Halk Putin’den sıkıldı mı?

04:0019/12/2015, Cumartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Ayşe Böhürler

“1000 yıl önce yaşamış bir profesörü alıp bugünkü bir sınıfa koysak, profesörün sınıftaki bilgelik konumu değişir mi?” Bu soruyu soran Prof. Rheingold, Stanford Üniversitesi'nde sosyal medya/“katılımcı iletişim” üzerine çalışmalarıyla tanınmış bir sosyal bilimci. Profesörün bu soruya verdiği cevap “hayır” oldu. Rheingold'a göre değişen bilgi sahipleri değil öğrenciler: “1000yıl önce profesörün öğrencilerinin Google ya da Wikipedia'da söylediklerinin doğru olup olmadığını arama imkânları yoktu.”Bilgiye

“1000 yıl önce yaşamış bir profesörü alıp bugünkü bir sınıfa koysak, profesörün sınıftaki bilgelik konumu değişir mi?” Bu soruyu soran Prof. Rheingold, Stanford Üniversitesi'nde sosyal medya/“katılımcı iletişim” üzerine çalışmalarıyla tanınmış bir sosyal bilimci. Profesörün bu soruya verdiği cevap “hayır” oldu. Rheingold'a göre değişen bilgi sahipleri değil öğrenciler: “1000
yıl önce profesörün öğrencilerinin Google ya da Wikipedia'da söylediklerinin doğru olup olmadığını arama imkânları yoktu.”

Bilgiye ulaşma imkânları ve onu yayan araçların hızlı değişimi bizde sanki içeriği de hızla değişiyor duygusu uyandırıyor. Kadim doğruları, hakikatleri ve bilmeden hiç bir şeyin mümkün olmayacağını hafızamızdan çıkarttırıyor.

Bu değişim hızının oluşturduğu avantajları, mesajın içeriğindeki bilgiyi arka plana atarak ve ona gerekli değeri vermeyerek dezavantaja dönüştürüyoruz. Çünkü insanların buna talebi olmadığını, bilginin -mış- gibi yapan dışında gerçek tüketicisinin kalmadığını ya da üreten ve yayanların kalite kontrolünün yapılamadığını düşünüyoruz. Hele de somutu etkileyen soyut kavramlar gündem ajandasına asla giremiyor.

Gündemin sıralamasını yapan medya kuruluşları klişeleri seviyor. Konu tercihlerine ilişkin ezberleri ise “halk bu konudan sıkıldı” şeklinde oluyor. Rusya ve Putin örneğinde olduğu gibi. Bir şeyin çok konuşulması, tekrar edilmesi, o konunun gerçekten konuşulduğu ve bilindiği ve de anlaşıldığı anlamına ise hiç gelmiyor. Halkın bir konuya ilgisinin derecesini ölçebilecek bir tespit için sadece reytingler yeterli değil.

Diğer taraftan medya, gündem ajandasını hazırlarken her şeyi çok hızlı haberleştiriyor ve de “
izleyici algısı
” efsanesiyle basitin basiti bilgiler haline dönüştürüyor. Sonra da tekrarlarla en önemli olay ve durum bile kanıksanıyor, sıradanlaşıyor ve de değersizleşiyor. Neredeyse her hafta Ege denizi kıyılarına bebek ve insan cesetleri vuruyor. Ancak hiç birisi '
Aylan bebek
' gibi haber olmuyor. Putin'i konuşmaktan sıkılıyoruz, şehitleri konuşmaktan sıkılıyoruz, eğitimi konuşmaktan sıkılıyoruz bitmiyor. Yüzyıldır aynı meseleleri konuşarak bu kadar yol alabildiğimizi unutup, hadi başka şeyler konuşalım demek ise gerçekçi bir resim ortaya çıkarmıyor.

Bize sunulan hızlandırılmış dünyada giderek 10-12 yaş algısına düşürülen formatlara, işin gereği olarak bakıp önemli olanı öteliyoruz. İçerikler derinleştiği anda sanki “
profesyonel televizyonculuk yapılamaz-mış
” gibi bir ruh hali hepimizi sarıyor. Toplumun gündemini, özetle kamuoyunu belirleyen medyanın bu (aslında sübjektif) ruh hali, toplumsal meselelerin doğru düzgün konuşulmasının önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Diğer taraftan da her konuyu sadece değinerek konuşan insan güruhu, aynı mevzuları esasıyla konuşmanın önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Ekranda saatler dolarken, faydalı olana dair algı kayboluyor..

İş vahim gerçekten.

İletişim kuramının alfabesi “bir mesajın anlaşılabilirliği basitliğine bağlıdır ' şeklinde özetlenir. 'Mesaj' ne kadar basitse ve de ne kadar somutsa o kadar kolay anlaşılır. Diğer taraftan özellikle kavramsal mesajların anlaşılması zordur. Bunun için o kavrama ilişkin somutluklar üzerinden aşinalık oluşturmak gerekir. Simgelerin, sembollerin zihinde doğru çağrışımlar yapması gerekir. İletişim bilimi bize anlaşılabilir olmak için bir şeyin ille de en basite indirgenmesi gerekmediğini de söylüyor. Anlaşılırlığı kolaylaştırmanın yolunun; soyutun somut çağrışımlarla güçlendirilmesinden geçtiğini de gösteriyor.

Sürekli tekrar, ne bilginin ne de haberin değerini azaltmaz. Tam tersine üzerine daha güçlüsünü koyabileceğimiz bir basamak oluşturabilir. Burada halka dair yargılar geliştirmeden önce kendimizi sigaya çekmenin daha doğru olduğunu düşünüyorum. Toplumla medya arasındaki denge, toplumun basit mesajlar istediği yargısıyla şekillenmemeli.

Elbette bir meselenin üzerinde yapılan sathi, yüzeysel konuşmalar o meselenin havını düşürüyor. Bilgide süreklilik, adanmışlık ve ince ayar bir türlü sağlanamıyor. Bir yerlerden duyduğumuz cümleler, fikirlerle, verilerle ve doğru bilgilerle pekişmeyince yüzeysel kanaatlerin ötesinde bir etkiye sebep olamıyor. Rusya meselesini daha çok konuşmaya ihtiyacımız var.
Halk anlamıyor, basit mesaj istiyor, ya da 'bıktı bu konulardan' diyerek olması gerekeni yapmaktan kaçmamak gerekiyor.

KELEBEK ETKİSİ

Habertürk'te Alev Alatlı ile birlikte yapacağımız “Kelebek Etkisi” isimli program aslında tüm bunlara zıt bir formatla şekillendi. Nasıl mı? En başta peşrevsiz ve hamasetsiz. Peşrev ve hamasetin korkaklık içeren tuzağına düşmeden, organik, faydayı hedefleyen, empatisi yüksek, Türk toplumuna daha bütünden bakan, sivrilmeden konuşabilen, benden olsun çamurdan olsun anlayışına karşı durabilen, gerçekler üzerine veri ve bilgiye dayalı...

Sıkılmadan tekrar tekrar konuşmamız gereken birçok başlığı konuşacağız. Devletin ahlakını, İdealist ve fikirci mi arasındaki ayırımı, devletin kutsallaştırılmasını, özgürlüklerin yüceltilmesini, Türkiye'yi, Cumhuriyet'in değerlerini, muhafazakarların muhafaza edebildikleri ve edemedikleri şeyleri, konjonktürle kavgalardaki ergen tavırları ve tabii ki gündemi ve dünyayı konuşurken okuyucularımızın öneri ve katkılarını bekliyoruz…
#izleyici algısı
#Aylan bebek
#putin