Analizatörlere analiz… “Sen neymişsin be abi!”

04:0022/04/2017, Cumartesi
G: 17/09/2019, Salı
Ayşe Böhürler

Mina daha iki yaşındaydı, ablalarından öğrendiği şekliyle selfie yapıp bir taraftan da hepimizi kahkahalara boğan “
çoook güselim ben
” lafını ettiğinde.


Son bir haftadır televizyonlardaki referandum sonuçlarını dinliyorum. Analizleri dinlerken nedense hep aklıma Mina'nın o lafı geliyor.



Referandum sonrası analizatörler “Neden kazanamıyorlar” sorusu yerine “

kazanan tarafın nisbi olarak oyları neden azaldı

“ sorusuna cevap aramayı tercih ederek bizim neslin çok aşina olduğu bir şeyi yapıyorlar.



Küçümse, yok say, ayar çek, kısaca ez!


Analizatörlere göre hayırcıların profili şöyle

:

En eğitimli, en zeki, en çok vergi veren dolayısıyla en çalışkan, üretken, en kültürlü, en zengin (bir “en güzel” demedikleri kaldı) yani bu ülkenin en biiii kaliteli nüfusu. (Fonda Mazhar Fuat'ın “Pek peki anladık “şarkısı çalıyor. Sen neymişsin be abi!)


Evet” verenler ise; gariban, köy kökenli, eğitimsiz, kültürsüz, üretime bir katkısı yok, vergi ödemiyor, tembel, yan gelip yatıp durmuş!


Kısaca Türkiye'nin en biii niteliksiz kesimi. Onları dinlerken niteliksizlikte sınır tanımayan bir yüzde elli bire mensup olduğum için kendimden nefret edesim geliyor. Koskoca analizatörler bunu yeni bir tespit ve veri olarak sunup duruyor.



Bilinçaltı dışavurumları dikkate almayıp, somuta dönünce iş daha komik hale geliyor. Ortaya büyük bir dilemma çıkıyor. (İkilem mi desem acaba? )



Özetle bu

niteliksiz kesim

ülkeyi 14 yıldır yönetiyor. Öyle ki maalesef ülkeyi de aldıkları yerden 5 kat geliştirip bir yere getirmişler…



Ben en güselim

” kesimine şerbetliyiz elbette! Gülüp geçiyoruz. Onlar hep bu kafadaydı. Ak Parti 2002'de % 34. 3 aldığında da % 58 oy aldığında da olayları hep aynı bakışla değerlendirdiler. Bence cevap aranması gereken soru kazananların değil de kaybedenlerin neden hep kaybettiği olmalı. Haddim değil ama !



GARPZEDE


Analizatörleri ( yine ve yeniden) anlamaya çalışırken, bir okurumun hatırlattığı “

garpzede

” kavramı olaya cuk diye oturdu. İranlıların kavramsallaştırdığı

garpzedenin

bizdeki hal tercümesi tam da yukarıdaki olayları anlatıyor.



İşin bir başka boyutuysa bu söylemin içinde birçok çelişkiyi barındırması. “

Hayır

” cephesinin mevcut anlayışla parlamenter sistemde iktidara gelme olasılığı sıfır. Tam tersi, yeni sistem, bu kesimlere iktidarı belirleme gücü veriyor. Başkanın % 50,01 alma zorunluluğu herkes gibi onların elinde de büyük bir güç olarak duruyor.



Sosyal kural: Tarih sıçrama yapmaz.


Garpzedeler ile yerliler

arasındaki iktidar savaşı hiç bitmiyor ve bitmeyecek. İki kutuplu değil tam tersi iki sınıflı bir Türkiye yeni değil, hep vardı. Garpzedelere hak vermesek de anlamak mümkün, ancak onların

ezikleyip durduğu

bu kesimin içinden çıkıp garpzedelere destek verenlere ne demeli? Onlara da Frantz Fanon'un Yeryüzü'nün Lanetlileri kitabındaki “

Kolonileştirmenin psikopatolojsi”

kısmını yeniden okumalarını tavsiye ederim.



Sartre'ın 1961 yılında kitaba yazdığı önsöz

garpzedeleri tanıma kılavuzu

olarak muhteşemdir. Kitabı okuyamazsanız da bu önsözü mutlaka okuyun.



KİM BU İSLAMCI?


80'li yıllarda hepimiz birbirimizi tanırdık. İyi niyet, samimiyet, dostluk, kardeşlik, farklılıklara saygı hakimdi. Bu dönemlerde siyasiler ya da siyasete soyunmayı planlayanlar, ticaretçiler, kariyer plancıları “İslamcı”lardan uzak durur, zarar görmekten korkarlardı. O günden bugüne insanların hayat çizgileri değişse de karakterleri değişmedi. Bu nedenle kim kimdir sorusuna geçmişten değil de karakterden çıkarak cevap aramakta fayda var.



“İslamcı kim” sorusu o gün olduğu gibi bugün de cevaplanabilmiş bir soru değil. Türkiye'de böyle bir siyasi akım neyi kapsar veya kapsamaz? Diğer sağ kitleden farkı nedir? CHP'lisi, HDP'lisi dahil olmak üzere seçmenin çoğunluğunun kendisini dindar olarak tanımladığı bir sosyolojide “İslamcılık” nerede farklılaşır?



Diğer taraftan zarar görmemek için dindar erkeklerin başörtülü eşlerini gizleyerek var olabildikleri günlerden bugünlere geldik. Ne yazık ki Türkiye koşulları bu konuda sağlıklı bir tartışmaya hiçbir zaman fırsat vermedi. Geçmişte yapılamayan bu tartışmalar bugün de yapılamıyor. İslamcı siyasetin(?) referans noktaları ise maalesef hamasete boğulmuş durumda. Hepimizi buluşturan ortak payda “

mütedeyyin Müslümanlık

” iken ayrıştıranları cesurca konuşmakta fayda var.



Bu nedenle

“İslamcılar tasfiye oluyor”

tartışmasının referansları çok tartışmalı. Neye göre kalıyor, neye göre gidiyor? Bu bir toplum mühendisliği ürün bir olgu mu ki birilerinin demesiyle kalıp gidiyor? Daha birçok soru… İddialar savurmayı seven, küfür kıyametle, hadsizlikte sınır tanımayan, aleme de nizam getirme meraklısı tayfaya bakıyorum da sadece “İslamcılık” konusunda değil Türkiye konusunda fikirleri sathi. Bunun kime faydası olduğu ise ortada!



AK PARTİ'DE REVİZYON


Ak Parti'de, kabinede revizyon konuşulup duruyor. Oysa Referandumda oylanan ne parti ne de hükümetti. Bu iki unsurun etkisi olsa da nihai evet veya hayırda temel kriter değildi. Bence oy azalmasına karşı tedbiri başka yerlerde aramak lazım. Yeni sistem partiler üstü ittifakları zorunlu kılıyorsa siyasetin alanını genişletmenin yolu bulunmalı. Bu, bizim çok iyi bildiğimiz bir metot. 1990 sonrasında bunu yaparak yol aldık, ilerledik ve ülkeyi ilerlettik. Şimdi o eski bilindik bire-bir, yüz-yüze, güzel sözle konuşma metoduna dönme vaktidir.




#AK Parti
#Mina
#İslamcılar