‘Şark meselesi’nde yeni fasıl!

04:005/06/2016, Pazar
G: 13/09/2019, Cuma
Abdullah Muradoğlu

Almanya'nın dahil olmasıyla birlikte, “
1915 Felâketi”
ni 'soykırım' olarak kabul eden ülkelerin sayısı 29'a çıktı. Türkiye ve AB arasında “
mülteciler”
konusunda kritik bir süreç yaşanırken Alman parlamentosunda alınan bu kararın arkasında yatan gerçek neden anlaşılmış değil. Bu karar, diğer ülkelerin aldığı kararlar gibi elbette 'hukuki' bir sonuç doğurmayacak ama hiç kuşkusuz boşuna atılmış bir adım da değildir. Alman parlamentosunun aldığı bu anî kararın bir anlamı ve amacı olsa gerek. Almanya bu kararı 'insani' nedenlerle almış olsaydı, önce, 1904-1907 yılları arasında Güney-Batı Afrika'da(Namibya) “
Alman İmparatorluğu
” tarafından hiç kimsenin aksini iddia edemeyeceği bir açıklıkta gerçekleştirilen “
Herero'lar
” ve “
Nama'lar
”a yönelik soykırım konusunda da parlamentoda bir karar çıkarması gerekirdi.


Katliâmcı general

von Trotha

, Alman Genelkurmay Başkanı

von Schlieffen

'e gönderdiği mektupta,

“Hererolar'ın bir millet olarak yok edilmesi gerektiğine inanıyorum”

demişti. Namalar'ın yüzde 50'ye yakını, Hererolar'ın ise yüzde 80'i can vermişti. Hererolar'dan sağ kurtulanların sadece 2 bini erkekti. Namibya'daki soykırım konusunda Almanya'da resmi olmayan özürler ifade edildi. Ancak Alman Hükümeti “resmi” bir özürden hep kaçındı.



Namibyalıların Almanya'dan toprak talepleri yok. Ermenistan ise bizim sınır komşumuz ve

“Karabağ

” işgal altında. Ermenistan'ın tek başına Türkiye'den taviz elde etmesi de mümkün değil. Fakat etrafımızdaki bölgede sınırların delik deşik olduğu, yeni devletçiklerin teşekkül ettirilmeye çalışıldığı kanlı bir süreç yaşanıyor. Böyle netameli bir süreçte Almanya'nın bu kararı alması, başka ülkelerin de ileride benzer kararlar almaları hassas durumlara yol açabilir.



Bir devletin bir başka devlet üzerinde baskı kurarak istediğini elde etmesi başka devletlerin muvâfakatına bağlıdır. Bu muvâfakat pek çok hesap ve sebepler neticesiyle meydana gelir. İngiltere ve Fransa çıkarları gereği uzun süre, Rusya'ya karşı “

Osmanlı İmparatorluğu

”nun toprak bütünlüğünün muhafaza edilmesinde fayda gördü. Adı geçen ülkelerin Osmanlı'nın parçalanmasında çıkarları çakıştığındaysa durum değişti. Ve biz “

Birinci Dünya Harbi

”nde bu üç devletle savaşmak zorunda kaldık. Sonuçta Osmanlı paramparça edilerek ortadan kalktı.



Merhum

Yusuf Akçura

1902'de yazdığı bir makalesinde Balkanlar'da cereyan eden ayrılıkçı gelişmelere dikkat çekmişti. Bu gelişmeler karşısında aklıselim davranılmaması durumunda

Selanik, Manastır, Kosova

ile Anadolu'da Ermenilerin hâk iddia ettikleri “

Altı Vilayet

”in Osmanlı'dan ayrıldığını görmek felaketiyle karşılaşabileceğimizi öngörmüştü. Akçura, bugün Almanya'nın ve diğer ülkelerin söz konusu girişimlerine ışık tutan şu cümleleri de sarfetmişti:



“Diplomatlar bir meselenin arkasındaki gerçeğin ortaya çıkmasının işlerine gelmediği durumlarda bu meselelere müphem bir isim takarlar. Sonra o mesele hakkında o kadar çok yazı yazar, söz söylerler ki artık zikredilen bu meselenin neden ibaret olduğunu anlamak için, o bir sürü tafsilât ve teferruat arasından asıl maddeyi seçip çıkarmak güçleşir. 'Şark meselesi' tabir edilen cümle de diplomatlığın uydurdukları arasındadır.”


Manastır, Selanik, Kosova, hepsi de elimizden çıktı. Bunlar olup bitmiş işlerdir ve artık tarihe aittir. Fakat tarih, maziyi yâd ettirerek istikbal hakkında ders verir. Almanya'nın aldığı bu kararın özü şudur: 1071'deki “

Malazgirt Zaferi

”yle başlayan, İstanbul'un fethiyle yeni bir çehre kazanan ve odağında Türkiye'nin yer aldığı '

Şark Meselesi

'nde yeni bir fasıl açılmıştır.


#1915 Felâketi
#Şark Meselesi
#Birinci Dünya Harbi
#Yusuf Akçura