Putin, G-20 zirvesi için Antalya'ya geldiğinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'la görüşmesi sırasında Suriye haritası üzerinde Büyük Cerablus operasyonu hakkında bilgi verilmişti.
Putin haritada kendisine gösterilen bölgeyi görünce, ”Amerika orayı Kürtlere vermeyi planlıyor” demişti.
24 Kasım'da Rus uçağı düşürülmese bir iki gün içinde ABD ile Türkiye'nin öncülüğünde, Cerablus'a yönelik ”Büyük Operasyon” başlayacaktı.
Rus uçağının düşürülmesiyle birlikte Suriye'de tablo aleyhimize işlemeye başladı.
Putin'in o gün söyledikleri bugün gerçekleşiyor. Ama bir farkla. Amerikalılar değil bizzat Putin yapıyor. Ama ABD'nin himayesi sayesinde.
Önceki gün Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın başkanlığında kritik bir güvenlik toplantısı yapıldı.
Mülteciler bu kez Suriye sınırının içinde oluşturulan kamplarda muhafaza edilmeye çalışılırken, barajın kapakları patlamaya yaklaştı.
Havadan Rus uçaklarının bombardımanı karadan ise rejim ve PYD güçlerinin operasyonuyla, halk planlı bir şekilde Türkiye'ye doğru süpürülüyor.
Olayın sadece mülteci boyutu yok. Türkiye'nin Türkmenlerle ve Özgür Suriye Ordusu ile irtibatının kesilmesi daha ciddi bir sorun oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Latin Amerika gezisi dönüşünde,
“Irak'ta düşülen hataya Suriye'de düşmek istemiyoruz”
Yine şu satırlar Erdoğan'ın Latin Amerika dönüşünde yaptığı değerlendirmeden, ”Türkiye, Kuzey Irak gibi bir 'Kuzey Suriye' oluşturulmasına engel olmaya kararlı. Böyle bir gelişmeye seyirci kalmayacak. Askeri seçenek de dahil her türlü önlemi alacak.”
Ankara'da bir süredir alternatif senaryolar tartışılıyor.
Bunlardan biri, halen muhaliflerin elinde olan Azez'in durumu. Kobani için söylenmişti ama yanlış değerlendirildi. Fakat Halep için aynı şeyi söylemek mümkün. Eğer tedbir alınmazsa Halep düştü düşecek. Tedbiri kim alacak? Rusya'nın her yaptığına göz yuman müttefikimiz ABD mi? Bu aşamada Azez'in tahkim edilmesi gerekiyor. Yaşadığımız tüm mağduriyete rağmen Suriye konusunda BM kararları çerçevesinde ve koalisyon ortaklarıyla birlikte hareket ediyoruz. O nedenle TSK'nın Azez'e girmesi gibi bir planlama söz konusu değil. Ama kimi çevrelerde bu tartışılmadı değil. Azez'in korunması stratejik öneme haiz olduğu için ciddi bir çalışma yürütülüyor. Uluslararası hukuk çerçevesinde Türkiye'nin büyük göç dalgasını Suriye sınırları içinde engelleme imkanı üzerinde duruluyor. Bunun sırımızda oluşturulan kamplar bağlamında söylemiyorum. Azez özelinde zikrediyorum.
İkinci kritik noktayı ise muhalefetin nefes almasını sağlamak için Mare hattının açık tutulması gerekiyor. Mare hattı kesilirse muhalefetin tüm ikmal kanalları kapanmış olacak. Bunun için fiili olarak bir güvenlik hattının çekilmesi gerekiyor.
Artık tampon bölge ya da güvenlik bölge seçeneklerini geçtik, güvenli hat dahi stratejik öneme haiz hale geldi. O nedenle Tel Rıfat- Mare arasındaki 20 km'lik güvenli hat oluşturulmaya çalışıyor.
Bu arada Suriye için ortak koalisyon oluşturup, İncirlik üssünü açtığımız ABD ise bu kritik süreçlerde yanımızda değil, tam aksine bizi rahatsız edecek bir pozisyonda.
Haseke'de ABD'nin uzatıp 160 metreye çıkardığı pisti, Rus uçakları kullanmaya başladı. Ruslar ayrıca Karkamış'taki havaalanının kapasitesini artırmaya devam ediyorlar.
