Yaşamdan tecrit edilmenin sonuçları

04:0029/10/2016, Cumartesi
G: 16/09/2019, Pazartesi
Ayşe Böhürler

Bizim neslimiz 12 Mart ve 12 Eylül dönemi işkencelerinin insan hayatı üzerindeki tahribatlarını bizzat gören, bilen, tanık olan bir nesildi. Devletin şüpheli sıfatıyla içeriye alıp işkence tezgahından geçirip masumiyetini anlayınca bıraktığı çok insan tanıdık. Diğer taraftan dönem edebiyatı içeride olanları ve sonuçlarını çok iyi ortaya koyuyordu. Bizim edebiyat seçkimizde bu yazarlar her zaman yer aldı. Bunları yüreğimiz burkularak acıyla dinledik, okuduk. Eşimiz dostumuz, solcu veya ülkücü… Onlar hep bir tarafları kırık yaşadılar. Bir bölümü sempatizan olarak girdikleri hapisten ağır militan olarak çıktılar. Bazıları ise birçok psikolojik yıkımın ardından hayatlarını asla toparlayamadılar. Tutunamadılar! Üstelik işkence gören insanların yakınları ve aileleri de bu yıkımın etkilerini hep taşıdılar.



Gördüğümüz bir şey daha vardı, o da işkencenin kimseyi fikrinden vazgeçirmediğiydi. PKK'nın bugünkü dağ kadrosu da öyle oluştu, diğer görüşlerin fanatikleri de…



Hapis hayatı, sadece slogan atmaktan içeri girmiş birçok genç sempatizanı çelik testlerden geçmiş örgüt mensupları haline getirdi. Hapishaneler, ıslahhaneler işlenen suçun derinleştiği örgütlerin emrine verilen yerler oldu hep.



2000'li yılların arasında güvenlik güçlerine taş atarak kendilerini tutuklatan 10-11 yaşındaki çocuklar bugünün militanları oldular. Örgütler için insan kaynağı oluşturan, insanı kıymetsizleştiren atmosferler oldu. Bu ortamlar onları birer sarf malzemesi olmaya ikna etmenin iklimini sağladılar ve sağlıyorlar. Adanmışlık psikolojisi üzerine çalışanlar 28 gün süren kesintisiz eğitimin insanları şer işlerinin ya da ölümün fedaisi haline getirebileceğini söylüyor. Uzun bir tarihe ve çok çeşitli olaylara tanıklığımız, kendi yaşadıklarımız ortada dururken “suç” tanımına bakışımız da, buna ilişkin mücadele stratejimiz de daha farklı olmalı. Eğer karşımıza yeni güçlü örgütler çıkarmak istemiyorsak...



ABD'DE İŞKENCE TARTIŞMASI…


Amerikan seçimleri birçok konuyu da tekrar tartışma alanına itiyor. Bunlardan birisi de 11 Eylül sonrasında terör şüphelisi ve zanlılarına yapılan işkenceler. ABD yetkilileri bugün bu işkencelerin tahrip edici sonuçlarının tahmin edilenin çok ötesinde olduğunu kabul ediyor. 15 yıl sonra ABD hükümeti yapılanların yanlış olduğunu kabul ettiğini söylese de mağdurlar için zaman geri alınamıyor… “Dünya üzerindeki gizli CIA hapishanelerindeki ya da Guantanamo kamplarında askeri gözetim acı verici yöntemlere dayandıktan sonra; açıklanmayan sağlık kayıtları, hükümet belgeleri, tutuklularla yapılan mülakatlar ve askeri ve sivil doktorlara göre düzinelerce tutukluda kalıcı zihinsel sağlık problemleri gelişti. Bu yöntemlerin uygulandığı kurbanlarda paranoya, depresyon ve psikoz tespit edildi.” Şimdilerde Trump ise yasaklanan bazı işkence yöntemlerini geri getireceğini söylüyor.



AFGANİSTANLI KADINLAR VE BRÜKSEL KRiTERLERİ…


Dünya sisteminde sivil amaçlar için bağış veren binlerce gönüllü var. Bunlar arasında Afganistanlı kadınların barış görüşmelerine katılmasını sağlamak için verilen bağışlar da var imiş. 27 Ekim 2016'da konuya ilişkin düzenlenen bir toplantı vesilesiyle gündeme gelen bir yazı dikkatimi çekti:



“5 Ekim 2016'da Brüksel'de gerçekleştirilen Afganistan konferansında, bağışçılar önümüzdeki 4 yıl içinde 15.2 milyar dolar yardımda bulunmayı kabul etti. Fakat Afgan hükümetinden bazı kriterleri yerine getirmesini istiyorlar. Bu yardımlar karşılığında öne sürdükleri 24 kriterin ise tutulup tutulmayacağından endişeliler. Daha önce verilen sözlere rağmen kadınların barış müzakerelerine katılması bir tarafa, rutin görüşmelerden ihraç edilmesi gibi sebeplerle Brüksel kriterlerinin uygulama planının hayata geçemeyeceği düşünülerek bağışın askıya alınması gündemde...” Bu haberin çevirisini okurken bir tarafta Afganistan'ı diğer tarafta Brüksel kriterlerini düşünedurdum ve sizinle de paylaşayım istedim. Sizce bir uzlaşma olabilir mi?



ANTALYA FİLM FESİTVALİ'NİN

NAİF ÖDÜLLERİ


2016 Antalya Film Festivalinde kazanan tüm filmleri çok sevdim. Bu seçkide katılımcı eserlerin titiz seçimi kadar Jüri Başkanı Semih Kaplanoğlu'nun rolü olduğuna inanıyorum. Tabii ki önceliğim yine kadın yönetmenlerden yana olacak. Yeşim Ustaoğlu'nun 'Tereddüt' filminin yanı sıra, Rengahenk film seçkisinde izleyici ödülü alan Gülten Taranç'ın 'Yağmurlarda Yıkansam' filminin konusu ve yönetmeninin hikayesini de etkileyici buldum. Zor bir sektörde kendilerine yol açmayı ve ödül almayı başaran yönetmen Taranç'ın kendisini anlatışını ise çok beğendim. “Filmimle kimse ilgilenmedi çünkü Türkiye'de naif işler ilgi görmüyor” diyen Taranç'a katılmamak mümkün değil. Keşke naif işlere ilgi gösterebilen bir toplum olabilsek. Festivalde emeği geçen herkesin eline sağlık.




#Tereddüt
#12 Eylül dönemi
#Gülten Taranç
#Yeşim Ustaoğlu