Cemaatin kısa siyasi tarihi (3)

00:008/08/2014, Cuma
G: 12/09/2019, Perşembe
Ali Bayramoğlu

Birkaç gündür nedenleriyle altını çiziyorum: Cemaatin öyküsündeki "güçlenme", "alan genişletme" ve "siyasi eylem" evresi 2000"lerde ivme kazandı.Bu evrenin kendi içinde iki aşaması oldu.İlk aşamada cemaat hukuk sınırları, en azından meşruiyet sınırları içinde kaldı. Baskın olan grubun kollektif ve kurgusal eylemleri değil, mensuplarının "yeni adli refleks" çerçevesinde hareketleriydi. Ergenekon adli süreci, bu çerçevede 2000"li yıllardaki darbe hazırlıklarını, bunların askeri ve sivil unsurlarını(a)

Birkaç gündür nedenleriyle altını çiziyorum: Cemaatin öyküsündeki "güçlenme", "alan genişletme" ve "siyasi eylem" evresi 2000"lerde ivme kazandı.

Bu evrenin kendi içinde iki aşaması oldu.

İlk aşamada cemaat hukuk sınırları, en azından meşruiyet sınırları içinde kaldı. Baskın olan grubun kollektif ve kurgusal eylemleri değil, mensuplarının "yeni adli refleks" çerçevesinde hareketleriydi. Ergenekon adli süreci, bu çerçevede 2000"li yıllardaki darbe hazırlıklarını, bunların askeri ve sivil unsurlarını(a) yönelirken yaptırım mekanizmasını devreye sokarak demokratikleşme istikametinde önemli bir işlev görmeye başladı. Bu durum elbette Ergenekon soruşturma ve davasının ideal hukuk koşullarında ve hatasız, ihlalsiz götürüldüğünü göstermiyordu. Benzer bir şekilde, bugün artık iyice ortaya çıktığı gibi, cemaat mensuplarının birey olarak önde bir rol oynamaları, cemaatin karar merkezlerinin belli hazırlıklarını ve belirli bir plan çerçevesinde yol aldığı gerçeğini de ortadan kaldırmaz.

Ancak esas temel olarak "demokratikleşme" istikametindeydi.

Belirtmekte fayda var: AK Parti ve cemaat açısından demokratikleşme arayışı ilkesel bir durumu ifade etmekten çok, karşı karşıya kaldıkları baskı ve tehdit karşısında benimsedikleri bir tutum olarak karşımıza çıkıyordu. Demokratikleşme ve iktidar mücadelesi doğal olarak, her yerde olduğu gibi, Türkiye"de de iç içe geçiyordu.

Dün bu konuda şöyle yazdım: "AK Parti, özel yetkili savcılık ve mahkemeler düzenlemesiyle yol açıyor, diğer yargıç ve savcıların yanında cemaat yaygın yapısıyla ve mensuplarıyla yol alıyordu. Bu ikili, 2010 yılına kadar, önemli ölçüde hukuk sınırları içinde kalındığı dönemde, Türkiye"nin sivilleşme, geçmişle yüzleşme sürecinde belirleyici rol oynadılar. Ancak mücadele cemaat açısından hukuk çerçevesinde direnç ve yanıttan ibaret değildi..."

Cemaatin öyküsündeki ikinci evre meşruiyet ve hukuk sınırlarının aşılmasıyla ilgili bölümdür. Belli bir noktadan sonra devlet içinde mücadele eden bir güç, mücadelesini demokratikleşme politikaları ve hukuk kaideleri etrafında yapmayıp, keyfilik, hatta hilelerle kendi gücünü artırmak, kendi hesaplarını görmek için yürütmeye başladı, elindeki devlet gücünü bu çerçevede kullanmaya başladı.

2010 bu açıdan kritik bir tarihti.

Siyasi iktidar ve cemaat arasındaki 2007"de başlayan "yakın işbirliği" 2010"da, cemaatin demokratikleşme hamlelerinin arasına girerek, bunu bir anlamda suistimal ederek HSYK ve yüksek yargıda büyük kadrolaşma ve kontrolu ele geçirme hamlesiyle hem sarsıldı, hem "cemaatin kollektif eylem atağı" start aldı.

Geçişsiz beşli kademe böylece şekillenmeye yüz tuttu. Kritik birimlerde emniyet, savcılıklar, mahkemeler, HSYK, yüksek yargıda güçlerini devlet dışı bir hiyerarşi için bloklaştırdılar. Hukuk hamleler, tezgahlar kanuni açıdan eksiksiz bir görüntüyle yol açma ve sonuç alma imkanlarına kavuştu. Buna kamuoyu oluşmasına imkan veren basın gücü ve etkinliği de eklendiği zaman çark tamamlanıyor ve kapanıyordu.

