AK Parti kongresi, seçimlere giderken kritik bir eşikte toplandı.
Kongreye Cumhurbaşkanı Erdoğan damgasını vurdu.
Başbakan Davutoğlu, 9 Eylül gecesinden itibaren yaşanan dalgalanmada ülkenin kritik bir dönemeçten geçtiği düşüncesiyle sorumluluk bilinciyle hareket etti.
Şehit cenazelerinin geldiği, ekonomide küresel kriz beklentisinin piyasalarımız üzerinde etkili olmaya başladığı ve Türkiye'nin erken seçime gittiği bir konjonktürde, Davutoğlu farklı bir tercihte bulunsa, bugün başka şeyleri konuşuyor olabilirdik.
10 Eylül Perşembe günü Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu arasında varılan uzlaşma, Türkiye'nin Sezer-Ecevit restleşmesinde benzer bir tabloyu yaşamasını engellemiş oldu.
Eğer uzlaşma sağlanamasaydı AK Parti büyük bir yara alırdı.
Türkiye sırat köprüsünden geçiyor. Böylesine kritik bir süreçte liste krizi yaşanması seçim öncesinde AK Parti'nin birkaç puan kaybetmesine yol açabilirdi.
AK Parti Türkiye'nin ana omurgasını oluşturuyor. Tek başına güçlü siyasi istikrarlar aynı zamanda ülkenin istikrarının da sigortası işlevini görüyor.
1950-60 arasında Demokrat Parti
1965-71 arasında Adalet Partisi
1983-1991 arasında ANAP
2002-2015 arasında AK Parti
Bunu sağladı. İstikrarın sembolü olan partiler istikrarlarını kaybettiklerinde Türkiye'nin istikrarı kayboluyor.
Süleyman Demirel, “En büyük siyasi hatam AP'nin bölünmesini önlememek, Demokratik Partililerin ayrılmasına engel olmamaktı” demişti.
1971'de Demokratik Partililer ayrılarak AP bölününce, ardından 12 Mart müdahalesi ve 12 Eylül 1980 tarihine kadar devam eden koalisyonlar dönemi başlamıştı. Sancılı ve çalkantılı dönemin düğmesine AP'nin bölünmesiyle basılmıştı.
AP genel sekreterliği görevinde bulunan Nahit Menteşe'den dinlemiştim. Sadettin Bilgiç'in, Ferruh Bozbeyli'nin, Menderes ve Bayar'ın çocuklarının bulunduğu grup, Meclis'te bir salonda AP'den ayrılmayı tartışırken, kopmayı engellemeye çalışan iki taraftan ortak isimler o sırada Meclis Genel Kurulu'nda görüşmeleri takip eden Süleyman Demirel'e geliyorlar. Demirel'e taleplerini iletip, görüştüğü takdirde bölünmeyi önleyebileceğini anlatıyorlar. Demirel'in kafasına yatıyor.
“Peki öyleyse görüşelim” diye yerinden doğruluyor. O sırada Demirel'in etrafında Genç AP'lilerden oluşan, ”Yeminliler Grubu” üyeleri ise Demirel'i, ”Giderseniz liderliğin biter. Onların ayaklarına gitmeyin” diye itirazda bulunuyor. Demirel geri oturuyor ve belki önlenebilecek bir bölünmenin önüne geçilemiyor.
“Yalnız Demokrat” kitabının tanıtımı nedeniyle Türk Demokrasi Vakfı'ndaki bir sohbet sırasında Ferruh Bozbeyli'ye “
AP'den ayrılarak istikrarsızlığa neden olmanız Türkiye'nin 12 Mart'a sürüklenmesinde etkili oldu diye düşünüyor musunuz
” diye sorduğumda rahatsız olmuştu.
ANAP, dört eğilimi birleştiren bir partiydi. Özal'ın partinin başında olduğu bir dönemde ANAP kongresinde Milliyetçiler ve Mukaddesatçılar ayrı liste çıkarmıştı. Halil Şıvgın ile Mehmet Keçeciler'in kongre salonunda omuzlarda taşınmasını dün gibi hatırlıyorum. O tarihe kadar dört eğilimin partisi olan ANAP, bu olaydan sonra liberaller, milliyetçiler ve mukaddesatçılar arasında kıran kırana bir mücadelenin yaşandığı bir partiye dönmüştü. AK Partililerin, ANAP'ın tarihini çok yakından incelemelerine ihtiyaç var. Bu konuda eski ANAP'lı Cemil Çiçek ve Abdulkadir Aksu yardımcı olabilir.
