İslam’ın siyasal vizyonu ne olmalı?

04:002/01/2016, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Ayşe Böhürler

Hastalık dönemleri, aynı zamanda eksik bırakılmış bazı okumaları tekrarlama fırsatı veriyor. Bugünkü yazımı oluştururken, kadim meselelerimizi yeniden düşünmeye çağıran bir röportajdan notları paylaşmak istedim...Önümüzdeki yıllar İslam dünyasının hem stratejik ortak, hem de düşman birbirine zıt birçok tanımın içine sıkıştırılmaya çalışıldığı bir çağ olacak. Bu çağa hazırlanırken iki temel soru kilit olarak karşımızda duracak. Uzun süredir tartışılan ama bir türlü nasıl olacağına ilişkin bir yöntem

Hastalık dönemleri, aynı zamanda eksik bırakılmış bazı okumaları tekrarlama fırsatı veriyor. Bugünkü yazımı oluştururken, kadim meselelerimizi yeniden düşünmeye çağıran bir röportajdan notları paylaşmak istedim...

Önümüzdeki yıllar İslam dünyasının hem stratejik ortak, hem de düşman birbirine zıt birçok tanımın içine sıkıştırılmaya çalışıldığı bir çağ olacak. Bu çağa hazırlanırken iki temel soru kilit olarak karşımızda duracak. Uzun süredir tartışılan ama bir türlü nasıl olacağına ilişkin bir yöntem belirlenemeyen bu sorular: “
İslam'a dönüş programı nasıl sağlanabilir?” ve “Fesat karşısında 'salah'ı esas alan İslam'ın siyasi vizyonu nasıl güçlendirilebilir?“

Bu iki önemli soruyu felsefeci- ilahiyatçı Prof. Dr. Sadık Türker'e sormuştum. Türker, ilk adım olarak “
özgün İslam, İslam'ın siyasi-ekonomik duruşu ve tarihsel İslam'ı birbirinden ayırt etmek gerektiğini, ardından da bir “düşünür tipi”ne ihtiyacımız olduğunu”
söylüyordu.

“Özgün İslam›ı yakalamak adına ortaya koyulan teşebbüsler ne kadar riskli olursa olsun, tarihsel İslam'ın yaratabileceği risklerden daha büyük olamaz. Öncelikle bir düşünür tipi yaratmak zorundayız.
Türk aydınlanması gibi mefhum bir kavrama nispetle üretilmiş ve gerçekliği olmayan Türk aydını kimliğiyle olmaz. Yahut da Osmanlı'daki karşılığıyla münevver. Münevver bir düşünür kimliği değildir.

-Nasıl bir kimlik olmalı?

Bir, özgün bir kimlik olmalı. İkincisi, eleştirel olmalı, kendi tarihiyle geçmişiyle ilgili her şeye dokunabilen bir kimlik olmak zorunda. Bu sorgulama olmaksızın gerçeklere ulaşmamız mümkün değildir. İslam'ın doğasında böyle bir özellik olduğunu düşünüyorum. Sözgelişi, sahabeden bazıları bir gün Peygamber'e geliyorlar ve diyorlar ki; 'Ey Allah'ın Peygamberi, içimizden öyle düşünceler geçiyor ki bu düşünceleri telaffuz etmektense yanıp kül olmayı tercih ederiz.', Hz. Muhammed de 'Kulumun imanını şüphe düzeyine ulaştıran Allah'a hamdolsun.' diyor. İslam düşüncesi dinamik bir sistemdir ve çoğunlukla karşıtların Müslüman bireyde yarattığı etkileri de göz önünde bulunduran bir ahlaki ve entelektüel yaklaşım üzerine kuruludur. Bu gerilim, statik bir hale geldiğinde düşünce durur... Bir de zor yol var. İnançlarınıza dokunacaksınız, kültürün genel yapısına dokunacaksınız. Ama dokunduğunuz zaman da kendi kolunuza canlı canlı cerrahi operasyon yapmış gibi olursunuz. Bu kadar acı veren bir şeydir. Buna hazırlıklı olmak gerekir“

