Devletime sığınanları asla geri vermem

00:0025/03/2012, Pazar
G: 5/09/2019, Perşembe
Abdullah Muradoğlu

Esad rejiminin halkla savaşına destek vermeyerek ordudan ayrılarak Türkiye''ye sığınan bazı generallerin Suriye''de gözaltında tutulan iki gazeteci arkadaşımızın serbest bırakılması karşılığında iade edilmesine ilişkin iddiaların düzmece olduğu aşikar. Zira böyle bir adet milletimizin geleneklerine ters. 163 yıl önce Sultan Abdülmecid, Avusturya ve Rusya hükümetlerine hitaben yayınladığı bir deklarasyonda “Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat, devletime sığınanları asla geri vermem” demişti. 1849''da

Esad rejiminin halkla savaşına destek vermeyerek ordudan ayrılarak Türkiye''ye sığınan bazı generallerin Suriye''de gözaltında tutulan iki gazeteci arkadaşımızın serbest bırakılması karşılığında iade edilmesine ilişkin iddiaların düzmece olduğu aşikar. Zira böyle bir adet milletimizin geleneklerine ters. 163 yıl önce Sultan Abdülmecid, Avusturya ve Rusya hükümetlerine hitaben yayınladığı bir deklarasyonda “Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat, devletime sığınanları asla geri vermem” demişti. 1849''da Osmanlı''ya sığınan Macar, Polonyalı ve İtalyan mültecileri Avusturya ve Rusya''ya iade etmediği için bu iki büyük güçle karşı karşıya gelen Osmanlı Devleti hiçbir baskıya boyun eğmemişti. Osmanlı tarihinde “mülteciler meselesi” olarak anılan gelişmeler Osmanlı''yı savaşın eşiğine kadar getirmişti. Bu yüzden Polonyalılar ve Macarlar, liderlerini teslim etmeyerek büyük bir ahlak sergileyen Türkiye''yi şükranla anıyorlar.

İki gazeteci arkadaşımızın(Hamit Coşkun, Adem Özköse) Suriye''de gözaltına alınmasıyla ilgili bazı iddialar ortaya atıldı. Buna göre Esed Rejimi, iki arkadaşımızı ordudan firar ederek Türkiye''ye sığınan bazı muhalif generallerle takas etmek için rehin tutuyor.

Önceki gün gazetemizde konuşan, gazeteci arkadaşlarımızdan Adem Özköse''nin babası Mustafa Bey ise bu iddialar karşısında “Böyle bir şey yok. Olması da insani değildir. Bizim kültürümüz ve inancımız buna müsaade etmez” demişti. Acı içerisindeki bir babanın takındığı bu tavır, milletimizin ruh kökünün ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor.

Mustafa Bey''in asil tavrı bana, 163 yıl önce, Osmanlı''ya sığınan Macar ve Polonyalı mültecilerin iadesini isteyen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu''na ve Rusya Çarlığına hitaben yayınladığı bir deklarasyonda “Tacımı veririm, tahtımı veririm fakat, devletime sığınanları asla geri vermem” diyen Sultan Abdülmecit''i hatırlattı.

ABD BAŞKANINDAN OSMANLI''YA ÖVGÜLER

Rusya ve Avusturya''nın tehditlerine karşı mültecileri himayet etmekten kaçınmayan Sultan Abdülmecit, sığınmacı Macar lider Lajos Kossuth''a yazdığı mektupta mültecilerin bizzat kendisinin misafiri olduklarını, onların saçının bir teline zarar gelmektense halkından 50 bin kişinin kurban edilmesini yeğleyeceğine dair güvence vermişti.

Savaşı göze almak pahasına Sultan Abdülmecit''in gösteriği bu tavır Avrupa''da geniş bir yankı uyandırmıştı.

Dr. Bayram Nazır''ın “Osmanlıya sığınanlar” başlıklı kitabında aktardığına göre, Macar milli lideri Kossuth daha sonra İngiltere''de yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti:

“Bugünkü hayatım ve hürriyetime sahipliğim Avusturya ile Rusya''nın tehditlerine, baskılarına rağmen beni ve arkadaşlarımı muhafaza eden Türkler sayesindedir. O Türkler ki, yüksek hislerle ve insan haklarına saygılı oluşları ile tüm tehditlere boyun eğmediler. Türk milleti bu yönüyle üstün bir güce sahiptir. Türkiye''nin bugün ve istikbalde mevcut olması Avrupa''nın ve insanlık aleminin yararınadır. Ben, Türklerden gördüğüm lütuf ve saygının hatıralarıyla yaşayacağım”.

