Her seferinde insanlığımızla imtihan oluyoruz. Sadece sebep olanlar değil, hepimiz. Üstelik bir göç coğrafyasında yaşarken her birimizin hikayesinde bir göç tanıklığı ya da ızdırabı varken… Geçenlerde dinledim bir yakınımın aile tarihini. Bu yüzyılın başında Rusya'dan Sibirya'ya sürgün edilenlerden. Trende büyükbaba ölüyor. Büyükanne çocuklarıyla birlikte önce Sibirya, sonra Romanya-Varna ardından İstanbul'a gelip yerleşiyor. Çok değil, yüzyıl önce. Çaresiz, parasız, yalnız bir kadının yolculuğu...
Her seferinde insanlığımızla imtihan oluyoruz. Sadece sebep olanlar değil, hepimiz. Üstelik bir göç coğrafyasında yaşarken her birimizin hikayesinde bir göç tanıklığı ya da ızdırabı varken… Geçenlerde dinledim bir yakınımın aile tarihini. Bu yüzyılın başında Rusya'dan Sibirya'ya sürgün edilenlerden. Trende büyükbaba ölüyor. Büyükanne çocuklarıyla birlikte önce Sibirya, sonra Romanya-Varna ardından İstanbul'a gelip yerleşiyor. Çok değil, yüzyıl önce. Çaresiz, parasız, yalnız bir kadının yolculuğu... Yolda ölen çocukların ise isimleri hatıra olarak yaşatılmış, doğan çocuklara verilmiş.
Yukarıdaki resim ise 2 Kasım 1943'te yaşanan benzer bir hikayeyi, Karaçay halkının top yekün Sibirya'ya sürgününü anlatıyor. Ressam Şafak Tavkul bu sürgünü anlattığı resimlerinde, özellikle tren garlarında yaşananları aile hatıralarından resmetmişti. 2 Kasım günü yarım saat zaman tanınan insanlar yanlarına taşıyabilecekleri eşyalarını alıp kamyonlarla en yakın tren istasyonuna götürülerek 14 yıl sürecek sürgün hayatlarına başlamışlar. Kimi değerli mücevherlerini, kimi aile yadigarı hatıralarını alırken şaşkınlıktan eline leğen alıp gelene bile rastlanmış. Travma öyle bir şey işte. 1943'te yaşananları resmeden bu tablo, bugün Macaristan ve Avrupa'nın tren garlarında yaşananlara benzemiyor mu?
Göç ve mültecilik insanların kendi tercihleri değil. Ama bizim onlara karşı olan tutumumuz kendi tercihimiz. Tüm dünyaya hümanizma dersleri veren Avrupa'nın tutumu, bu trajediler hepimize ders vermeli. Kalp herkeste var ama kalbimize ses, duygu veren 'fuad'dan herkes nasibini alamıyor maalesef. Allah hepimizin kalbini 'fuad' sahibi yapsın.
…
Almanya'da iki yıldır Suriyelilerin yaşadığı mülteci barınaklarına saldırılar düzenleniyor. Failler ve olayların perde arkası ise aydınlatılmadı.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Prof. Ayşen Gürcan'ın akademik hayatından bürokrasi deneyimine, bambaşka bir hayattan gelip yaşadığı iman yolculuğuna, bunun sonuçlarına dair tahammülüne, sadece üniversitede değil çevresindeki herkese yaptığı hocalığa, hiçbir beklenti gütmeden bilgisini paylaşmayı bir vazife gibi görmesine, başını makam ve mevkilerini terk etme pahasına örtme süreçlerine yakından tanık olmuş birisiyim. Şimdi bakanı olduğu bakanlıkta genel müdürken yaptığı işler ortadadır. Türkiye'de kadının, ailenin ve şiddetin resmini Ayşen Gürcan'ın başlattığı çalışmalarda veri tabanı olarak gördük. Analitik bakışını hiçbir zaman soğuk bilgi olarak kullanmaz. Kalbiyle de düşünebilen akademisyenlerdendir. Çok başarılı bir akademik kariyeri ve uluslararası yayın sayısı Türkiye ortalamasının üzerinde (h endeksinde 8) olmasına rağmen yine bir akademisyen olan Koray Çalışkan tarafından atılan twitten ateşlenen bir linç kampanyasına maruz kaldı. Bir yalan herkesi peşine taktı, çirkin yorumlara kimler kimler katılmadı ki…
Hepsi yalan olan sözler ve capsler üretildi. Ve böylece bir kez daha gördük ki kadın olmanın da başörtülü olmanın da bedeli hiç bitmiyor. “Börek” metaforu aslında 'bir çevrenin' başörtülü kadını görmek istediği yeri de çok iyi özetliyor. Ancak Ayşen Gürcan böylesine bir psikolojik hareket kurbanı olamayacak kadar donanımlı ve birikimli, makamını gerçekten hak eden birisidir. Ayşen Gürcan'ın Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk başörtülü bakanı olarak, bilgisini ve tecrübesini sürdürülebilir, kalitesi yüksek işlere imza atarak kullanacağına eminim.
Bize kalp sahibi olmanın yetmeyeceğini mutlaka “fuad” bilgisine de sahip olmamız gerektiğini öğreten odur.
#sürgün
#mülteciler
#Ayşen Gürcan
#Şafak Tavkul