CHP için, ”
” derler. Hizip kavgalarının yaşandığı bir parti ülke sorunlarına çareler üretebilir mi? CHP yıllarca bundan kaybetti. Kavgalı bir eve kız verilir mi? Seçmen hizip kavgalarının yaşandığı bir partiye oy verir mi?
Hizipçilik, liste savaşları bir virüs gibidir. İçine girdiği partiyi iflah etmez.
AK Parti Erdoğan-Davutoğlu uzlaşmasıyla böyle bir tehlikenin eşiğinden döndü. En azından “iki liste”, ”İki aday” virüsünün bünyeye girmesine izin vermediler.
Ama keşke AK Parti, geleneğinde yeri olmayan böyle bir olay yaşamasaydı.
AK Parti, liderini Cumhurbaşkanlığı makamına gönderdikten sonra bir geçiş süreci yaşıyor. Başbakan değişimi, üç dönemlikler ve 7 Haziran seçimlerinde alınan sonuca rağmen AK Parti geçiş sürecini yönetmeyi başardı. Ancak kongre öncesinde yaşanan kısa süreli dalgalanma gösterdi ki kongre bitmiş ancak süreç tamamlanmamış.
Dilerim Davutoğlu'nun oybirliğiyle genel başkan seçilmesiyle birlikte geçiş süreci noktalanmış olsun.
AK Parti siyasi geleceği açısından tarihi bir seçime gidiyor. Önünde böylesine kritik bir eşik varken, AK Parti'nin iç sorunlarına dönmesi kadar yanlış bir şey olamazdı.
Tehlike şimdilik atlatıldı.
Başbakan Davutoğlu'nun kongrede yaşanan soruna değinmek yerine, kucaklayıcı bir konuşma yapması ve 1 Kasım seçimlerini hedef olarak göstermesi yerinde bir adım oldu.
1 Kasım seçimlerinin startı AK Parti kongresinde verildi.
AK Parti 1 Kasım seçimlerine kongrede yakaladığı ivme ile gidecekti. Zaten oyunu birkaç puan artıran parti, kongreden itibaren tırmanışa geçecekti. Bu fırsat daha iyi değerlendirilebilirdi. Başbakan yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen kongrede adeta çırpındı. Kamuoyu algısını yönetmeye çalıştı. AK Parti'nin önünde kritik bir sınav daha duruyor. Milletvekili listelerini bir sarsıntı yaşamadan ve hedeflenen restorasyon gerçekleştirilerek geçilirse geriye AK Parti'nin kitlelere heyecan vermesi gereken seçim beyannamesi ve “siyaset dili” kalıyor. AK Parti topluma hem heyecan vermeli hem de iç barışımızın tehlikede olduğu toplumun kutuplaştığı bir dönemde kucaklayıcı olmalı.
Başbakan'ın konuşmasında 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e selam göndermesi ne kadar güzel oldu.
Bu süreçte liste dışında kalan Bülent Arınç, Ali Babacan, Taner Yıldız, Hüseyin Çelik, Sadullah Ergin, Beşir Atalay gibi isimlerin hukukunun korunması gerekiyor. AK Parti'nin bütünlüğünü koruması, Zümrüdüanka kadar kıymetli. Bu vazo kırılmamalı. Çünkü seçimlerden sonra AK Parti'yi ne bekliyor, belli değil.
Bülent Arınç'ın ”
AK Partiliyiz, gözümüz başka bir yerde değil. Birileri bizi bununla imtihan etmeye kalkmasın
” sözü kulağınıza küpe olsun… Gezi'den beri halkımız çok bölündü. AK Parti'nin yapacağı en önemli şey, halkımızla kucaklaşma olmalı. Ama AK Parti, önce kendi içinde kucaklaşmalı.