Ramazan hem rahmet ayı hem bir sınav kâğıdı koyuyor önümüze. “Dünyada Ramazan” haberleriyle farklı iklim ve coğrafyalardan değişik renkler ve diller, Müslümanlara ümmet olduklarını bir kez daha hatırlatır. Hayatın rutin ritmine, alışkanlıklara bir müdahale olarak oruç, acziyette hepimizi birleştiren iman gücüdür.
Ne var ki, pek çok Müslümanın sınavı hayli zorlaşır Ramazan geldiğinde. Azınlık olarak yaşayan Müslümanlar, çoğunluk olsalar da despotik yönetimler, demokratik olsa da seküler standartlar oruç sınavını zorlaştırır.
Oruçla gelen baskıların aleni ve doğrudan dine yönelik olması bizi daha da duyarlı hale getirdi. En ilgisiz Müslüman bile dünyanın başka köşesindeki bir Müslümanın derdine karşı daha da duyarlılaşır. Açlık, susuzluk, sürgünler, katliamları düşündükçe iftar vakti dört gözle beklediğimiz o bir lokma boğazımızda düğümlenir, kalpler hüzünlenir.
Müslüman olma bilinci, insan olduğumuzdan dolayı tüm insanlık durumlarına dair hissedilenlerden öte bir bilinç halidir.
Müslümanca yaşamanın ırkları, sınıfları, coğrafyaları ortadan kaldıran ortak sorumluluk duygusudur.
Geçtiğimiz yıllarda Myanmar'da yaşanan katliama karşı gelişen duyarlılık yahut Filistin'deki Siyonist sömürgeciliğe karşı dayanışma duygusu bu bilincin göstergesidir. Bu hassas dengede zulüm kimden ve kime gelirse gelsin karşı olmanın
Müslümana yüklediği sorumluluk hamasetle karışırsa
başka bir zulme kapı aralaması işten bile değil.
Bugünlerde Doğu Türkistan'da Uygur Müslümanlara yapılan baskı ve cinayetler gündemde. Özellikle Ramazan aylarında dinin görünür ve bireysel de olsa insanların hayatını belirliyor olmasına devlet ideolojisi olarak karşı olan Çin bunu en ilkel ve kaba yöntemlerle yok etmeye çalışıyor. Uygur Türkleri için (her Müslümanda olması gerektiği gibi) din ve kimlik aynı anlama geldiğinden sistem önce dini hedef alıyor.
İslam medeniyetinin en doğuda neşvü nema bulan görkemli mirasını bugün Uygurlar tahammülü zor şartlarda diri tutmaya çalışıyor.
Bunun karşılığında ekonomik mahrumiyet, siyasal baskı, fiziki işkence, hayati tehlike, asimilasyon gibi her tür devlet şiddetini göğüslemek zorundalar. Üstelik işgal altındaki toprakları da Çin sömürgeciliği tarafından yağmalanmaya açık alanlar haline getirildi.
Hissiyattan öteye geçemeyen bir dayanışma, sahiplenme duygusunun Türkiye'deki karşılığı ise kimi durumlarda vahim bir hal alıyor. Uygurlara sahip çıkarken ümmet bilincini bir kenara bırakan, yeri geldiğinde siyasal manipülasyonlara açık bir yaklaşım sergileniyor.
Çin devasa bir ülke ve bunun içinde tarihimiz açısından son derece önemli
işgal altında. Buna sahip çıkmak için hiç bir Müslümanın komplekse girmesine gerek yok.
Ancak devasa Çin ülkesinde Müslümanlar sadece Uygurlardan ve Doğu Türkistan bölgesinden ibaret değiller. Sayıları Uygurlardan çok daha fazla olan, Çin'in daha iç bölgelerinde yaşayan Müslümanlardan ne kadar haberdarız? Mesela Uygur Türklerinden sayıca çok daha kalabalık olan Hui Müslümanların durumu bizi ne kadar ilgilendiriyor? Muhtemelen devlet gelenekleri olduğu için Uygurlar daha fazla baskı ve işkenceye maruz kalıyorlar. Ancak çok daha büyük bir kitle olan
Müslüman olarak yaşadıkları zorluklar, maruz kaldıkları baskılar neden hiç gündeme gelmez? Çin'in din karşıtı politikaları, Müslüman toplumları asimile etme stratejisi karşısında ne türden sorunlarla karşı karşıyalar?
Uygurların Müslüman ve Türk olmaları etnik duyarlılığı kabartıyordu belki. Müslümanlık bilinci Çin'e kadar uzanıyorsa ayrım yapmadan diğer Müslümanlara da gönlünü açabilmeli, elini uzatabilmelidir. Çin'deki zulmü sadece Uygurlarla sınırlayıp diğerlerini yok saymak, Müslüman ve kardeşlik hukukuna uymaz. Dini görünümlü bir etnik milliyetçilik tuzağına düşmek olabilecek en vahim sapmadır.