Türkiye ile ABD arasında bir süredir PYD gerilimi yaşanıyor. ABD'nin Ankara Büyükelçisi John Bass Dışişleri Bakanlığı'na çağrılıp uyarılmasına rağmen Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby, PYD konusundaki tutumunu sürdürdü.
Bu durumda Türkiye'nin İncirlik Üssü'yle ilgili anlaşmayı gündemine alması gerekir mi?
ABD ile Rusya'nın Suriye konusunda gizli bir anlaşmaları olduğu artık belli. Farklı bir proje yürütüyorlar. Bir yandan denize ucu olan rejime ait butik bir Nusayri devleti diğer yanda ise Sünni Arapların olduğu bir bölge. Bizim sınırımızda ise ABD ve Rusya'nın kontrolündeki Kürt koridoru.
Yoksa ABD bizden daha iyi biliyor, PYD'nin aynı zamanda PKK olduğunu. PYD'de çatışmaları yöneten ve Türkiye'de sözde eyalet komutanlığı görevlerinde bulunan 109 PKK'lı görev yapıyor. Bunlar PYD'nin etkili saha komutanları. Bunlardan 9'u PKK'nın Avrupa kadrolarında görev yaparken Suriye'ye gelmiş isimler. 109 PKK'lıdan sadece 27'si Suriyeli. 16'sı İranlı geri kalanı ise PKK'nın Türkiye kadrolarında sözde eyalet komutanı olarak görev yapan isimler.
Hani müttefikimiz ABD, PYD ile PKK farklıydı?
Peki ABD Büyükelçisi John Bass, PYD ile PKK farklı mıymış?
35-38 bin civarındaki PYD'linin 7 bini PKK'lı. PKK'nın 53 tepe yöneticisinden 17'si Suriye'de bulunuyor. Mustafa Karasu, Sofi Nurettin ve Bahoz Erdal başta olmak üzere… Bir ara PYD'lilerle PKK'lılar arasında, kim ön saflarda çatışacak gerilimi yaşanmıştı. Kandil'in müdahalesiyle bu tartışma sonlandırıldı. Ancak PYD'den ayrı olarak Derik ve Dırbasiye'de doğrudan PKK'ya ait silahlı eğitim kampı var. Kobani'de de MLKP'nin silahlı kampı bulunuyor.
Bu arada ABD'nin PYD'ye verdiği “plaketlik” desteğin katkısı sahada daha iyi gözleniyor.
ABD'nin katkısı Rusya'nın desteğiyle PKK, Suriye-Irak sınırında ikinci Kandil'i oluşturmaya başladı. PKK'nın ikinci Kandil'i Şengal'de kuruluyor. DEAŞ'ın Ezidilere yönelik saldırıları sırasında gündeme gelmişti Şengal. Türkiye'nin eğittiği Peşmergelerin çabalarına, ABD'nin yardımlarına rağmen Şengal'de PKK ön plana çıkarılmıştı. 98 bin Ezidiyi yok olmaktan kurtarıp, topraklarına kabul eden Türkiye'nin bu tavrı dahi ön plana çıkarılmamış, PKK kurtarıcı olarak sahneye sürülmüştü. O zaman bugünlere hazırlık yapıldığı anlaşılıyor. Irak Anayasası'nın 140. Maddesine göre ihtilaflı bir bölge olan Sincar ya da diğer adıyla Şengal. PKK'nın iki önemli ismi Mustafa Karasu ve Sofi Nurettin, bir süredir Şengal'de. PKK, Kandil'e de birinci körfez savaşında sonra yerleştirilmişti. Ancak Kandil, Şengal gibi Türkiye sınırında değil. Suriye operasyonuyla birlikte Kuzey Suriye'de PYD'ye Kantonlar oluşturulurken, işin bonusu olarak PKK'ya Şengal'de ikinci kandil kurduruluyor. Hem de hemen burnumuzun dibinde.
PKK'ya ikinci Kandil'i kuran ise müttefikimiz ABD ile Rusya. Zaten PKK'yı birinci Körfez savaşından sonra Irak'a getirip yerleştiren de ABD'ydi.