“Türkiye’nin bekasını hedefliyorlar”

04:0017/09/2016, Cumartesi
G: 14/09/2019, Cumartesi
Ayşe Böhürler

Bayramlaşma için katıldığı bir programda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, tehlikenin henüz geçmediğini, her an uyanık olmak ve 15 Temmuz ruhunu canlı tutmak gerektiğini, nihai hedefin Türkiye'nin bekası olduğunu söylüyordu. Yani asıl meseleyi Türkiye'nin bölgede kalıcı olması, yok edilme misyonuna karşı direniş olarak belirliyordu.



Konuşmasından anladığım kadarıyla 15 Temmuz'u Türkiye nöbetinde bir başlangıç olarak görüyor ve gelecekteki tuzaklar için bizi uyarıyordu.



Konuşmayı dinlerken; tehlikenin boyutunu, geldiği ve geleceği yerleri önceden bilmemizi sağlayacak soruların hala cevapsız kaldığını düşündüm.



Eğer toplumsal olarak bir uyanıklık halini diri tutacaksak klişe cevapların ötesinde gerçek cevapların peşine düşmeli ve daha çok soru sorulmasına ve konuşulmasına fırsat tanımalıyız. Yoksa en ayaktaymış gibi göründüğümüz zamanda uyutulup gideriz.





Bu olayın öncesi ve sonrasıyla etkileri sadece iç yapılanma üzerine değil, Güneydoğu politikasından dış politikaya birçok alanda karşımıza çıkıyor.



Büyük bir planın parçası olan bu çok faktörlü ağ temelde ne istiyordu?



Bu sorunun hala net cevabını alabilmiş değiliz.



Olayların dış sebeplerini bulup onlara kızmak, tasfiye etmek, işin en kolay tarafı. Zor olan, insanın kendi hatalarıyla yüzleşmesi. Bu dönemde siyasetin de kişilerin de bu yüzleşmeyi yapmadıklarını düşünüyorum. Bu yüzleşme olmadan uyanıklık hali de tam olmaz. Şüpheler flu bir zeminde daha çok ürer ve üretilir. Nerede hata yaptım sorusu acımasız bir sorudur. Ancak buna cevap vermeden yol alamayız.





Türkiye'nin kaderinin Ak Parti'nin kaderiyle kesiştiği ortada. Bu durumda amaç tek başına bir iktidarı, Başbakan'ı ve Cumhurbaşkanı'nı yok etmekle sınırlı kalamaz. Beraberinde ve devamında ne istiyorlardı?





Daha önceki darbelerin önce ve sonrasına baktığımızda Türkiye'nin oturtulmak istendiği bir rota çıkıyor karşımıza. Şimdi bu rota ne?





Bence faillerin peşine düştüğümüz kadar bu soruların da peşine düşmeliyiz. Elbette elimizde genellemelerden oluşmuş klişe cevaplarımız var. Ama tarih bize bu klişe cevapların gerisinde çok somut taleplerin ve isteklerin olduğunu söylüyor.





Diğer taraftan bu genellemeler kocaman bir 'batı', kocaman bir 'Amerika' ya da kocaman bir 'İsrail' gibi cevaplar sebepleri ortadan kaldırmadığı gibi çözüm yolları oluşturmayı da engelliyor. Düşman öyle dev bir blok olunca kime ne yapılabilir ki?





Ancak bu dünya onlarsız olamayacağı gibi bizsiz de olmayacak. Bizim tam cephe onlara savaş açıp, yenmemiz söz konusu olmadığı o gibi onların da bizi batırması kolay değil. İlber Ortaylı'nın Ahmet Hakan'la bayramda yaptığı programda söylediği bir hakikate hepimiz iman ediyoruz…



“Türkiye batmaz, batarsa deniz taşar…”



....



Görünen o ki; olayların sadece kendisine, sadece faillere bakarak bir sonraki adımları engellemek mümkün görünmüyor. Bugün geldiğimiz noktada Fetö'nün temel amacına ilişkin ve bu amacın Türkiye'nin bekasını etkileyecek eylemlerine ve sonuçlarına ilişkin geleceğe matuf daha net ve somut analizlere ihtiyaç var. Okuduğum her yazıda tamam da “asıl mesele ne” sorusu belleğime takılı kalıyor. Eğer bunun cevabını bulmazsak bu darbe girişimi tarihin bir döneminde yaşanmış olaylar zinciri içinde bir vaka olarak kalıp duracak.



Devamındaki değişimi, sonuçları, dönüştürdüklerini görmemiz, anlamamız ise hiç mümkün olmayacak.



Bir başka faktör olarak da davanın sulanması ve yön değiştirmesi asıl meseleye odaklanmamızı engelleyerek mücadele enerjimizi de yok ediyor…




#15 Temmuz
#Darbe grişimi
#Fetö