Muhafazakar “Alem”

04:003/10/2015, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Ayşe Böhürler

'Alem' dergisini bilirsiniz. İçerikleri 'Kim nerede, ne giymiş, ne yemiş, kiminle birlikte' gibi haberlerden oluşan, kısaca halkı ilgilendirmeyen bir kesimin, sosyetenin birbirini gözetlediği bir dergidir. Alıcı kitlesi bellidir. Okuyucu demiyorum zira bakılır bir dergidir. “Zenginin malı züğürdün çenesini yorar” hoşluğu içinde nüfusun yaklaşık % 97'sini hiçbir şekilde ilgilendirmez.Bol fotoğraflı, az okumalı, spotlu bu formatın muhafazakar kesim versiyonu Bursa'da çıkmış. Hayırlı olsun diyemeyeceğim.

'Alem' dergisini bilirsiniz. İçerikleri 'Kim nerede, ne giymiş, ne yemiş, kiminle birlikte' gibi haberlerden oluşan, kısaca halkı ilgilendirmeyen bir kesimin, sosyetenin birbirini gözetlediği bir dergidir. Alıcı kitlesi bellidir. Okuyucu demiyorum zira bakılır bir dergidir. “Zenginin malı züğürdün çenesini yorar” hoşluğu içinde nüfusun yaklaşık % 97'sini hiçbir şekilde ilgilendirmez.

Bol fotoğraflı, az okumalı, spotlu bu formatın muhafazakar kesim versiyonu Bursa'da çıkmış. Hayırlı olsun diyemeyeceğim. Zira bu konuda nasıl bir hayır aramam gerektiğini henüz kestiremedim. Kendisini “muhafazakar cemiyet hayatı dergisi” olarak tanıtan “Nun” medyada hatalı bir sunumla İslamcı magazin dergisi olarak yer aldı. Doğrusu “İslamcılık ve İslamilikle (başörtü takılması, cemiyetlerde Kur'an okunması dışında) hiçbir ilgisi olmayan bu dergiyi “İslami hayat dergisi” olarak sunmak bu kavramın manasıyla çelişkili bir durum ortaya çıkartıyor. Kaldı ki dergi de kendini böyle tanımlamıyor. Böyle durumlardaki sihirli kelime “muhafazakarlık”, taşıyana göre değişen bir kavramsal şemsiye olarak elverişli bir zemin sunmuş. Bu kavram çatısı altında çelişkili her durum biraz daha mübahlaşıyor, tartışmalar bertaraf ediliyor.

Eh dergi diliyle “nasip” olunca her şey olabilir. “Tarzını beğenmek” ana kriter haline gelebilir. Bu nedenle dergi, içeriğiyle elbette tartışmayı hak ediyor. “Mevlüt davetine katılan…. Hanım'ın şıklığı dikkatimiz çekerken, …çantası ve … şalıyla kendine baktırdı” gibi spotlar ya da “ Jennifer Lopez'in üzerinde görülen bir elbisenin başörtülü ve kapalı versiyonunu” taşıyan bir hanıma ve eşine yapılan iltifatlar… Hafif içimli maden suyu fonlu resimler… Bir yandan kedi okşarken, evinde filmlerdeki gibi tuvaletlerle dolaşan hanımlar… Görkemli sünnet düğünleri… Masalsı bir atmosferde yapılan evlilik törenleri… Göz kamaştıran şıklıklar…

Muhafazakarlık ve İslamcılık ayrışması vasat bir magazin dergisi üzerinden konuşulamaz elbette. Ancak bu dergi bana böyle bir ayırımın “ideolojik” olarak ciddiyetle tartışılması gerektiğini düşündürttü. Net olarak “Biz kimiz?” sorusuna verilecek cevabımız artık sadece “başörtü” gibi birkaç sembol üzerinden şekillenmemeli. “Başörtüsü ve dini hayat” tek başına kimliğimizi aynalamıyor. Yeniden Ali Şeriati mi okusak, ne yapsak?

YAŞASIN “CİNS”ADAMLAR

Elinize sağlık İsmail Kılıçarslan, ekibi ve Yeni Şafak gazetesi.

“Mevzu çıkartacak bir dergi” olan Cins'i hazırlayan ekibin hepsini daha ilk sayıda tebrik ediyorum. Her şeyden önce ismini sevdim, “Evladım onlar put” diyen kapağını sevdim. “Ciddi ama kravatlı olmamasını” sevdim. Ve de aslında tartıştığımız birçok konunun mihenk taşı olan “kültürel hegemonyaya teslim olup” sonra da “direnen adam görüntüsü verenlere” karşı tavrını sevdim. Türkiye'nin kültürel iktidar hayaletinin 'ne'liğine ilişkin tartışmayı sevdim.

Kendilerini “o kıza hiç açılamayanların dergisi” diye tanımlamalarını sevdim. Resmi şarkıcılarının Neşet Ertaş ve Müslüm Gürses olmasını da sevdim.

Doğrusu kültürel olarak kafası karışıklar camiasında “Cins” anlayana çok şey söyleyeceğe benziyor. Yanlış yapsalar da “eleştiriye açık bir havaları” var, inşallah bizi yanıltmazlar.

GEÇMİŞ OLSUN

Ahmet Hakan'la yakın bir dostluk hukukumuz olmadı ama uzun süre aynı kanalda görev yaptık. Bir dönem programlarının yapımcısıydım. Halk ile bağlantı kurabilen, onların nabzını tutup, cesaretle doğru sorular sormayı bilen, iyi bir televizyoncuydu. O dönemde yaptığı programlarda izleyiciyi saatlerce ekranda tutmayı başarırdı. Mesleki yeteneğiyle her zaman fark yarattı. Dini özgürlükler, laiklik, Kürt meselesi, başörtüsü, Refah Partisi, siyasal İslam gibi konularda zıt tarafları bir araya getirmeyi başarmış bir televizyoncudur. Birçok cesur konu başlığını askeri vesayetin ve onunla bağlantılı medya baskılarının zirveye çıktığı günlerde ele almıştır. Kanal 7'den bir kavgayla ya da ideolojik bir kopuşla ayrılmadı. O dönemde her gazeteci böyle bir teklife evet demeye hazırdı. Ancak onun Kanal 7'den ayrılışı muhafazakar kesimde bir travma etkisi yarattı. Bir tür sendroma dönüştü. İslami kesimi eleştiren herkes 'Ahmet Hakan'laşmakla” suçlandı.

28 Şubat döneminde İslami kesimi savunduğunda baş tacı yapılıyor, bir kahraman gibi görülüyordu. Şimdi de tersi bir durumla “düşmanlaştırılmasını” hakkaniyet adına yanlış buluyorum. Ayrıca elbette gazetecinin görevi fikirlerini söylemek ve yazmaktır. Ve fikir çeşitliliği bu ülkenin diğer İslam ülkelerinden ayrılan en önemli özelliklerinden birisidir. “Bu ülke”nin tarihi (tarafı ne olursa olsun) bu zenginliği susturmaya çalışan güçlerin “derin” merkezlerde aranması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu konuda yüzlerce program yapmış birisi olarak Ahmet Hakan bunu herkesten iyi bilir. Bu saldırının arka planındaki güçlerin daha önceki benzer olaylarda olduğu gibi işaret edilen yerde değil başka yerlerde aranması gerektiğini düşünüyorum.

Ahmet Hakan'a yapılan saldırıyı kınıyorum ve acil şifalar diliyorum.
#İsmail Kılıçarslan
#alem
#cins dergi
#Yeni Şafak gazetesi