Osmanlı''nın tavrı Avrupa''nın yanı sıra Amerikan basınını da etkilemişti. 1850''de Washington''a gönderilen Osmanlı Elçisini sıcak bir şekilde karşılayan Amerikan başkanı Zachary Taylor, Sultan Abdülmecit''in mülteciler meselesinde ortaya koyduğu tavırla Amerikan halkının sempatisini kazandığını ifade etmişti.

DEVLET-İ ALİYYE''NİN ŞANINA YAKIŞMAZ

Şubat 1848''de Paris''te patlak veren ve Krallık rejimin devrilip yerine cumhuriyetin kurulduğu ayaklanmaların ardından bir anda bütün Avrupa''yı baştan aşağı sarsan devrimler, bünyesinde çeşitli ulusları barındıran imparatorlukları tir tir titretirken Osmanlı Devleti, Macar, Polonyalı ve İtalyan devrimcileri kendi ülkesine sığınmacı olarak kabul ederek büyük bir risk almıştı.

“1848 Devrimleri” Osmanlı tarihinde “mülteciler meselesi” olarak anılan bir dizi diplomatik krize sebebiyet vermişti. Mülteciler meselesi Osmanlı''yı neredeyse Rusya ve Avusturya ile savaşın eşiğine getirmişti.

Budapeşte''de Lajos Kossuth''un başlattığı başkaldırı sonucunda Macar Milli Hükümeti kurulmuştu.

Avusturya İmparatoru Franz Joseph ayaklanmaların önünü almak için Rus Çarı I. Nikola''dan yardım istemişti. İki imparator elbirliğiyle hareket ederek Macar özgürlük hareketini ve diğer ayaklanmaları bastırmışlardı.

Rus işgali altındaki Polonya''daki ayaklanmaların başına da aynısı gelmişti.

1849''da başta Kossuth olmak üzere, birkaç general ve daha alt seviyede yüzlerce subayın yanı sıra binlerce Macar Osmanlı topraklarına girerek sığınma talebinde bulunmuştu. Osmanlı''ya sığınanlar sadece Macarlardan ibaret değildi, onlara Polonyalılar ve İtalyanlar da katılmıştı.

Osmanlı hükümeti mültecileri Avusturya ve Rusya''ya teslim edilmeleri canlarını tehlikeye atacağından, bu durumun “Devlet-i Aliyye”nin şanına ve şerefine uygun düşmeyeceği görüşüyle kapılarını açmıştı. II. Bayezid de İspanya''da engizisyon zulmünden kaçan Musevilere aynı şekilde Osmanlı''nın kapılarını açmıştı.

1849''da Osmanlı''ya iltica eden mülteciler gittikleri her yerde büyük bir misafirperverlikle karşılandılar.

Dr. Bayram Nazır''ın verdiği bilgilere göre İlk gelen

mülteciler, 53''ü Macar, 833''ü Polonyalı, 464''ü İtalyan

olmak üzere 1350 kişiydi. Aralarında 2 politikacı,

4 general, 2 Miralay, 365 subay ve 949 asker vardı. Kısa sürede bu sayı beş bini bulmuştu.

ERDEL TEPELERİNDE HİLAL''İ GÖRMEK İSTİYORUZ

Mülteciler Meselesini görüşen “Meclis-i Mahsus” bütün baskılara rağmen mültecilerin iade edilmeyecekleri yolunda görüş birliğine varmıştı. Avusturya ve Rusya''nın Osmanlı Hükümetine nota üstüne nota vermişler, hatta bir süre diplomaitk ilişkileri sona erdirmişler, yine de bir sonuç alamamışlardı.

Avusturyalılar da tıpkı “Timur” gibi Osmanlı hükümetinden Kossuth''u ya kendilerine teslim edilmesini ya da öldürülmesini istemişlerdi. Aynı istek paketi içerisinde bazı mülteci liderlerinin vurdurulması ve buna Osmanlı yöneticileri tarafından göz yumulması da yer alıyordu. Bu tekliflerin hiçbir de karşılık bulmamıştı.

İlkin “Vidin”de kurulan mülteci kamplarında, sonra da “Şumnu”daki kamplarda ikamet ettirilmiştiler. Kamplardaki mültecilerin güvenliğini sağlamak için önlemler alınmıştı. Zira Avusturya ve Rusya hükümetinin büyük paralar vererek görevlendirdikleri ajanlar ihtilal liderlerini kaçırmak veya öldürmek için birkaç girişimde bulunmuşlar, ancak muvvaffak olamamışlardı.

