Umudun siyaseti..

04:0026/02/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Abdullah Muradoğlu

Bir iki yazıdır İslam uygarlığının merkezi havzasına barış, huzur, istikrar ve refah getirecek bir “
Büyük Sözleşme
”ye atıflarda bulunuyoruz. Bazıları bu atıflarımızı suya yazılan, iyimser, bölgenin filli gerçeklikleriyle uyuşmayan ütopik vaazlar olarak görebilirler. Elbette, böyle bir sözleşmenin bugünden yarına gerçekleşmesinin ne kadar zor olduğunu ben de biliyorum. Bölge kan gölüne dönüşmüş iken böyle bir düşüncenin hayata geçmesini umut etmek çoğu insana hayalperestlik olarak görünebilir. Öte yandan böyle bir hayale sadece fikir adamlarının, din adamlarının, siyasetçilerin ve halkların inanması da yeterli değil. Bölge rejimlerinin de bu sözleşmeyi içtenlikle istemeleri gerekir. Bu da yönetici sınıfların uzlaşmaya, diyaloga, tavize açık olmalarını ve halklara yönetimde daha fazla temsil hakkı tanımalarını zorunlu kılıyor.


İslam uygarlığının merkezi havzasında gerçekleşecek bir sözleşmenin kısa ve orta vadede daha geniş ölçekte olumlu yansımaları olacaktır. Gerçi bölgede uzun süredir '

umutsuzluk siyaseti

'nin etkili olduğu ve bu yüzden bölgenin

'yeni bir yön'

kavramına ihtiyaç duyduğu öteden beri dillendiriliyordu. Rejimlerle halklar arasındaki uyuşmazlığın bölgeyi felç ettiği, nüfusun önemli bir oranını teşkil eden gençleri umutsuzluğa sürüklediği ortada. Umutsuzluğu, besleyen ortamların yol açtığı tahribat ise bir yandan 'acziyet', bir yandan 'şiddet' üretiyor.



Bölgemizin bu çıkmazdan kurtulabilmesi için yerleşik bakış açılarının değişmesi şart. Ne kadar umutsuzca görünürse görünsün, diyalog ve anlaşma yollarını sonuna kadar zorlamak, bölgemizin emperyalist güçlerin müdahale edebildiği bir bölge olmaktan ivedilikle kurtulması gerekiyor. Bölge devletleri birbirine set çekmek yerine birbirine yol veren yeni bir bakış açısı geliştirmeliler. Devletler arasındaki ilişkilere 'gizli ajandalar' yerine,

'açıklık'

, '

dürüstlük

',

'işbirliği'

ve '

diyalog

' hakim olmalı. Bölge halkları olarak birbirimize muhtacız, açık veya gizli birbirimizle çekişerek, birbirimizi tüketerek bir yere varamayız. Bölgemizde “

hukukun üstünlüğü

”nü tesis etmek, “

sosyal adalet

”i gerçekleştirmek, çıkarlarımızı azami ölçülerde birbiriyle uyumlulaştırmak, imkanlarımızı birbirimiz için kolaylaştırmak durumundayız.



Halihazırda bölge devletleri ülkelerinin milli servetlerini birbirilerine karşı kullanmak üzere silahlanmaya harcıyorlar. Kin, nefret, kargaşa yaygınlaşıyor ve tabiatiyle halklar arasındaki bölünmeler giderek derinleşiyor. Bölge halklarını birbiriyle yakınlaştırması ve kaynaştırması gereken manevi değerler giderek çözülerek fakirleşiyor. Mezhebî farklılıklar, siyasi görüşler, kabilecilikler, dar milliyetçilikler “

ed-Din

”in önüne çıkarak daha fazla sekter hale geliyorlar. Bölgemizin dünya siyaseti ve insanlık ailesi içindeki yeri giderek daha fazla anlamsızlaşıyor. Bu durumun manevi açıdan getireceği yıkım ise telafi edilemeyecek ölçülere kadar ulaşabilir.



Oysa bölgemizde bir “Büyük Sözleşme”nin, bir “

Barış Paktı

”nın gerçekleşmesi halinde, dünya servetini ve dolayısıyla küresel siyasi yönetim tekelini elinde tutan “

yüzde 1

”in insanlık ailesine tahakkümünü sona erdirmek de mümkün hale gelecek. Bugün ne durumda olursa olsun, İslam uygarlığının merkezi havzası, insanlık ailesinin huzur ve saadetini temin edebilecek manevi potansiyele sahip yegâne seçenektir. Bu potansiyeli ortaya çıkarmak için daha fazla çaba sarf etmek ve ihtiyacımız olan “Büyük Sözleşmeyi” gerçekleştirmek herkes için farziyettir. Bu sözleşmeyi sadece bir 'faraziye' olarak görmeyerek bile işe başlayabiliriz.


#Büyük Sözleşme
#İslam
#Barış Paktı