Devlet ve siyasi iktidar keskin. Kararlılık gösterisi kesin. Yapılan her açıklama seferdeki komutan dilinde. Ve hedefte PKK'dan çok HDP var.
Bu yaklaşım ve dil, sadece siyaset ve güvenlik cihazlarının yer değiştirmesine işaret edip, kamuoyu nezdinde bu durumu doğrulamaya çalışmıyor. Aynı zamanda güvenlik politikalarının siyaset imkanlarını ve alanını kuşattığını, bunları daraltabileceğini gösteriyor.
Bu, demokratik bir sistem için tehlikeli bir durumdur.
Çözüm sürecine son vererek, son verdiğinizi ilan ederek “bir siyaset sayfası”nı kaparsınız. Seçilmiş bir siyasi partiyi, liderini, mensuplarını terörle, terör örgütüyle tam eşleştirerek, şiddetten onu sorumlu tuttuğunuz, hareket alanını sınırladığınız an bir sayfayı değil, siyasete, dolayısıyla demokratik imkanlara dair “bir kitabı” kapamış olursunuz, geri dönüşleri çok zor kılarsınız.
Bu husus, içinde bulunduğumuz çatışma ortamında, kabahatin ve sorumluluğun kimde olduğu, kusurların hangi oranda kime ait bulunduğu meselesinden görece bağımsızıdır ve ondan daha önemlidir.
Bir an için, hükümetin ithamlarında ve açıklamalarında tümüyle haklı olduğunu varsayalım (ki dün örneklerini verdiğim tam öyle değil, sorumluluk çeşitli biçimlerde taraflara dağılmış durumda), şu sorular yine de ortada kalır: Bu yöntemle nereye varılmak istenmektedir? Nereye varılacaktır?
Devlet ve hükümet Kandil'e bomba yağdırarak, Kürt meselesine yönelik fiili bir sıkıyönetim haline geçerek, HDP'yi ve siyasetçileri sanık sandalyesine oturtarak PKK sorununu ortadan kaldırabileceğini mi düşünüyor?
Bu mümkün olabilir mi? 30 yıldır Türkiye bu yolla bir sonuç alamadığı için çözüm sürecine başvurmadı mı? Oslo görüşmeleri bunun için yapılmadı mı? PKK'yla organik ilişkisi olduğu iddia edilen HDP'ye bunun için ve bu çerçevede el uzatılmadı mı? Bu siyasi partiyle ve şimdi suçlanan aktörleriyle bunun için saatler, günler süren müzakereler yapılmadı mı?
Başbakan, dün, “gazamız mübarek olsun” havasında konuşuyordu.
Güç, kararlılık, irade gösterisi, şiddet ve terör karşısında devletin varoluşsal meselesine dair dik duruş, tavır tamam. Ancak bunlar PKK saldırılarının her geçen gün artmasını engellemiyor. Hayatını kaybeden görevli, asker, polis sayısı her geçen gün çoğalıyor. Deneyimli, soğukkanlı, Kürt hareketine mesafeli bir yazar dostumuz, dün sohbet ederken, “PKK eski PKK değil, Suriye eski Suriye değil, bölgedeki milliyetçi dalga eskisinden çok keskin, bu politika süreklilik kazanırsa 90'lardan beter bir çatışmaya gideriz, savaşa sürükleniriz diye endişe ediyorum” diyordu. Haklıdır. Hükümet paradigmasını mutlak anlamda değiştirdiyse, durumu Kürt sorunu değil PKK meselesi gibi algılamaya ve tedaviyi asayiş tedbirlerinde görmeye başladıysa, ciddi bir geri dönüş yaşıyoruz ve işimiz zor demektir.
Bugün Kürt sorunu, Kürt hareketinin elindeki silaha, tüm sıkıntı ve zorluklara rağmen, Türkiye'nin demokrasiyle olan ana bağını oluşturuyor. Önümüzde iki istikamet var. Ya demokrasi ya da aksi… Ara yol yok. Ve taşıyıcı olan Kürt sorunudur, Kürt politikasıdır. Bunu sanırız Erdoğan da Davutoğlu da bilmektedir.
Peki, hükümetin niyeti sadece ayar vermek olabilir mi? Kürt hareketini ayakları üzerine oturmak, vurarak hizaya getirmek olabilir mi? PKK'nın, zaman zaman yaptığı, örneğin Kobani olaylarında bıçağın ucunu göstererek, devleti belli bir şekilde davranmaya zorladığı, buna halk tepkisi adını verdiği dönemde olduğu gibi…
Daha önce birkaç kez değindim. Böyle düşünen yorumcular var, danışmanlar var, hatta yetkililer var. 2011 Temmuz'unda ateşkesin bitmesine 1 gün kala PKK'ın Silvan'da 13 askeri şehit etmesi üzerine, Kandil'in günlerce bombalanması kimi hükümet yetkilileri tarafından PKK'yı çözüm sürecine iten bir durum olarak değerlendiriliyor.
Eğer gerçekten böyle düşünüyorsa, bu ayar politikası ciddi bazı izler bırakacak olsa da, yapılması gereken hızla tekrar temastır, tekrar silahların susmasıdır.
Son bir iki gündür, Demirtaş “çözüm süreci tekrar başlayabilir” diyor. Kandil'den de benzer mesajlar geliyor. Bunu arttırmalıdır Kürt hareketi. Meydan okuyarak, Erdoğan'ı hedefle alarak, silahla varacakları yer yoktur.
Geri dönüşü umalım, isteyelim ve zorlayalım.
Savaş tamtamlarının sesi yıkımın sesidir.