Kamu bankalarına bir sözümüz var..

04:0011/04/2016, Pazartesi
G: 13/09/2019, Cuma
Ahmet Ulusoy

Bankacılık sektörünün temel varlık nedeni
küçük tasarruf
sahiplerinden mevduatları toplayıp bunu
büyük yatırımcıların kullanımına amade
etmek ve alacakları aracılık ücreti ile faaliyetlerini sürdürmektir.


Bankalar bu işlevlerinin yanında çok daha ekstrem işlere koyulmuş, olabildiğince kârlı çalışma argümanları geliştirmişlerdir.



*


Türkiye'de son yıllarda en çok dile getirilen konuların başında

faiz oranlarının yüksekliği

gelmektedir.



Hükümet ve reel sektör temsilcileri sürekli faiz oranlarının yüksekliğinden yakınırken, beklentilerine cevap verecek adım ne merkez bankası ne de bankalar tarafından atılmaktadır.



Aslında kredi derecelendirme kuruluşu

Moddy's'in

“bankaların mali yapılarında gelecekte sıkıntı olabilir”

açıklaması

da mevcut

yüksek faiz

uygulamasının

devam ettirilmesine y

önelik bir baskılamadır. Faizlerin düşürülmesi sonucunda “bankaların mali yapıları daha da bozulabilir, sakın böylesine beklenti içinde olmayın uyarısı” olarak da nitelendirilebilir.



*


1990'lı yılların sonlarında 500 büyük sanayi kurumu verileri, gelirlerinin büyük kısmının faaliyet dışı gelirlerden (faiz geliri) oluştuğu yönündeydi. Yani sanayiciler, üretimden, istihdamdan, ihracattan vazgeçmekte, devlete para satarak (borç vererek) faiz geliri elde etmekteydiler. Risklerini de böylece minimize etmişlerdi.



Günümüzde de

reel kesim,

yüksek kredi maliyetlerinden, üretim sürecinde yaşadığı finansal eksenli sorunların altından kalkamadığı bir baskı nedeniyle

faaliyetlerine son verme

aşamasına gelmiş durumda.



Hammadde, işgücü, sermaye, girişimci ve ürüne dönüşen süreç. Üretim süreçleri de ürüne göre farklı aşamalardan, titiz çalışmalardan geçiyor (ar-ge, tasarım v.s.). sonrasında satış-pazarlama devreye giriyor.



Birçok firma büyük sermaye yatırımları karşılığında cirolarının yüzde 3-5'i oranında bir kâr elde ediyor. Ve bu kârı elde ederken de aynı getiriyi, hatta daha fazlasını sağlayan finansal yatırımlara göre çok daha fazla risk alıyorlar.



Oysa

mevduat faizi yüzde 9-10 arasında

. 2015 yılında parasını dolara yatıranların getirisi yüzde 27,5 ve altına yatıranların yüzde 13,47 (TÜİK). Yani, hiçbir

risk almadan, reel sektörün kazandığından çok daha fazla kazanılıyor.


Banka karları reel sektör karlarının çok üstünde..



*


Bunları neden söylüyoruz?



Bankalar kârlarını, verdikleri kredilerden, aldıkları faiz ve komisyonlardan elde etmektedir.



Son yıllarda bankalar riskli krediden kaçınmakta, büyük şirketleri fonlama yerine

daha çok tüketici kredileri ve konut kredisi

vermektedir.



Böylece hem yüksek getiri sağlamakta, hem de geri dönüş risklerini azaltmaktadır.



Buna karşılık, banka kredisi kullanmak isteyen işadamı-sanayici ise bankaların yüksek faiz talebiyle karşı karşıya kalmaktadır.



Küçük tasarruf sahiplerinden alıp yatırımcıya kaynak aktararak ekonomik gelişmeye, üretime, dış ticarete, gelişmeye, refaha katkı yapma amacıyla kurulan bankalar işi tersine çevirerek,

düşük gelirlileri tüketmeye teşvik

ederek kredilendirmektedir.