Kutsal metin ile mevcut olan dünya arasında aklın kurması gereken dengenin ortadan kalkması, İslam dünyasının “düşünce üreten” kapılarını dar kalıplara sıkıştırmış. Zaman içinde hatipler ile bilgi üreten düşünürler aynılaşmış. Alim ve hakim kimliği de birbirine karışınca ortada İslam düşüncesi düşünürlerin yerine ya tarihi-geleneksel ya da batı kalıplarıyla sınırlandırılmış 'İslam uzmanları'nın eline kalmış.

Sadık Türker, bu kısır döngünün kırılması için İslamiyet'in sorulardan çekinmemesi gerektiğini söylüyor. Bu soruların insanı dinden çıkarmadığını söylerken şöyle bir örnek veriyor: “
Mevlana'nın çok güzel bir yorumu vardır Sibgatullah ifadesi ile ilgili. 'Allah'ın boyasından daha güzel bir boya var mıdır?' biçimindeki ayetle ilgili Mevlana diyor ki; 'Sen bir kere İslam'a intisap etmişsin, İslam öyle bir şeydir ki senin iliklerine kadar işler. İstesen bile ondan kurtulamazsın. 'İslam'ın doğasında bir adalet vardır. Bu adalet başlı başına insanları cezbeden, çeken bir idealdir.“

İslam'ı özüne uygun düşünmek çağrısı yanında iki temel kavram;
fesat ve salah
kavramı üzerine düşünmeden bir siyasi vizyon yaratılması mümkün değil. Türker, bu konuda da şunları söylüyor:


“İslam'ın vizyonu iki temel kavram üzerine kuruldu. Fesat ve onun karşısında da salah kavramı. Bunları dikkate almadan siyasi bir vizyon yaratabilmek mümkün değildir. Bakara suresinin 205. ayetinde, 'Senin yanından ayrıldıklarında -veya bir başka mealiyle- ellerine yetki geçtiğinde, onların yeryüzünde fesat çıkarmaya çalıştıklarını görürsün. Hasadı ve nesli bozmaya çalışırlar
.' İslam'ın ana gailesi salahtır. Düzeltmedir, barıştır. Dolayısıyla İslam siyasi vizyonunun fesat ile süren tarihsel mücadelesi vardır. Bunu doğru tanımlayamazsanız, kendi varlığınızı koruyabilmeniz mümkün değildir. İslam'ın doğasında olan, farklı unsurların salah içinde bir arada yaşamasına izin veren ilkesine sarılmak gerekir”...

İslami düşünürlerin çoğalması temennisiyle, iyi seneler.

Sibel eraslan'a yakıştı

Sibel Eraslan'ın Necip Fazıl Kısakürek ödülü alışından büyük memnuniyet duydum. Sibel, kitlelerin ve çağın ruhunu anlayan, davası ve meselesi olan, siyasetten, eylemlerden, toplumla buluşmaktan kaçınmadan, kendisini fildişi kulelere hapsetmeden, “Benden daha iyi bileniniz yok” demeden, toplumun içinden yazdı. Herkes gibidir ve hepimizi anlatır. Kalemini ideolojik katılıkta tutmamış, edebiyatını sahici duygularla örüntüleyebilmiş “usta” bir yazardır. Arkadaşım olmasından onur duyarım, ayrıca böyle bir yazar kimliğiyle bu ödülü almasını çok anlamlı buluyorum. Necip Fazıl'ı sevmenin tek başına yetmeyeceği bu ödül için 'muhafazakar erkek” cenahından gelen tepkilere ya da bu tepkiye ilişkin duyarsızlığa ise hayret dahi etmedim. Üzerinde konuşmaya değmez.

Başsağlığı

Gazeteci büyüğümüz Hasan Karakaya'ya Allah'tan rahmet ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
#İslami düşünürler
#İslam dünyası
#Sadık Türker