Bundan bir süre önce siyasi iktidar Kuzey Suriye'de Türkiye açısından iki riskin altını oldukça güvenlikçi bir dille çizmişti.
İfade edilen ilk risk, Kürt kantonlarının birleşme ihtimali, buralarda etnik yapının Kürtleştirilmesi ve Türkiye'nin kontrolü dışında, PKK'ya yakın Kürt ünitesinin oluşması riskiydi. Bu risk değerlendirmesi Türkiye'nin Kürt sorununa bakışından kaynaklanıyordu. Özetle, “Türkiye sınırı içindeki ve dışındaki Kürtleri ve meseleleri özenle birbirinden ayırma, içerideki sorunu demokratik entegrasyon ve silahtan arındırma politikalarıyla (çözüm süreci) çözme, dışarıda ise Türkiye'nin talep ve koşullarını yerine getiren Kürt yapılanmalarını kabul etme stratejisi”nden ileri geliyordu…
İkinci risk, IŞİD'in saldırılarının Kuzey Batı'ya kayarak, 4 milyon civarında insanı barındıran bu bölgeden Türkiye'ye yeni ve ciddi bir göçmen akışına yol açması ihtimaliyle ilgiliydi. Böyle bir durumun ve IŞİD'in temsil ettiği yakın tehlikenin önünü almak için Türkiye Cerablus'ta güvenli bir tampon bölge oluşturulması gerektiğini söylüyordu.
Ankara bu istikamette adımlar attı.
ABD'nin IŞİD'e karşı İncirlik Üssü'nü kullanma talebi tekrar masaya yatırıldı. Son temaslarda bu talep Türkiye'nin talepleriyle birlikte ele alındı ve uzlaşmaya varıldı. Türkiye tüm hava üslerini ABD'ye açtı, ayrıca askeri sortilere Türk ordusunun da katılacağını açıkladı. Davutoğlu'nun açıklamalarından anlaşıldığı kadarıyla güvenli bölge talebi ve OSÖ hava yardımı arzusu kabul gördü.
Sonuç olarak Türkiye, uzun süredir peşinde koştuğu, stratejisine uygun politik hedeflere kısmen ulaştı.
Bu gelişmelerin üç sonucundan söz edebiliriz.
İlki IŞİD'in tepkisidir, Suruç'taki saldırı, ardından sınırdaki Türk birliklerine ateş açılmasıyla ortaya çıkmıştır. Türkiye verdiği karşılıkla ve girdiği angajmanla bir savaşa girmiş bulunuyor.
İkincisi Kürt Hareketi'nin tepkisidir. Türkiye'nin Suriye'de aktif bir konuma geçmesi PYD ve dolaylı olarak PKK'nın ABD'nin bölgedeki tek partneri olma konumunu sarsmış, istifade ettiği meşruiyeti tehlikeye sokmuştur. Öte yandan Türkiye'nin bölge ve özellikle Kuzey Suriye'ye ilişkin denklem belirleme kapasitesini artırmıştır.
Bu, Kürt hareketi tarafından özellikle istenmeyen, engellenmeye çalışılan bir durumdur. Nitekim Kürt hareketinin kurduğu “AK Parti eşittir IŞİD” denklemi temel olarak bu çerçevede bir işlev yerine getirmekteydi. Kürt hareketinin bölgede IŞİD'e karşı mücadelede tek “dost” güç olduğu, Türkiye'nin ise İslamcı bir çizgi izleyen ve “düşman” bir politika izlediği iddiaları temel olarak bu mantığa oturmaktadır. Bu mantık son gelişmelerle ciddi bir yara almıştır. Kürt Hareketinin kontrolsüz, imaj ve konum korumaya yönelik, zorlayıcı son eylemlerinin kökü burada yatmaktadır.
Üçüncü, en önemli ve en vahim sonuç, birbirine bağlı tepkiler zinciriyle ortaya çıkmış, son derece kırılgan bir evreden geçen “çözüm süreci”nin kopmasıyla sonuçlanmıştır.
Kürt Hareketi'nin, “AK Parti eşittir IŞİD” denklemi çerçevesinde Suruç saldırısını AK Parti'ye mal etmesi, HDP ve Kandil'in bu istikametteki meydan okuyan, kamuoyunu geren açıklamaları, örgütün misillemeleri, üç polisin öldürülmesi, kaçırma ve baskın girişimleri, en önemlisi bu dalganın, büyük şehirleri de harekete geçirerek 6-8 Ekim Kobani olaylarına dönme ihtimalini ortaya çıkarmıştır.
Hükümet buna karşı, zaten uzun süredir hazır olduğu, almak istediği tedbirlere başvurmuştur ancak bu tedbirlerin bir kısmının yerindeliği tartışmalıdır.
Bu tedbirler, çapıyla, özellikle bombalamalarla Kürt meselesindeki eylemsizliği geniş anlamıyla geri dönülmez hale getirmiş ve bir savaş evresini başlatmıştır.
Çözüm sürecinin varlığına oranla çelişkili, orantısız kimi tedbirler, hükümetin son olaylarla (kamu otoritesini sağlamak yanında), mevcut “çözüm süreci yöntemine” nokta koymak için aradığı bahane, hatta vesileyi bulduğuna işaret ediyor.
Bu açıdan Kürt hareketi vesileyi oluşturmuş, AK Parti ise noktayı koymuştur.
Siyasi dengeler açısından bakıldığında büyük resim budur.
Kürt sorunu bundan böyle bu yeni zeminde evrilecektir.
Ancak açıktır ki, bu, siyaset ve demokrasi araçlarının şiddet ve güvenlikçi politikalar karşısında gerilediği bir zemindir.
Şimdi meselemiz bunu aşmak olacaktır.
Ayaklarının üzerine basacak bir Kürt hareketi ve demokratik açıdan rasyonelliğe tutanacak bir AK Parti, ya da bir koalisyon bunu başarabilir.
Mahçupyan'ın dün söylediği gibi “Kürtlerin (…) Türkiyeli olma sorumluluğu hükümetin sırtında…”
Güvenlikçi hamleler kolaydır, zor olan siyasettir ve demokrasinin koşullarını korumak da hükümetin sırtındadır…
İp koptu.
Ama bağlanabilir.