Siyasi iktidar o tarihlerde bu durumu bir ölçüde gördü, bundan rahatsız oldu. Ancak gerekli önlemleri alma noktasına gelmiyordu. Kimi bakanların, cemaatçilerin belli yerlerde yoğunlaştığı iddiaları, Başbakan tarafından "alnı secdeye değenden zarar gelmez" cümleleriyle karşılanıyordu. Ancak bu durum Başbakan"ın rahatsız olmadığını göstermiyordu. Nitekim 2011 seçimlerinde adaylar belirlenirken cemaate ilişkin en büyük elemeyi Tayyip Erdoğan"ın yaptığı söyleniyordu. Zekeriya Öz ve Ali Fuat Yılmazer"in 2011 seçimlerinden hemen önce keyfi davrandıkları ve siyasi iktidara zarar verdikleri gerekçesiyle tasfiye edilmesi bir başka örnekti.

Bu koşullarda gücünü derinleştiren ve eylem tarzını değiştiren cemaatin stratejisi adım adım yol ve şekil almaya başladı.

Üç yönü vardı bu stratejinin.

1. Tasfiye ve alan genişletme politikaları: Üniversitelerden yargıya, adliyeden maliyeye ve orduya kadar uzanan yayılma hamlesi tasfiye politikasıyla birlikte yürütülüyordu. Örneğin Balyoz, Casusluk davası gibi dosyalarla ordu içi tasfiye ve muhtemel bir kadrolaşma süreci başlatılmıştı.

2. Hegemonya politikaları: Cemaat kendisine yönelik farkındalıkları kazıma ve cezalandırma yoluna gitmeye başladı. Bu konuda bir "siyasi doğruluk" baskısı kurma, olmadı takip, dinlenme, Ergekonculukla tehdit gibi unsurlar içeren bir mekanizma oluşturuldu. Hanefi Avcı, Ahmet Şık ve Nedim Şener bu hak ve hukuk gaspı girişimlerinin simgesi oldular.

Hegemonya arayışı hukuk-güvenlik birimlerine ve güvenlik politikalarına da yöneldi. Cemaatin kadrolaşmasının farkına varan, güvenlik birimlerinin siyaseten öne çıkmasını sağlayan şahin politikaların karşısında duran dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, dönemin Kamu Güvenliği Müsteşarı Murat Özçelik hedef haline geldiler. Bu çerçevede güvenlik politikaları, güvenlik gücü ve dili cemaatin mücadelesinde varoluş aracı haline dönmeye başladı. MİT krizi, Büşra Ersanlı, Ragıp Zarakol"un tutuklanması, KCK operasyonları bu durumun simgesi oldular.

3. İkame politikaları: Bunu bir tür devletleşme süreci olarak da tanımlayabiliriz. Cemaat güçlendikçe ve muhtemel ortaklarının çıkarları gerektirdikçe başta dış politika, Kürt politikası olmak üzere uyuşturucu, mafyayla mücadele dahil çeşitli konularda alternatif siyasetler üretmeye başladı. Bunları kendi kadroları eliyle uyguluyor, ayrıca aynı kadrolarla hükümetin politikalarını etkilemeye ve gerekirse baltalamaya çalışıyorlardı. 7 Şubat MİT krizi cemaatin hegemonya ve ikame politikalarının bir sonucuydu.

Şubat 2012 krizinden sonra hükümette bu politikalara karşı farkındalık arttı. Ve emniyette ciddi tasfiyeler yapıldı. Özel Yetkili Mahkeme ve Savcılıklar kaldırıldı. Bakanlıklarda tedbirler alındı. Cemaatin ana damarı dershanelere el atıldı.

Bununla birlikte Başbakan"ın bu dönemde sert tedbir alması halinde Ergenekon ve benzeri süreçlerde geri dönüşten endişe ettiği ve kesin kararını 17 Aralık sonrası, cemaatin ölümcül hamlesi üzerine verdiği ortadadır. Üniversiteler yasası, HSYK yasası, tayinler ve tasfiyeler, adli soruşturmalar bu çerçevedeki sert, otoriter sonuçları da olan önlemlerdir.

Bu öykünün ayrıntısı elbet pek çok..

Bunları bir kitapta anlatmak üzere bu konuya şimdilik bir nokta koyalım.