Mültecilerin arasına karışmak isteyen ajanlar yakalanıyorlardı. Joseph Bem (Murad Paşa)''i öldürmek isteyen bir suikastçi grubu yakalanmış ve yargılanarak cezalandırılmışlardı.

Mültecilerin güvenliğiyle ilgili olarak zaaf gösteren görevliler derhal azlediliyorlardı. Mültecilerin şikayetçi oldukları subayları cezalandırmakta en ufak bir tereddüt gösterilmiyordu. Bu yüzden kampları ziyaret eden Osmanlı temsilcileri Türkçe olarak “Padişahım çok yaşa” nidalarıyla karşılanıyorlardı.

Mülteciler meselesi Avusturya ve Rusya''yla bir savaş tehlikesini de içeriyordu. Osmanlı Hükümetine bir mektup yazan mülteci liderleri, kendilerine gösterilen muameleden dolayı şükran duyduklarını ifade ederek şöyle diyorlardı:

“Her an Türk toplarının sesini duymayı bekliyoruz. Eski zamanlarda olduğu gibi Viyana surları önünde Macar yurtseverlerinin bayraklarıyla Osmanlı bayraklarının birarada dalgalandığı zamanı özlüyoruz. Erdel tepelerinde dağlar, Hilal''in dalgalanmasını görme ümidi içerisinde..”

Öte yandan “Mülteciler meselesi”nde Osmanlı halkı da Hükümete büyük bir destek vermişti.

Osmanlı şehirlerinden Sadaret makamına gönderilen yazılarda bu meseleden ötürü çıkacak bir savaşa halkın gönüllü olarak katılacağı bildirilmişti.

MÜSLÜMAN OLAN DEVRİMCİ GENERALLER

Mültecilerin bir kısmı daha sonra, Macar Hükümeti başkanı Kossuth başta olmak üzere Kütahya''ya gönderilmişlerdi. Mülteciler arasında İslamiyeti kabul edenler hızla artıyordu. Müslüman olan subaylar Osmanlı ordusunda istihdam ediliyorlardı.

Macar özgürlük savaşında büyük kahramanlıklar göstermiş bulunan General Josef Bem''in Murad Paşa adını alarak müslüman olması Avrupa kamuoyunda geniş yankılar uyandırmıştı. General Bem''in yanı sıra, General Kimety(İsmail Paşa) ve General Stein(Ferhad Paşa) de müslüman olmuştu.

Ne tesadüf, Esed Rejimi Türkiye''ye sığınan genarellerin peşine düşmüşken, 1849''da Osmanlı''ya sığınan ve akabinde müslüman olan Macar Generaller ve diğer subayların Halep''te ikamet etmeleri uygun görülmüştü.

Osmanlı Ordusu''na katılan Macar milli kahramanı Murad Paşa, 1850''de Halep''te vefat etmişti. Paşa için Halep''te büyük bir cenaze merasimi tertip edilmişti. Halkın büyük ilgi gösterdiği Murad Paşa''nın naaşı tekbirlerle toprağa verilmişti. Paşa''nın vefatından hüzünlenen Sultan Abdülmecit, ona şanına yakışır bir mezar yaptırmıştu.

Merhum Taha Toros''un verdiği bilgilere göre, 1929''da Polonya, Türkiye ve Fransa Cumhurbaşkanlarının girişimleriyle Murad Paşa''nın kemikleri Halep''ten alınarak İstanbul''a götürüldü. Paşanın Türk ve Polonya bayraklarına sarılan tabutu törenle Sirkeci İstasyonu''ndan Polonya''ya uğurlandı.

1912''de İstanbul''a sığınan Tunuslu mücahit lider Ali Başhamba da 1918''de İstanbul''da vefat etmişti. Başhamba''nın naaşı da 1950''lerde Tunus bağımsızlığını kazandıktan sonra aynı şekilde memleketine götürülmüştü. Murad Paşa(Josef Bem) ve Ali Başhamba kendi ülkelerinde “milli kahramanlar” olarak anılıyorlar.

Sözün özü, milletimizin asil gelenekleri arasında kendisine sığınan mazlumları düşmanlarına teslim etmemek önemli bir insanlık değeri olarak yer alıyor.

1848 Dünya Devrimi ve Osmanlılar..

Yeni devrim çağını açan 1848 isyanları, “Arap Baharı”nı andıran bir biçimde bütün kıtayı altüst etmiş, imparatorlukların yanı sıra liberal, sosyalist, demokrat-milliyetçi ideolojileri ve akımları derinden etkilemişti.

“Anayasacı” ve “cumhuriyetçi” talepleri içeren 1848 Devrimleri ilk başta Kral Louis Philippe''yi devirerek Fransa''ya “II. Cumhuriyet”i vermişti.

