|
İran dünya sistemi ile barışıyor mu?

İran Cumhurbaşkanı Ruhani"nin New York"u terk etmek üzere havaalanına giderken Obama ile yaptığı telefon konuşması muhtevasından çok temsil ettiği sembolizm bakımından daha uzun süre konuşulmayı hak ediyor.

Devrimden bu yana İranlı bir liderin ilk defa bir Amerikan başkanı ile doğrudan temas kurmasını, yani bir bakıma "büyük şeytanı" tanımış olmasını, İran"ın dünya sistemine geri dönmesi, ülkede radikal dönüşümün başladığı şeklinde okuyanlar oalbilir. Ancak bu tür büyük beklenti ve tanımlamalara girmeden önce, Ruhani öncesi İran"daki reform dönemlerini gözden geçirmek gerekir.

Post-Humeyni döneminin en belirgin ismi şüphesiz Haşimi Rafsancani ve en önemli kopuş da onun cumhurbaşkanlığı dönemi oldu. Humeyni"nin ölümüyle birlikte İran İslam Devriminin ilkelerinin önemli ölçüde reforme edildiği bir sürece girildi. Devrim ilkelerinin ulusallaştırıldığı, önemli iddialarından yine devrim adına vazgeçilmesi söz konusu. Siyaset bilimi diliyle ifade edecek olursak, evrensellik iddiasındaki devrimin ulusallaşması ve İran"ın ulusal çıkarlarını gözeten bir ulus-devlete dönüşmesi Rafsancani döneminde kurumsallaşmıştır. Kişisel özelliği olarak pragmatizmiyle öne çıkan Rafsancani"nin Irak savaşı sonrasında devrimin uluslararası sistem içinde kimi iddialarını geri çekerek bir tür iç restorasyonla uğraşmasının zihnî arka planını hazırladığı söylenebilir.

Muhammed Hatemi"nin cumhurbaşkanlığı özellikle İran rejiminin daha çok içe yönelik beklentilerin yükseldiği dönem oldu. Sistem-içi yenilenme denilebilecek bu dönüşüm çabası, uluslararası sistemin beklentisinin çok uzağında olduğu gibi, Hatemi"nin şahsında değişimden yana olanların sistem-içindeki etkilerinin sınırlarını da göstermiş oldu. Muhtemelen Hatemi sistem-içi değişimi zorlayacak ekipten ve etkinlikten mahrumdu.

Hatemi"nin çıkışı İran"da sistem-içi değişim ve yenilenme beklentisini yükseltmekle kalmadı. Özellikle İran devlet aklı, Amerika"nın, Hatemi"nin dalgalandırdığı bu değişin talebini ülkeye baskıya dönüştürdüğünü ve içerden de toplumsal talep oluşturarak rejim değişikliğini zorladığını şeklinde algılamakta gecikmedi. Bu nedenle söylem düzeyinde kalan değişim talebi, sistem-içi reforma izin vermeyecekti. Hatemi dönemi uluslararası sistemin İran"da iç değişime odaklandığı bir süreç oldu. Nitekim Hatemi"den sonra muhalefet tarafından yürütülen reform talepleri de sistemin direnişi ile karşılaşacak, dış müdahale algısı ile statüko devam edecektir.

Henüz yeni işbaşına gelen Ruhani"nin dünya gündemine girmesinin diplomatik bir açılımla sağlanmış olması hayli manidar. Amerika-İran ilişkilerinin en gerilimli döneminde olduğu, ambargonun İran"a nefes aldırmayacak derece daraltıldığı, Suriye"deki çatışmalarda askeri ve diplomatik olarak adeta doğrudan taraf olduğu bir ortamda estirilen iyimserlik havası ne kadar gerçekçi?

İran gerçekten bir değişimin eşiğinde mi? Yahut dünya sistemiyle barışacak mı?

Her şeyden önce şunu belirtmekte yarar var: Ruhani"nin bu girişimi tek başına gerçekleştirdiği bir inisiyatif değil. Sistem tüm kurumlarıyla bu girişimin arkasında duruyor -ki İran"da bu konsensüsün gerçekleşmesi çok zordur. Hatemi deneyimi rejimin refleksleri ve iç dinamikleri açısından zaman zaman kendini kilitleyen bir özelliğe sahip olduğunun çok iyi göstergesi.

Rafsancani ile başlayan ulusallaşma süreci; İran"ın "acem tarzı" pragmatizmini meşrulaştıran, devrimin yükünü sırtından atmasına yarayan sürece dönüştü. Ruhani"nin başlattığı resmi süreçte ise yine kendiliğinden inisiyatif kullanarak dünyaya açıldığı izlenimi verilmeye özel gayret gösteriliyor.

Ancak Obama ile telefon konuşması yapıldığı sırada İran"ın elinde güçlü kozlar olması şöyle dursun çok ciddi olarak kapana kısılmışlığı söz konusuydu. Özellikle ambargo, İran ekonomisi ve toplumsal yapı üzerinde sanılandan daha fazla etki yapmış, tahrip edici sonuçlar ortaya çıkmış, bunları kaldırmayı sağlayacak bir yol ve uygun ortam arayışı başlamıştı.

Diğer tarafta ambargoların temel gerekçesi gösterilen nükleer çalışmalar ise İran"ın elinde tuttuğu ve sonuna kadar kullanacağı bir koza dönüşmüş durumda. Muhtemelen İran diplomasisinin başarısı da burada yatıyor. İsrail"in her an Amerika"yı İran nükleer tesislerini vurmaya zorladığı, yoksa tek başına vuracağı tehdidini yükselttiği bir süreçte başlayan bir girişimden bahsediyoruz.

Irak işgalinden bu yana İran, kendisine gelen tehditleri sınırlarının dışında karşılamak gibi bir strateji izledi. Bu nedenle Hizbullah"tan Hamas"a, Irak"taki Şii nüfuzundan Afganistan"a kadar uzanan bir dizi ittifaklar, dengeler, siyasi hamlelerle bugüne gelmeyi başardı.

Dikkate şayan husus şu ki; İran"ı köşeye sıkıştırmak için her fırsatta rejimin insan hakları karnesini, özgürlükleri, demokrasiyi, dini yönetim anlayışını öne süren, sisteme yönelik eleştirilerle değişim isteyen ve bu yönde baskı yapan uluslararası camia, bu kez bunların hiç birini gündeme getirmeden barıştan bahsediyor. En son Netanyahu-Obama baskısı da netice vermemiş; görünüşe göre, saldırı konusunda İsrail"in yalnız kaldığı söylenebilir. New York"ta ayaküstü başlatılan ve aslında İran"ın en sıkışık anında hayata geçirilen bu görüşme süreci İran açısından daha önceki stratejilerin devamı gibi. İçişlerini tartışma konusu yapmadan, her anlamda sıkıştığı anda elindeki kozun farkında olarak dünya sistemine barış sinyali veriyor.

İran siyasetindeki bu değişim nasıl pragmatizmin maksimum derecede rasyonalize edilişine örnek ise ABD ve Batı"nın da İran"la kurdukları ilişkisinin ilkesel olduğunu söylemek o kadar zor. İki farklı pragmatizmin siyasal bileşenlerinin buluştuğu bir telefon diplomasisi sahneleniyor.

11 yıl önce
İran dünya sistemi ile barışıyor mu?
O an neysen sen 'O'sun!
İhracat yolcuları
Bildiğin gibi değil!
Amerikan siyasetinde büyük paranın etkisi
Anlatıyı düzeltme adına: “Kutsal İşgal” ve “Şifa Hastanesi 14 Günlük Vahşet” belgeselleri