Ülkenin bir çok açıdan kritik günlerden geçtiğine şüphe yok. Bir yandan demokratik düzen kilitlenen çözüm süreci, patlayan şiddet eylemleriyle tehdit altında bulunurken, öte yandan ülke hükümet istikrarı açısından sorunlarla karşı karşıya.
Bu iki konu birbirine bağlı yönler taşıyor. Terör eylemlerinin, şiddetin önünü almak sadece güvenlik önlemleriyle mümkün olmadığına göre, asıl ve ana tedbir Kürt meselesini tekrar siyasi alana çekmek. Çözüm sürecinin restorasyonu ya da benzer başka bir sürecin başlaması şüphe yok ki, seçim baskısından bir an önce kurtulmayı ve ülkenin hükümet belirsizliğini hızla çözmesini gerektiriyor.
AK Parti-CHP anlaşamazsa, Türkiye seçimlere gitmek zorunda kalacak. Kürt meselesi gibi risk almak ve adım atmak gereken acil sorunlar açısından zaman kaybedecek.
Kaldı ki, seçimler sonrası aynı siyasi tabloyla karşı karşıya kalınma ihtimali yüksek. En azından son kamuoyu yoklamaları yeni seçimle AK Parti'nin tek başına iktidara gelmesinin çok kolay olmadığını gösteriyor. HDP'nin yüzde 10 barajının altına inme şansı az, AK Parti'nin ise yüzde 45'in üzerine çıkma imkanı yüksek değil.
Böyle bir durumda, yeni seçimler sonrası, AK Parti, CHP yerine MHP'yle hükümet kurma yoluna gider mi?
MHP'nin bu kez hükümet ortağı olmaya itiraz edeceğini sanmayız. Kendi duruş ve söylemi açısından hem istikrar riski, hem terör eylemleri MHP'yi hükümet ortaklığını kabule itecektir.
Peki böyle bir hükümetin, Kürt meselesinde, dış politikada, Rojava konusunda izleyeceği keskin politikalarla, en azından muhtemel güvenlikçi bir yaklaşımla demokratik istikrarı sağlayabilir mi?
Bu, oldukça şüphelidir.
Elbette ikinci bir seçim sonrası AK Parti-CHP formulü tekrar denenebilir. Aradaki en azından fark 6 aylık kayıp, seçim kampanyasının sert dili, seçimlerin özellikle Güneydoğu'da yaratacağı güvenlik meselesi ve bunun tartışmaları olacaktır.
AK Parti'nin yeni seçimde tek başına gelme ihtimali, bu ortam ve koşullarda örneğin dörtte bir ihtimalse, bu ihtimalin yakalanması için riske edilecek istikrar unsurları oldukça büyüktür.
Kanım odur ki, siyasi sorumluluk, zorunlu kalınmadıkça seçim koşullarını zorlamamayı, AK Parti-CHP hükümetinin kurulması için gayret göstermeyi gerektirir.
Bu, siyasi parti liderleri için de böyledir, Cumhurbaşkanı için de böyle olmalıdır.
Ayrıca şunun altını özelikle çizmek gerekir. Bir süredir iktidar partisi ve ana muhalefet partisi arasındaki ilişkiler gerek dil, gerek yaklaşım, gerek işbirliği arayışı açısından olması gereken bir şekle büründü. Çatışmacı tutuma uzak, siyaseti rakibi yıpratma esasına göre yapmayan bu anlayışa, bunun süreklilik kazanmasına Türkiye'nin ihtiyacı olmadığını kim söyleyebilir?
Bugün en önemli meselelerimizden bir tanesi, zaman zaman meşruiyet tartışmalarının açılmasına kadar varan bir kutuplaşma halidir. İki farklı damarın, iki farklı ucun yapacağı bir ittifakın, uzlaşma kültürüne sunacağı katkı muhakkaktır.
Öte yandan siyasi iktidarın işleyişle ilgili gündeme getirilen ve eleştiri konusu yapılan tüm mevzular, Cumhurbaşkanı'nın konumundan siyasetin hegemonyasına, partizan devlet yapılanmasından cemaatle mücadelenin hukuk ilkelerine uygunluğuna ve dış politikaya kadar tüm meseleler, “
iyi işleyen ve işletilen bir koalisyon hükümeti
”nde, katılımcı ve uzlaşmacı bir ortamda önemli ölçüde çözüm imkanları bulacaktır, en azından gerekli gereksiz tartışma konusu olmaktan çıkacaktır.
Madem seçmen tek bir siyasi partiye iktidar imkanı vermemiştir ve vermesi kolay gözükmemektedir, o zaman bu koşullarda ve bu kriz ortamında, aralanmış koalisyon kapısını kapamamak esastır.