Sahici cümleler kurabilmek

04:0018/02/2017, السبت
G: 17/09/2019, الثلاثاء
Akif Emre

Modern dünyada Müslümanlar nasıl bir hayat yaşamak istiyor? Bu soruya “modern dünya” şartını eklememiz tesadüf değil. Çünkü Müslümanların karşı karşıya oldukları sorunlar modernliğin sonuçlarından bağımsız olarak ele alınamaz. Ve en önemlisi karşı karşıya kaldığımız meydan okumaların önemli kısmı yaşadığımız çağın dayattığı bir faturadır.



Başa eklediğimiz modern dünya şartı, tüm suçu zamana yükleyip sorumluluktan kaçışı değil bizzat sorumluluğu hatırlatan bir uyarı sayılmalı.



Modernliğin belli bir bölge ve kültürle sınırlı kalmayıp küreselleştiği bir dönemde Türkiye'de yaşayan Müslümanların da bigane kalması, etkilenmemesi imkansızdı. Artık postmodern döneme geçildiği bir evre de modernitenin temel paradigmaları yerli yerine duruyor. Postmodernite modern paradigma içinde bir eleştiri, kimi sonuçlarına bir itiraz olmaktan öteye geçemedi.



Son iki yüzyıllık geçmişe bir göz attığımızda, modern uygarlıktan Müslümanların payına düşenin ne olduğunu bizzat yaşadığımız tecrübe ortaya koyuyor. Askeri yenilgiler, fakirlik, sosyal kargaşa, adaletsiz yönetimler, siyasal bunalımlar... Bunlar maddeler halinde çoğaltılabilir.



Aslında son iki yüzyıl elimize tutuşturulan bilançonun daha ağırı batıdışı toplumlar için de geçerli. Fakat soruya muhatap olanın Müslümanlar olması yaşadıkları tecrübe kadar bundan kurtulmanın yolu imkanları olarak insanlığa teklifleridir.



Müslümanlar tarihleri boyunca karşı karşıya kaldıkları askeri, siyasi ve de felsefi meydan okumalara bir şekilde cevap verdiler. Askeri ve fikri anlamda fetret devirleri yaşansa da mesela Hristiyanlık gibi, zamana uyarak, çözülerek değil zamanın ruhunu doğru okuyarak zamana hükmünü vermesini bildiler. Modern dönemde batı dışı tüm medeniyetler modernliğin çözücü, dağıtıcı etkisi altında teslim oldu, alternatif sunmak gibi imkanları baştan kaybettiler.



Tek istisna olarak İslam dünyası hem bu sorunlarla yüzleşmek, sorunları aşmak ve kendi olarak yaşama yönünde irade gösteriyor. Bu iradeyi muhkem tutma istidadı ise sadece tarihi tecrübeye indirgenemez elbette. Nitekim tarihi tecrübe geçmişin pratikleri açısından bugüne ışık tutsa da bugün tümüyle farklı paradigmatik sorunlarla yüzleşmek ve cevap vermek zorunda.



Basitçe, Müslümanlar gerek dıştan gelen dayatmalar gerekse içten çürümenin sonucunda yaşamak zorunda kaldıkları hayatı değiştirmek gerektiğinin farkındalar. Bu noktada Müslümanların daha müreffeh, daha gelişmiş, çok teknolojik, ekonomik işleyişin kurallarına uygun olarak edinilmiş servetleri katlanan bir dünya mı öneriyor sorusu anlamlı duruyor.



Türkiye başta olmak üzere İslam dünyasının pek çok yerinde başarı adına kutsanan hedeflere odaklanan cemaat, örgüt, siyasal çalışmaların bu temel sorudan bigane oldukları açıktır.



Evet Müslümanlar adaletsiz gelir dağılımından, sefaletten kurtulup, sağlık, eğitim gibi temel ihtiyaçları karşılandığı insanca yaşayabilecekleri bir ortamı inşa için çaba içindeler. Bu sorunları aşmanın önünde dünya sisteminin dayatmaları hala büyük engel olarak duruyor ve de durmaya devam edecek.



Tam burada Türkiye'deki düşünen, Müslüman olduğunun bilincinde olan toplum ve fertlerin amacının, sosyal ve bireysel hayat standartlarının yükseldiği, teknolojik harikalar gösteren, kişi başına gelir seviyesi bakımından, mesela bir Japonya olmak mıdır?



Eğer, Müslümanlar Japonya olmaya razı olsalardı başlarına bunca bela gelmez, askeri ve siyasi kuşatmaya maruz kalmazlardı.



Müslümanların modern dünyada gelişmeci, kalkınmacı hedefleri ve bu uğurda inançlı robotlar ol/a/mayacakları, Müslümanlıkları nedeniyle bu role razı olamayacakları bilindiği için önlerindeki engeller kaldırılmaz.



Çoğu Müslüman kanaat sahiplerinin unutmuş göründüğü bu husus bugünü de geleceği de kavramanın anahtarı durumunda… Müslümanlar bir Japonya, Tayvan muamelesine razı olduklarında önlerindeki engellerin kaldırılacağından emin olabilirler.



Müslüman toplumların sorunu sadece hayat standardına ulaşmak değil, modern dünyaya karşı anlamlı bir tekliflerinin olup olmayacağıdır. Anlamlı bir cümlesi olmadan teknolojik medeniyetin küresel ekonomik sitemin bir parçası haline gelmeye razı olmak Müslüman robotlar üretmek demektir.



Tüm bu yaşadığımız anafordan bir gün çıktığımızda daha fazla üreten ve de tüketen bir toplum haline gelmek isteyip istemediğimizi kendimize sormak durumundayız. Üretim bandında inançlı robotlara dönüşmek istemiyorsak modern dünyaya karşı neyi teklif ettiğimizi de ortaya koymak zorundayız.



Ilımlı (moderate) Müslümanlık olarak sırtı okşanan örgütsel yapıların insan tipine bu açıdan bir göz atalım. Finans sektöründen bilişim sektörüne kadar her alanda uzman yetiştiren, bürokrasiden stratejik tüm alanlara sızan, iyi eğitim almış binlerce insan yetiştiren 'the cemaat' yapılanmasının bu anlamda kritik edilmemesi anlamlı. Anadolu'nun muhafazakar insan birikimini teknik anlamda çok iyi yetiştiren binlerce beyni seferber eden bir yapının modern dünyanın sorunlarına dair anlamlı bir cümle kurduğunu hatırlayan var mı? İktidar şehvetleri ve bu uğurda girdikleri küresel ilişkileri bir kenara koysak bile, entelektüel anlamda, düşünsel anlamda bir cümle dahi kuramamış olmaları tesadüf olabilir mi? Zaten böylesi anlamlı cümle kurma kaygıları olmadığı içindir ki Batılılardan iltifat görebiliyor. Kapitalist ve modern dünyayı sorgulamadan seküler ve Müslüman kalmayı deneyenler robotik muhafazakarlardır. Bu muhafazakarlaşma tipolojisi Müslümanlık kaygısı güden tüm yapılar için bir yüzleşme vesilesi olmalıdır.



Küresel ölçekte denenen Müslüman robotik toplum modeli tuzağı İslam dünyasının önündeki en büyük sınavdır. Sorun teknolojiyi taklit ederek, siyasal ve ekonomik dünya sisteminin dişlisi olmayı becerebilmek değil, sisteme rağmen anlamlı cümle, teklif sahibi olabilmektir.


#Küresel
#Japonya
#Modernite