Pazarı Pazartesine bağlayan gece saat tam 01.00'da cep telefonuma mesaj düştü… Dünyanın en sempatik uyarı tonunu seçmiş olmama rağmen nefes nefese fırladım yerimden… Sonra yön değiştirip uyumaya devam etmeye çalıştım. Ama üst üste iki mesaj daha gelmez mi?… Mecburen kalktım. Gidip şarj aletine takılı cep telefonumu alıp mesajlara baktım.
Gönderen akrabalardan biriydi. Bizim kuşağın akrabayı talûkat içinde son temsilcilerinden biri olduğum için diğer yaşlı teyzeler üzerime titremeyi alışkanlık haline getirmişlerdi.
-Aman canım, sakın dışarı çıkma. Çıkarsan da kalabalık yerlere gitme e mi!..
-Nereden çıktı bu Teyzeciğim?
-Bak sana da göndereyim. Bir yazı dolaşıyor ortalıkta…
-Sana nereden geldi?
-Benim alt katımda oturan Fatma Hanımdan… Ona da Bilgi Üniversitesi'nde okuyan oğlu göstermiş. Emniyet bu yazıyı bütün kurumlara gönderiyormuş…
-Allah rızası için her duyduğuna inanma. Sahtedir o yazı. Başbakan'ı duymadın mı, ne dedi? “Polis ve asker güvende değil havası yaratıyorlar ki, vatandaş kendisini güvende hissetmesin!” Buna teslim mi olacağız Teyzeciğim?
-Sen yine de dikkatli ol oğlum!
-Tabii Teyzeciğim. Olurum… Sen 12 Eylül öncesini yaşamış bir Türk kadınısın. Bugünler ne ki senin için…
Mesajlaşma burada bittiğinde saat 02.00 olmuştu. Kolay yazamıyordu kadıncağız… Ancak unutmadı yazıyı göndermeyi…
Önce gözlerime inanamadım. Bunun bir kara propaganda aracı olduğunu düşündüm. Sahte olmalıydı. Çünkü bir sürü Türkçe hatası vardı ve halk arasında panik yaratmak için daha iyi bir içerik düşünülemezdi.
Sanki Başbakan'ın dediğini doğrulayacak ve halkın güvenini sarsacak stratejinin bir parçasıydı o yazı. İşlenecek en hain cinayetten daha etkili olabilecek düzeyde bir 'yumuşak güç' (soft power) hareketi.
Nitekim işe gelene kadar internet yıkılıyordu bu yazıyla. Herkes birbirine yolluyordu.
İstanbul Valiliği Emniyet Müdürlüğü'nden çıkmıştı yazı ve tüm ilçe emniyet müdürlüklerine, tüm şube müdürlüklerine gereği için gönderilmişti. Benim şüphelenmeme neden olan ise her resmi başlığın yerli yerinde durmasına rağmen, Türkçesinin bir felaket olması ve ıslak imza bulunmamasıydı. Ben tam bu mutlaka sahtedir, provokasyondur, kara propagandadır diye hikâye yazarken,
Hürriyet gazetesi olayı manşetten duyurdu: “Uyarı Belgesi Doğru Çıktı.”
İnanamadım ve bizim gazetedeki polis muhabiri arkadaşları aradım: “Allah rızası için şunu bir araştırın. Hakikaten böyle bir yazı çıkmış mı emniyetten?”
“Araştırmamıza gerek yok ağabey. Bu yazı 25 Temmuz'dan beri elimizde. Bütün gazetelerde çalışan arkadaşlarla birlikte bunu servis etmemeye karar vermiştik. Hürriyet'teki manşeti görünce biz de şaşırdık. Ben yine de sorayım.”
Beş dakika sonra aradı: “Evet ağabey öyle bir yazı varmış!”
Hâlâ aklım almıyordu. Herkesin eline geçebilecek, “kalabalık yerlerde bulunmayın, metroya, metrobüse, deniz otobüsüne mümkünse binmeyin” anlamı rahatlıkla çıkabilecek böyle bir yazının sirkülasyona sokulması bir kurumun kendi ayağına sıkmasından başka anlama gelebilir mi?
İçişleri Bakanlığı hiç vakit kaybetmeden bütün emniyet üst yöneticilerine ilişki ve iletişim yönetimi konusunda profesyonel refleks kazandırmak için bir proje başlatmalı. MİT ve Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü, bu konuda kendilerine gereken her desteği verecektir.
Türkiye'nin bu gibi provokatif ortamlarda inanılmaz refleksleri vardır, Türk halkı da bu gibi provokasyonlara itibar etmez, ancak gerekli iletişim reflekslerinin mutlaka geliştirilmesi lazım.
Üslup değişikliği mükemmel
Sayın Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun siyasi iletişim adına performansındaki, üslubundaki, yaklaşımındaki değişikliğin ne kadar farkındasınız bilemem. Ancak ben bir hususun altını kuvvetle çizme ihtiyacını duyuyorum. Ahmet Davutoğlu gerek son iki basın toplantısında, gerekse genel yayın yönetmenleri ile düzenlediği yemekli toplantıda sergilediği üslup hem biçim hem içerik açısından son derece başarılı olmuştur. Bunu neye göre söylüyoruz?
Bunu medyanın Başbakan'ın mesajlarını nasıl gördüğü, ayırdığı mürekkep payı ve kullandığı fotoğrafların dili itibarıyla bir nitelik değerlendirmesinde çok net olarak tespit edebiliyoruz.
Peki, farklılığı nerede görüyoruz?
Farklılığı, Sayın Başbakan'ın seçim kampanyasında seçim meydanlarında sahne aldığı zaman gösterdiği beden dili, konuşma tarzı ve anlaşılması hayli güç kavramlarla kendisini ifade etmesiyle bu son “duruşunu” karşılaştırdığımız zaman görüyoruz.
Bir tek naçizane tavsiyemiz var: Sayın Başbakan bu üslubu her ortamda –seçim meydanları dâhil- göstermelidir.
Denebilir ki: “Meydandaki hedef kitle o dilden anlıyor!”
Biz de diyoruz ki: “TV'lerin hedef kitlesi o meydandaki hedef kitlenin belki 10 belki de 100 katı.”
Kim neden anlıyormuş, nasıl anlıyormuş ve Başbakan'ı nasıl görmek istiyormuş? Bir araştırın.
Ben Davutoğlu'nun bu değişimden ve krizi (iletişimini değil) yönetim tarzından dolayı canı gönülden kutluyorum. Neden iletişimini değil? Çünkü kriz iletişimi için sadece Başbakan'ın olayı yönetmesi yetmez, olay bir sistematik içinde ele alınarak yönetilmelidir.
Ukalalığımız bağışlana…