlandı.

İSLAMCILARIN CUMHURİYET BAYRAMLARIYLA SINAVI…

Klasik sağ ya da muhafazakarlığı temsil eden kesime nispeten İslamcılar kutlamalara hiç sıcak bakmadılar. Bunun birçok sebebi var elbette!

Cumhuriyet kutlamalarının dayatmacı biçim ve içeriklerle perçinlenmesi, ülkenin dini geleneklerine zıt bir sosyal hayatın adeta baskıyla enjekte edilmesi, müzik zevkinden başlayarak, giyim kuşama, hayatın her alanında yaşatılan değişim baskısının bu kutlamalarla sembolize edilmesi bu reaksiyonun sebepleri arasında sayılabilir.

Diğer taraftan Büyük Meclis hükümetinde yer alan İslamcı kadronun Cumhuriyet ilanı sürecinde dışarıda bırakılmış olması ve devamında halkın dini gelenek ve yaşayıştan zorla koparılmasını sağlayacak uygulamalar vs…

Sonrasında Cumhuriyet ve demokrasi buluşmasını engelleyici birçok sebep zikredilebilir. Aslında bizatihi Cumhuriyet değil uygulayıcılarına göre şekil alan birçok şey… (Adalet Ağaoğlu'nu “Ölmeye Yatmak” romanındaki sahneler bunu çok iyi anlatır.) Cumhuriyet kelimesinin çağrıştırdıkları içinde; cebren ve zorla yapılan modernizasyon hareketinin kurbanları da yer alır; 28 Şubat dönemi de…

Tüm bunlar bir tarafa, sebepleri ne olursa olsun genel olarak resmi/ özel kutlama şekillerine ilişkin hem biçim hem de içerik noktasında yenileştirici bir bakış geliştirmek gerekiyor. En azından yeni nesil için. Onlar için yüzyıl süren kavgalar da bizim çekincelerimiz de bir şey ifade etmiyor.


Bu hafta 'Cumhuriyet' üzerine okuduğum en iyi yazılardan birisi, Yeni Şafak yazarlarından ve bir siyaset bilimci olan Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün'e aitti. Ondan bir paragrafla bitirmek istiyorum:

“Türkiye Cumhûriyeti devletçi bir kararın-refleksin ürünüdür. Teb'a ise buna müdâhil olmamıştır. Çünkü; o haddini bilir. “Devlet” bu coğrafyanın kadim kültüründe hânedan da üstün bir değer olarak görülür. Bu sebeple; artık kendisine ulus denilen bu memleketin ahâlisi, Reis-i Cumhurlarını; Sultanlarını sevdiği gibi sevmiş; kızdığı gibi kızmış; onlara Sultanlarına bağlandıkları gibi bağlanmış; ya da bağlanmayıp gıyâbında söylenmiştir. İnsanları, ölmüş Reis-i Cumhûrların mozolelerine götüren hislerle; Pâdişah türbelerine götüren hisler arasında zerrece bir fark yoktur. Bu hisler ayrıca da çok içtendir. Bu topraklarda dâima nostaljik düzeyde örtük bir saltanâtçılık yaşamıştır. Hattâ bu zaman zaman taşkın söylemlerle açığa da çıkar. Ama asla siyâsal bir iddia kazanmaz. Devlet tınlaması üzerinden Cumhûriyetin, Saltanâtın sürekliliğinde görüldüğü nâdir bir diyardır burası.

Hâsılı; pek çok hususta olduğu gibi Cumhûriyetimizin sosyolojisi de bir tuhaftır; ama bize özgüdür.”

Sadece sosyolojisi değil psikolojisi de ayrıca bir analizi gerektiriyor.
#demokrat cumhuriyet
#Adalet Ağaoğlu
#devletçi
#Halide Edip Adıvar