Birkaç yıl önce, bir grup arkadaşla Bolu civarında buluşmaya karar verdik. Butik otel denilen türden, küçük bir otel seçtik. İlk gecenin sabahında kahvaltı masasında buluştuğumuzda, arkadaşlardan birinin ne kadar titiz olduğunu gördük. Masa donatılmış, sadece yumurta için herkesin tek tek tercihi soruluyor. O titiz arkadaş, işi epeyce abarttı. Sanki koalisyon kurmak için masaya oturulmuş da eleman, şartları zorlayıp işi yokuşa sürüyor. Biz onu o günden sonra “Kıl Bey” veya “Bay Kıl” diye anmaya başladık. Sebebini pek yoruma kaçmadan aktarmaya çalışayım.
“Yumurtanızı nasıl alırdınız efendim?”
“Tavuk yumurtasından bahsediyoruz, değil mi?”
“Hah, önce onu netleştirelim de…”
“Köy yumurtası efendim. Sahanda mı istersiniz, haşlansın mı?”
Bizim Kıl Bey, sahanda istedi.
“Tabii efendim. Karıştıralım mı, bütün mü kalsın?”
“Hangi yağı kullanıyorsunuz?”
Anladık ki düşünmek için yağ hakkında bilgi almak istedi.
“Tereyağında yapıyoruz efendim.”
“Hah güzel. Trabzon tereyağı olsa bari…”
“Hayır efendim. Bu civardaki köylerden alıyoruz. Kaliteli bir yağ.”
“Tüh… Keşke Trabzon olsaydı.”
“Civar köylerden ama, aslen Trabzon'dan gelip buraya yerleşmiş kişilerden alıyoruz.” (Suyundan gitmek için öyle söylediğine eminim.)
“Tutmaz ama o da nispeten kurtarır.”
“Doğrudur efendim… Karar verdiniz mi?”
“Evet. Karıştırılsın. Fakat çok fazla değil. Şöyle tam kıvamında isterim. Sarısı kaybolmayacak kadar karıştırmak kâfi.”
“Peki efendim. Sade mi olsun, peynir de ilave edelim mi?”
“Bak şimdi. Peynir dedin, kafam karıştı. Hangi peynirler var?”
“Bu kadar mı?”
“Beyaz isterim fakat yağlı peynir olsun. O nerenin peyniri?”
“O da aynı yerden efendim.”
“Tamam, idare eder.”
Diğerleri bir çırpıda söylediler nasıl yumurta istediklerini. Garson kız rahatladı. Ya hepsi Kıl Bey gibi yapsaydı? Kahvaltı öğle vaktine sarkabilirdi.
*
Ertesi sabah da aynı garson geldi. Bu defa hazırlıklıydı. Oturuş sırasına göre Kıl Bey en sona kalmıştı. Yine herkes çabucak tercihlerini bildirirken, sıra ona geldiğinde bizimki önce çok çetin bir mesele ile karşılaşmış gibi “Eee… ıııı…” eşliğinde derin derin düşündü. Sonra kararını verdi.
“Bennnn… Haşlanmış istiyorum.”
“Tabii efendim. Nasıl olsun? Rafadan, çok pişmiş?”
Kıl Bey “İşte nefis bir pas” diye içinden geçirmiş olmalı.
“İkisi de değil.”
Kısa bir sessizlik. Masada herkes sipariş merasimini takip ediyor. Elindeki telefondan gazeteleri tarayan arkadaş bile kafasını çevirmiş vaziyette. Bakalım nasıl sonuçlanacak?
“Kayısı kıvamında olsun.”
Kızcağız tam elindeki kâğıda “Kayısı” notunu alıp ayrılmak üzereyken, bizim eleman “Bir dakika” demesin mi?
Garson kızın bir ayağı havada kaldı, kısa bir an için. O vaziyette dönüş yaptı, yüzünde zoraki bir gülümseme.
“Kayısı ama nasıl bir kayısı?”
Kızcağız sıkılmamaya gayret ediyor. Daha doğrusu sıkıldığını belli etmemeye. “Biz ne müşteriler gördük burada. Sana da sonunda getireceğim elbette yumurtayı” der gibi bakıyor.
“Malatya'yı bilir misin?”
“Gittin mi hiç?”
Sabırlı garsonun “Konuyla ne alakası var?” dememek için kendini tuttuğunun herkes farkında.
“Hayır efendim.”
“E öyleyse nasıl bileceksin?”
“Malatyalı arkadaşlarım vardı efendim. Onlardan çok dinledim.”
“Malatya'ya gitmemişsin. Şimdi sana kayısının kıvamını nasıl anlatayım? Oradaki arazileri bilmezsin. Hangi yörede ne tür kayısı yetişir, söylesem de anlamazsın…”
“Sen en iyisi şöyle yap: Bildiğin olgun kayısı nasılsa, o kıvamda pişir. Gün batımındaki güneş gibi olur ya hani, aynen öyle… Ne yumuşak, ne sert.”
Sayın Kıl, zafer kazanmış bir eda ile arkasına yaslandı, yumurtasını beklemeye başladı. Gelince de gayet memnun halde yedi. Zaten o sipariş verirken doymuş sayılırdı.