Pek çok devlet anayasa vaadinde bulunmak zorunda kalmış, Avusturya egemenliği altındaki Macaristan''da milli hükümet kurulmuş, Venedik''te cumhuriyet ilan edilmiş, diğer İtalyan şehirlerinde, Rus işgali altındaki Polonya''da, Bohemya ayaklanmalar olmuştu.

1848 ayaklanmalarıyla birlikte Avrupa''da “statüko” yanlılarıyla “değişim” yanlıları arasında büyük bir mücadelenin tohumları atılmıştı.

Avrupa başkentlerinde ve şehirlerinde ardarda gelen kitlesel ayaklanmalar, 1789 devriminin türettiği Fransa İmparatoru Napolyon''un yenilgiye uğratılmasından sonra 1815''de kurulan statükocu “Avrupa devletler dengesi”ni yerle bir etmişti.

İmmanuel Wallerstein, Giovanni Arrighi ve Trence K. Hopkins''in birlikte kaleme aldıkları “Sistem Karşıtı Hareketler”de 1848 Devrimi''ni şöyle yorumluyorlardı:

“Yalnızca iki dünya devrimi olmuştur. Biri 1848''de oldu, ikincisi ise 1968''de. Her ikisi de birer tarihsel yenilgiydi. Ama ikisi de dünyayı dönüştürdü. Her ikisinin de planlanmamış ve bu yüzden de derin anlamda kendiliğinden oluşu her iki olguyu da - başarısızlığa uğramaları olgusunu ve dünyayı dönüştürmeleri olgusunu – açıklamaktadır. Bugün 1789 Fransız Devrimi''ni kutluyoruz, ya da en azından kimi insanlar kutluyor. 1917 Sovyet Devrimi''ni de kutluyoruz, ya da en azından kimi insanlar kutluyor. 1848''i, ya da 1968''i kutlamıyoruz. Ancak bu tarihlerin, bu kadar çok dikkat çeken o iki tarih kadar, belki daha da önemli oldukları iddia edilebilir.”

Rusya ve Avusturya gibi iki büyük imparatorluk gücüyle savaşı göze almak pahasına Macar, Polonya ve İtalyan devrimcileri ülkesine kabul ederek “1848 Dünya Devrimi”ni en cesur şekilde karşılayan da Osmanlı olmuştu.

Yıldırım Bayezid mülteciler için Timur''la savaştı

Ülkemize sığınmış bazı siyasi mültecilerin (Azeri, Kazak, vs.) ülkelerine iade edilmesi kamuoyunda haklı bir tepkiye neden oluyor.

Bazı Çeçen muhaliflerin can güvenliklerinin sağlanamaması ve iki Suriyeli muhalif subayın kaçırılarak Esed rejimine teslim edilmesi de keza büyük bir üzüntü kaynağı.

Oysa 1849''da Sultan Abdülmecit, Macar, Polonyalı (Leh) ve İtalyan mültecilerin iadeleri için baskı yapan “Moskof (Rusya)” ve “Nemçe (Avusturya)” hükümdarlarına şu cevabı vermişti.

“Ben ki, tek bir mülteciyi vermemek için Timur''un hapishanesinde ölen Beyazıd''ın torunuyum, bir alay Macar ve Leh mültecisini sizlere nasıl veririm.”

Gerçekten de Yıldırım Beyazıd kendisine sığınan Bağdat''taki Celayir Hükümdarı Ahmet ile Azerbaycan''daki Karakoyunlu Hükümdarı Kara Yusuf''u vermeyi kabul etmediği Timur''la savaşmayı göze almıştı.

Timur, Yıldırım Bayezid''ten Kara Yusuf ile Sultan Ahmet Celayir ve ailelerinin ya kendisine teslim etmesini yahut öldürülmelerini istemişti.

Yıldırım Bayezid, kendisine sığınan kimseyi düşmanına teslim etmek Osmanlı töresine aykırı olduğu için bu teklifi kabul etmemişti.

1402''de Ankara''nın Çubuk ovasındaki savaştan Timur galip gelmiş ve esir düşen Yıldırım Bayezid bir süre sonra vefat etmişti.

Osmanlı''da “fetret dönemi”nin başlamasına sebebiyet veren bu savaş, Yıldırım Bayezid korkusu yaşayan Avrupa''da büyük bir sevinçle karşılanmıştı.

İşte Sultan Abdülmecit ''in 1849''da Moskof ve Nemçe imparatorlarına gösterdiği örnek buydu. Mültecileri iade etmektense atası Yıldırım gibi olmaya bile hazırdı.

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.