Metaterör…

04:0023/07/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Ayşe Böhürler

Çok büyük bir badireyi milletçe, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız ve halkın ferasetiyle, Allah'ın yardımıyla atlattık. Ancak suların durulmadığı ortada.



Olanları özetlemenin anlamı yok, ölümcül şüphelerimiz tahminlerin ötesinde bir planın içinde olduğumuzu ortaya koyuyor. Bir filmde bile bizi yerimizden zıplatabilecek, “Yok canım bu kadarı da olmaz” dedirtecek olay kurgularının içinde bulduk kendimizi. Matruşka akşamı yaşadık.



Maruz kaldığımız saldırıların niteliğinin ağırlığı bir tarafa sayısı da hiç az değil. Darbe girişimi başladığı andan itibaren 9 saatte 30 ilde 15.189 terör saldırısı gerçekleşirken halk adeta yabancı işgalcilere direnir gibi darbecilere direndi.



15.189 canlı bomba, bombalı araç, suikast vb eylemlerin biriktirebileceği travma bir gecede üzerimize çöktü.



Emekli Özel Harp Subayı, Terör ve Güvenlik uzmanı Abdullah Ağar “2003 Irak işgalinden 2015 sonuna kadar sadece Bağdat'ta yaşanan ve tekli çoklu ölümle sonuçlanan 15.189 terör saldırısının travmasını bir gecede bize yaşattılar” derken yaşadığımız travmanın etkisini de ortaya koyuyor. Hedef başta Cumhurbaşkanı ama nihayetinde milletimizin bu topraklardaki varlığı ve Türkiye'yi bir

Alacakaranlık kuşağı

haline getirebilmekti.



“Tedbirci” kategorisinde, kendini gizleme misyonuyla, Mesihî bir kült liderin peşinde robotlaştırılmış insanlardan oluşan bir ordunun kuşatması altında kaldık. Ülkemiz onların eliyle rehin alınmaya çalışıldı. Günlük hayatta “iyi insan” maskesi takmış misyoner savaşçılar devletin tüm kurumlarından, Genelkurmay'dan hükümete ülkemizi teslim almak üzere karşımıza çıktı.



Başta Irak olmak üzere denenmiş bir senaryonun upgrade edilmiş son versiyonunda; Cumhurbaşkanımızı, devletimizi ve ülkemizi korumak üzere “Ne yapmalıyız” sorusuyla baş başa kaldık.



Türkiye'yi içine çekmek için oluşturulan vakum ortamından nasıl kurtulacağız?



Her şeyden önemlisi de NATO tarafından küresel tehdit olarak tanımlanan “İslamcı terör” unsurları taşıyan bir ülke haline getirilmekten nasıl korunacağız?



Bu süreçte özellikle dış medyanın dili tam da bu amaca hizmet ediyor. Tüm batı basını, darbecileri İslamcılara karşı savaşan Gülenci seküler Türk ordusu olarak gösterdi. AK Parti isminin geçtiği her yerde “İslamcı” ifadesi mutlaka ekleniyor. Darbecilere direnen halk da ısrarla “Jihadist”ler söylemiyle anlatılıyor. Alman basını neredeyse darbecilere zavallı diyecek, işkence resimleri bu amaca hizmet ediyor. Kendi dünyası dışında çok da bir şeyle ilgilenmeyen ortalama halklar için bu tanımlar yol gösterici oluyor. Kavramlar üzerinden -her biri NATO üyesi olan ülkeler tarafından- işgal destekleniyor.



Şu ana kadar oluşturulan süreç bizi içimize kapanmaya zorlarken bizim buna direnip inadına hem kendi içimizde hem de dışarda tüm halkalara daha çok açılmamız gerekiyor.



Önümüzde duran bir diğer soru da; “Travmaların sonucunda ortaya çıkan güvensizlik ortamını nasıl yeneceğiz?”



Her şeyden önce ordunun tamamını bu işten sorumlu tutamayız. Tespit edilen rakamlar 650 binlik Türk ordusunun ancak %1'inin FETÖ'ye angaje hareket ettiğini gösteriyor. Bunun bilincinde hareket etmeli ve genel olarak Türk ordusunun varlığının bu topraklarda yaşayakalmasını önemsemeliyiz.



Dağlarda görevinin başında duran Mehmetçikleri sahipsiz bırakmayalım.



Diğer taraftan da darbeye karşı dururken millet olma duygusunu yeniden kazandık, bunu sürdürelim.



Safları genişleterek sık tutalım!





Sızıntı dergisinin Mayıs 2016 kapağını Yeni

. Gerçekten ilginç bir tasarım. Kamuflajlı kıyafetli bir asker kolu, kan dolu bir ortamdan üzerinde haç olan bir kapıyı aralıyor… 1980'li yıllardan beri parapsikoloji, zihin kontrolü gibi konulara yer veren derginin bu kapağı tesadüfî olmasa gerek. Diğer taraftan Frankist ve endistlerin dünya görüşlerini de çok iyi yansıtıyor. Söylem ve amaç benzerliğine dikkat!



SAVAŞ HALİNDE…


İslamofobi İmparatorluğu'nun Siyaseti, Deepa Kumar

isimli bir akademisyenin kitabı. “

Küresel imparatorluğun Irkçılığı Meşrulaştırması ve Temel Haklara Saldırı”

politikalarını anlattığı Kitap Pınar Yayınları'ndan rahmetli Işıl Alatlı çevirisiyle yayınlanmış. Der ki: “

Savaş halindeki bir ülke, ”yabancı düşmanın” yerli temsilcisi olarak gördüğü insanların aleyhine döner. Bu özellikle de Birleşik Devletler'de böyledir. 1940'larda Pearl Harbour saldırısından sonra Japon kökenli genç, yaşlı 110.000 kişi temerküz kamplarına gönderilmişti. Hapse atılanların dörtte üçü de ABD vatandaşıydı. Bugün 9/11 saldırılarından sonra hala şüphe üzerine gözaltı devam ediyor. Müslüman dernekler, camiler sıkı kontrol altında. 9/11 sonrasında çoğu Arap-Asya kökenli 1200 Müslüman yurttaş tutuklanmış ve hiçbirisinin terör olaylarıyla bağlantısı tespit edilememişti.

” Kitapta çok ilginç örnekler var tavsiye ederim.



EROL VE ABDULLAH OLÇAK'A MİNNET VE RAHMET DUASIYLA…


Erol Olçak ve oğlu yüreğimizi yaktı ama şaşırmadık. Erol bu yapar, ateşin üzerine de yürür. Cesaret ve sadakat sahibiydi, ezber bozmayı çok iyi bilirdi. Aklı düz mantık çalışmaz, toplumun nabzını çok iyi tutardı. Bir iletişim sihirbazıydı adeta. Seçim kampanyalarının, kritik anların en sıra dışı sloganları ve işleri hep ondan çıktı. Ak Parti camiası olarak hepimizin üzerinde hakkı çoktur. Ailesine ve AK parti camiasına sabır diliyorum. Yokluğunu çok hissedeceğiz. Ölümünün ardındaki gün içinde bile “Ah Erol olsaydı keşke!” dediğim o kadar çok olay yaşadık ki! Allah gani gani rahmet etsin.




#Metaterör
#NATO
#Erol Olçak
#İslamofobi