Bayramlar, gençken başka yaş ilerledikçe başka idrak ediliyor. Bayram sofrası, ziyaretler, hediyeleşmeler, hatta bayram temizlikleri gibi birçok gelenek gençken zorunlu sıkıcı işlerin başında gelir.
Yaş ilerledikçe insanın bu geleneklere ilişkin bakışı değişiyor. Fark ediyorsunuz ki aileyi bir arada tutan, sonraki nesillere kültürü, değerleri taşıyan, gençlikte sıkıcı bulunan hep bu zorunlu işler oluyor. Bir tür hayat dersi niteliği taşıyor. İnsanın eğitimine, görgüsüne katkı sağlayan birçok etkiyi burada fark ediyorsunuz. Misafir ağırlamayı bilmeyen gençler var, bunu zahmet görüyorlar. Aynı gençlerin insan sevgisine, değerlerin yaşatılmasına, yozlaşmaya ilişkin aforizmalar, sözler dillerinden düşmüyor. Hele de sosyal medya mesajları! Zannedersiniz ki insanlık için her şeyi yapabilirler. Gerçek hayatta ise bunun tam zıddı bir resim ortaya çıkıyor. İnsan ilişkileri, birisi için bir şey yapmak, misafir ağırlamak, hizmet etmek, hürmet göstermek, gönül almak emek istiyor. Gençler ise kendileri dışında bir şeye emek vermeyi zahmet olarak görüyorlar. Zahmetinden kaçındığımız her iş aslında bizi rahmetinden de uzaklaştırıyor.
Bu nedenle bayram telaşını bir yük olarak değil de bir nimet olarak gören kuşağın temsilcileri olarak umarım son olmayız. Bizden sonraki kuşağa da bunları aktarabiliriz. Emek verilmeden ne aile ne de değerler yaşatılır. Değerleri yaşatan emektir. Duygusal kelamlar yazmak, aforizmaları paylaşmak hayata dokunmayan işler mertebesinde kendimizi kandırmaktan başka işe yaramaz. Misafiri yük olarak gören gençleri gördükçe endişem artıyor. Hayatı kendinden ibaret görmek ve tüm emeği ona sarf etmek, bencilliğin, üşengeçliğin ötesinde insanı kısırlaştırır, yavanlaştırır, yalnızlaştırır ve hatta sıradanlaştırır. Tüm bunların hayat bilgisi ve görgüsüne dair ne çok şey öğrettiğini keşke idrak edebilseler. Keşke fark ettirebilsek. Hayat bilgisi ve görgüsü olmayanın dünya bilgisi bir işe yaramaz. Bayram vesilesiyle gençlere bir hatırlatma yapmak istedim.
Bu bayram aramızdan kimler eksildi diye bir baktım. Afet Ilgaz, Ayşe Şasa ilk aklıma gelenler oldu. Her ikisine de rahmet duasını hatırlatayım istedim. Hayırla, telaşeli bir bayram geçirmeniz dileğiyle.
…
Bayram sohbetleri de Ramazan sohbetleri gibi siyaset ile dolu.
Sohbetlerde Ak Parti'nin geleceği de önemli bir yer tutuyor. Fikirler ve yorumlar farklı olsa da Ak Parti'nin oy kaybının ötesinde yitirdiklerine ilişkin değerlendirmeler ciddiye alınacak özeleştiriler içeriyor.
Ak Parti her zaman bir koalisyon partisiydi aslında. İçinde sağın tüm unsurları, İslamcılar, Kürt hareketini temsil edenler, liberaller ve hatta kısmen sola yakın olanlar da vardı. Parti'nin dinamiği ve bereketi, diyaloğa açık yapısında ve toplumda güven tesis edecek ortak kelimeler içeren bir dil kurmasında yatıyordu. İlkeliydi ancak ayırımcı değil birleştiriciydi. Herkes ister istemez bir ortak dile uyum sağlıyor, sivriliklerini törpülüyordu.
Ak Parti'nin büyüsü de buradaydı. Bu dengeyi bozan birçok unsur oldu. Bunlardan birisi vesayetin diğer yüzü, bir diğeri de cemaattir. Biri saldırarak onu savunma diline hapsetmeye çalıştı. Diğeri de içinden-miş gibi durarak, saldırılara karşı savunma taktikleri oluşturuyor-muş gibi, kurtarıyor-muş gibi görünerek Ak Parti'ye yön vermeye çalıştılar. Aslında görünürde farklı olsa da ikisi de aynıydı. Bir manada geniş spektrumlu siyaset vizyonu, klostorofobik bir siyaset diline hapsedilmeye çalışıldı. Dış politikadan başlayarak atılan adımlarda elbette Parti'nin de hataları çok oldu. Ancak bu hataları savunmadaki ısrar eski kuruluş ruhunu unutturdu. Şimdi yeniden güçlenmek istiyorsa, ilk yıllardaki söylemini güçlendirmesi gerekiyor. Ortak dil oluşturmak, sihirli bir anahtar gibi yine karşımızda duruyor. Bu dili kuracak isimlere ihtiyaç var. Bu noktada Ak Parti kimliğini oluşturan kişilere büyük iş düşüyor. Ben siyasi hesapları bilemem ama Abdullah Gül'ün tecrübesinden faydalanılması gerektiğine inanıyorum. Siyasi tecrübeyi yok sayarak siyaset yapmak sadece Parti'ye değil Türkiye'ye zarar verecek.
Siyaset; atılım ve yenilik istediği kadar tecrübe de ister. Şimdiki yeni terkibe baktığımda tecrübeyi ve eskiden var olan bu çok kültürlülüğü eksik buluyorum. Diğer taraftan Parti kültürünü taşıyanlar yeni oluşumda yok. Ben saymadım ama bunu sayan bir milletvekili arkadaşım Meclis'te Ak Parti içinden kurumsal hafızayı taşıyan kişilerin sayısının 30'u bulmadığını söyledi. 24 gibi bir rakam telaffuz etti. Kurumsal hafızayı sıfırlamak mümkün değil elbette. Ancak böylesi bir dönemde bunun bir eksiklik oluşturduğunu görüyorum. Ak Parti önemli bir misyonu ve mirası taşıyor. Yeni bir partiymiş gibi davranmanın kimseye faydası olmaz.
Sohbetler böyle, tecrübe eksikliğinin olası sonuçları üzerinde dolanıp duruyor.
HER HAFTA 'KAHROLSUN AMERİKA' DERKEN…
Amerika-İran hattındaki büyük değişim bizim kuşağın çağa tanıklığında çok önem taşıyor. İran sokaklarında Amerika karşıtı sloganlar varlığını devrimden beri hala koruyor. Tahran'daki büyük cuma hutbesinde her hafta mutlaka Amerika'ya taarruz edilir. “Kahrolsun Amerika” bir tekerleme gibi tekrar edilip durur. İran siyasi kimliğinin bir parçasıdır kısaca Amerika karşıtlığı. Bu anlaşma, tarihi bir dönüm noktası olmasının yanında ve oluşturacağı fırsatların ötesinde; önemli. Benim en fazla dikkatimi çeken de Obama'nın Suriye'de 52 aydır devam eden iç savaşa müdahil olabilecek potansiyel ekibin içine İran'ı dahil etmesi oldu. Obama'nın buna dair konuşmasının içeriği iyi analiz edilmeli.