Cari açığın nedeni iç tasarrufların yetersizliği iken, düşük düzeydeki tasarruflar da düşük gelir sahiplerine tüketim amacıyla kullandırılmakta, gelecekteki gelirlerinin bugünden harcanması sağlanarak tasarrufların daha da azalacağı ve

toplumun geniş kesiminin banka kredilerine bağımlı olduğu ve sürdürülemez bir yapının

ortaya çıkmasına neden olunmaktadır.



*


Faiz üretim faktörlerinden sermayenin maliyeti.



İşletmeler hem üretim sürecinde hem de yatırım sürecinde borç kaynak kullanmak zorundalar. Ne ölçüde yüksek faizlerden borçlanılırsa üretim maliyetleri ona göre yüksek olmakta ve bu yüksek maliyet ise bir şekilde fiyatlara yansıtılmaktadır.



Buna maliyet enflasyonu denilmektedir.



İhracatçı firmaların maliyet artışlarını (örneğin yüksek faiz maliyeti) fiyatlara yansıtması son derece zordur. Çünkü çoğu kez rekabetçi bir piyasaya mal satmaktadırlar ve fiyatlardaki küçük bir artış piyasaya girememe nedeni olabilmektedir. Bu durumda firma ürününü satabilmek, yani ihracat yapabilmek için kârlılığından vazgeçmekte ve belki de kâr etmeden ürününü satmak zorunda kalmaktadır.



Burada kur hareketleri de büyük önem taşımaktadır.



*


Avrupalı işadamı-sanayici yüzde 2-3 faiz maliyetiyle çok rahat kredi bulabilirken bizdeki yatırımcı

asgari yüzde 15

faiz oranlarından kredi bulabilmektedir.



Bu derece yüksek faizlere rağmen halen Türkiye ekonomisi yüzde 4 büyüyorsa, 150 milyar dolar ihracat yapıyorsa ve yılda 800-900 bin kişiye iş imkanı sağlayabiliyorsa bu tabloya imza atanları yürekten kutlamak gerekiyor.



Üstelik Türk sanayicisi-işadamı, piyasayla entegre olmaya yanaşmayan, başını kuma gömmüş, en güçlü

Başbakan-Cumhurbaşkanını bile

şikayet

ettiren

bürokrasiy

e rağmen

bunu gerçekleştirmektedir.



*


Kredi faizleri merkez bankasının belirlediği politika faizleri ve gecelik faizlerden doğrudan etkilenmektedir.



İş dünyasının ve ekonomiden sorumlu bakanların merkez bankasına “faizleri indirin” baskısı bu nedenledir.



İlginçtir,

faizler düşerse enflasyon artar dogmasına inanan

merkez bankası yönetimi (nedense toplumun geniş finans-ekonomi çevreleri aynı hurafeye inandırılmış) faizleri hep yüksek tuttu ama

enflasyon hedefleri tutmadı

.



Dünya durgunluk yaşıyor, emtia fiyatları, petrol fiyatları düşüyor ama bizde enflasyon düşmüyor.



Acaba faizleri yüksek tuttuğundan enflasyon düşmemiş, maliyet enflasyonu hüküm sürüyor olabilir mi?



“Ekonometrik çalışmalar bunu göstermiyor” argümanı inandırıcı değil. Modellerin nasıl manipüle edilebileceği iyi biliniyor.



*


Demek ki, enflasyonu bahane gösterip yüksek politika faizi ya da gecelik faiz belirlemenin bir anlamı yok.



İnsanlara hedef enflasyon göstermenin inandırıcılığı kalmadı. Belli ki piyasa aktörleri kredi maliyetlerine göre fiyatları mark up yapıyor.



Bir de reel sektörden yana, düşük faiz politikasıyla, üretimi destekleyerek varlığına inandığınız

talep enflasyonunu dizginlemeyi bir düşünemez miyiz

?



Dünya üzerinde

para politikalarının etkinliğini kaybettiği

, artık yoğun bir şekilde ekonomik hedefler için

maliye politikalarının kullanıldığı

görülmektedir.



Bizdeki tecrübeler faizleri yüksek tutmanın talebi-tüketimi kısıp

enflasyonu kontrol altına almada

işe yaramadığı, ama maliyet kanalıyla enflasyonu beslediği hem de yüksek kredi maliyetleri ile büyümeyi baskıladığı gerçeğini yansıtmaktadır.



