Türkiye'de seçimle iş başına gelen ve seçimle gönderilebilecek siyasetçilere diktatör deyip asıl diktatörleri bağrına basan kesimin basındaki seslerinden birinde ilginç bir haber okudum (Cumhuriyet, 27 Temmuz 2015). Gazetenin bildirdiğine göre, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad Şam'da sivil toplum kuruluşları, halk örgütleri, sendikalar ve iş adamlarına hitaben bir konuşma yapmış. Batılıları ve Suriye'de “terörü” destekleyen diğer devletleri eleştirmiş. “Kendilerini hedef aldığında terör, başkalarını hedef aldığında ise devrim, özgürlük, insan hakları ve benzer adlandırmalar yapıyorlar” deyip sormuş: “Kendi ülkelerinde muhalefetin silah taşımasın kabul ederler miydi?”.
Adam kanlı bir diktatör ama Batı'nın çifte standartlılığına işaret etmekte haklı. Retorikte insan hakları, demokrasi, özgürlük kavramlarını öne çıkartan ve bu kavramlar adına diğer ülkelere çeşitli şekillerde müdahaleyi hak olarak gören birçok Batı ülkesi, millî çıkarlarının gerektirdiğini düşündüğünde bunların hepsini rafa kaldırabilmekte. Davranışlarıyla Batı'nın çıkarlarına zarar verdiği kanaatine vardıkları ülkeleri ve oluşumları ise hemen terörle ilişkilendirmekte. Uzağa gitmeye gerek yok, ABD ile İsrail ve Suudi Arabistan, Almanya ile İran arasındaki ilişkilerin tarihi yukarda söylenenleri kesin olarak doğrulamaya yeterli delil sunmakta.
Bununla beraber, Esad'ın diğer sözleri saçma ve çelişik. Esad, demokrasi, özgürlük ve insan hakları açısından, kendi rejimini istikrarlı demokrasilerle hatta Türkiye ile karşılaştıramaz. Böyle bir karşılaştırma gayri meşru olur. Suriye'de bir diktatörlük var. Esad'ı halk seçmedi. Rejim iç savaş başlayana kadar istikrarlıydı. Yani Esad rejimi keyfî olarak insan öldürmeyi sınırlı tutmakta, halk yahut halkın ağırlıklı kesimi ise sisteme siyasî bir itirazda bulunmamaktaydı. Rejim kapalıydı ve muhalefetin demokratik siyasî kanalları kullanma imkânı yoktu. Başka bir deyişle, iktidar sahipleri seçim yoluyla değiştirilemezdi. Dolayısıyla, rejim
meşru değildi. Silah zoruyla vetehdidiyle ayakta kalmaktaydı.
Bir rejimin var olması, bugün Türkiye'de bazılarının doğrudan doğruya veya dolaylı olarak iddia ettiği gibi, ona meşruiyet sağlamaya yetmez. Bunu kabul etmezsek, siyasî rejimlerin meşruiyeti konusunu düşünce ve değerlendirme gündemimizden tamamen çıkartmamız lâzım. Siyasal meşruiyetin rıza ayaklarından biri yarışmacı seçimlerle halkın tasvibini almaktır. Seçimlerin namevcudiyetinin yaratacağı boşluğu hiçbir şey dolduramaz.
Suriye'de Arap Baharı'nın etkisiyle geniş toplum kesimleri siyasal katılım talep etti. Seçme ve seçilme hakkı istedi. Türkiye'nin tüm çabalarına ve teşviklerine rağmen Esad demokrasiye geçişin yolunu açmadı. Halkı önce oyaladı, sonra adamlarını meydanlarda barışçıl gösteriler yapan muhaliflere silahla saldırttı. Saldırıya uğrayanların mukabele etmesi kaçınılmazdı ve haklarıydı. Bir tür nefsi müdafaaydı. İç savaş böyle başladı. Başta ABD olmak üzere, Batı, rejim muhaliflerine Esad'ı yıkmalarına yetecek ölçüde destek sağlamayı düşünürken birden çark etti. Böylece savaşın uzamasında, ülkenin bataklığa dönüşmesinde ve katledilen insan sayısının artmasında pay sahibi oldu.
İç savaşı bırakıp rejimin niteliklerine dönelim. Diktatör Batı demokrasilerini kastederek soruyor: “Kendi ülkelerinde muhalefetin silah taşımasını kabul ederler miydi?” Elbette etmezlerdi. Demokratik kanalları kullanmanın ve iktidarlardan seçim yoluyla kurtulmanın mümkün olduğu rejimlerde iktidar kavgası için şiddete ve silaha başvurulması gayri meşrudur. Buna asla izin verilemez. Ancak, bu kat'i yasağın bir şartı vardır: Demokratik seçimlerin yapılabilmesi ve iktidarların seçimle değişebilmesi. Bunun önü tıkanıyorsa, silahlı isyan meşruluk kazanır. Bugün ABD, Almanya, Türkiye gibi ülkelerde muhalefet silah taşımıyorsa, kullanmıyorsa, bu, demokratik yolların kullanıma açık olması sayesindedir. Suriye'de muhalefet silah taşıyorsa, bu, demokratik yolları kullanma imkânının mevcut olmaması yüzündendir.
Suriye'de Esad iktidarının muhalefetin silahlı mücadelesinin önüne geçmek
için yapması gereken şey belli:
Demokratik kanalları açmak. Gelgelim, çelişkiler içinde yüzen Esad'ın bunu anlayabileceğini, anlasa da gereklerinin yapılmasını kabul edeceğini hiç sanmam.