O zaman

faizlerle piyasayı hizaya getirme yanlışından vazgeçelim

.



*


Bir sözümüz de

kamu bankalarına

olsun.



Kamu bankalarının yöneticileri,

kamu kavramını

, toplum yararını, kamu faaliyetinin pozitif dışsallığını çöpe atmış özel sektörle yarış işine girmiş

tir

. Sektördeki

aktiflerin yüzde 32'sine

sahip kamu bankalarının (3 banka) 2015 yılı

dönem k

â

rının yüzde 41'ini
elde etmesi

bunu net şekilde göstermektedir.



Kamu bankalarının

mevduat faizi

bazı özel bankalardan çok daha yüksek (yıllık mevduat faizleri yüzde olarak Vakıfbank' ta 10.25, Ziraat Bankasında 9.25, Garanti Bankası 8.35, Finansbank 4.75, Yapı Kredi 5.1 ve Akbank 9). Mevduat faizleri, kredi maliyetlerini belirleyen birincil faktör. Bu nedenle piyasadaki aktiflerin yüzde 32'sine (özel bankalar yüzde 52, yabancı bankalar yüzde 16) sahip kamu bankaları, merkez bankasıyla beraber

piyasa faizinin düşmesine öncülük

edebilirler.



Devletin bütün kurumlardan beklentisi
kamu yararının

öne çıkartılmasıdır.



En büyük

kamu yararı

da üretimin, istihdamın, ihracatın, büyümenin ve dolayısıyla top

lumsal refahın artışına katkı

sağlayacak uygulamalardır.



Kamu bankaları

yöneticilerini bankanın

kuruluş amaçlarını

(ekonomik kalkınmaya öncülük etmek, piyasa mekanizmasındaki aksaklıkları giderme, dışsal faydası yüksek ama özel sektörün desteklemeyeceği yatırımları finanse etme)

bir kez daha okumaya davet ediyorum.


Kamu bankalarına yapılacak yönetici atamalarında “açgözlü piyasa bankacılığı” felsefesiyle yüksek kar hedefine sabitlenmiş yöneticiler yerine, kamu bankalarının kuruluş amaçlarını (kamu yararı-ekonomik kalkınmaya destek olma) içselleştirmiş olanların tercihi de ayrı bir öneme sahiptir.



*

  1. Avrupa Merkez Bankası (ECB) faizleri sıfıra (% 0) indirmiş.
  2. ABD , İngiltere ve Norveç Merkez Bankaları faizi % 0.5 olarak belirlemiş.
  3. Japonya, İsviçre, Danimarka ve İsveç Merkez Bankaları negatif faiz uyguluyor (yani faiz oranları sıfır (0) bile değil).
  4. Şili % 3.5, Güney Kore % 1,5, Macaristan % 1.2, Meksika % 3,75….
  5. Türkiye Merkez Bankası'nın uyguladığı politika faizi % 7.5…
Avrupa Merkez Bankası, ABD Merkez Bankası, Japon Merkez Bankası ve diğerleri piyasayı fonlayıp ekonomiyi canlandırmaya uğraşırken, TCMB piyasayı yönlendiren
faizleri yüksek tutarak girişimcilere adeta bedel ödettirmektedir
. Umuyoruz kısa sürede bir düzeltme yapılır ve reel sektörün ayağındaki
faiz prangası
çözülür.


*


Piyasa aktiflerin önemli bir kısmına sahip

kamu bankalarının

(hatta piyasa yapıcı özel bankaların) merkez bankası faiz politikalarına vereceği destekle

faiz indirimi sürecine katkı

sağlayabilecektir.



Kısaca, 3 büyük

kamu bankası

finans piyasalarını yönlendirerek başta faiz indirimi olmak üzere uzun vadeli, uygun geri ödeme koşullarıyla gelişme potansiyeli taşıyan reel sektörü fonlayıcı

proaktif bir yönetim anlayışına

terfi etmelidir.


#Kamu bankaları