Cahit Koytak'ın yıllardır dergilerde, bir süredir de Taraf gazetesindeki köşesinde yayınladığı şiirlerin altında hangi kitapta yer alacağını ihtar eden bir not bulunurdu. Daha önce iki kitabı yayınlansa da Koytak'ın o notlarda bahsettiği kitaplardan ilki nihayet gün yüzüne kavuştu. Timaş Yayınları'ndan çıkan La Poetica Commedia alt başlıklı “Yoksulların ve Şairlerin Kitabı” bir şiir kitabında alışık olamayacağımız bir hacme, 320 sayfaya ulaşıyor. Üstelik bir de aynı isimli üç kitabın ilki bu cilt. Şiire hasredilmiş ömür mesaisinde her şeyi şiir olarak gören, her şeyi şiire dönüştüren bir şair Cahit Koytak. Kadim zamanlarda hikâyelerin, tarih kitaplarının, tarıma dair bilgilendirici eserlerin hep şiir olduğu zamanlarla yarışır gibi şiir yazıyor Koytak. Bu noktada bir başka şairin Cafer Keklikçi'nin şahitliğine başvurmak gerek: “Koytak şiirinde, tabiattaki her 'şey' ve 'durum' yerini alabiliyor. Buradan bakarsak Koytak bir envanterist gibi şiir yazıyor. Şiirinde anlatmak isteği nesne, olay veya durumu verdikten sonra o nesne, olay veya duruma ait ne özellikler varsa hepsinin envanterini çıkarıyor. Sıra dışılığın içinde sıradanlığı 'olduğu gibi' ama ustaca verebiliyor. Dolayısıyla bir metafor ustası Koytak.”
Şairlerin en büyük korkularından biri olan 'çoğaltmak'tan kaçmıyor Koytak, sıradanlaşma, klişeleşme tuzağını atlayarak, söyleyeceğini söylüyor. En hikâyeli şiirinde bile narrative değil, imgeler mısra mısra teşekkül ederken, aslolanın şiir olduğu, anlatılanın bunun bahanesi olduğu gözden yitmiyor. Malumatfuruş olmayan ama bilgiden de kaçmayan bir şiiri inşa ediyor. Her şiiri daha büyük bir şiirin fragmanı gibi, bir yapbozun parçası edasıyla gidip olması gereken yere oturuyor. Büyük resmi ise bu kitapta yer alan Cahit Koytak biyografisinde müjdelenen yirmiye yakın kitaba kavuşunca şahit olabileceğiz. Tabii bütün o kitaplar yayınlanana kadar şairi büyük tabloyu daha da büyütmeye karar vermezse…
Kendisiyle yapılan bir söyleşide Cahit Koytak, bu tutumunu şu sözlerle temellendiriyordu:“Yazdığım her şeyin bir bütünün parçası olduğunu düşünüyorum. Onu hissederek yazıyorum. Büyük bir define haritasının kayıp parçalarını keşfedercesine, her yazdığım şey o bütünün dolmayı bekleyen bir parçası gibi doğuyor bende. Aslında bütün gerçek şairlerin böyle bir bütünlük içinde yaşadıklarına inanıyorum ama ben bunu kendimde çok baskın bir şekilde hissediyorum.”
Yoksulların ve Şairlerin Kitabı'nın ilk cildinde (Yeri gelmişken Timaş Yayınları'nı bu güzel tasarım için kutlamak ve Cem Kızıltuğ'un kapak illüstrasyonunun letafetini de anmak isterim.) Cahit Koytak'ın şiirdeki önceliklerini ve poetikasını konu alan dört adet prolog şiirinden sonra, Çıraklık Yılları, Yol Şarkıları, Yol Arkadaşları, 'Yol'un Arkadaşları, Yolun ve Rüzgârın Kız Kardeşleri, Yolun Ayartmaları ve Bizanslı Şairler başlıklı yedi bölüm art arda geliyor.
Kitap her ne kadar ilk prologunda yer alan 'Bunlar benim, yolun ıssızlığını, Yolcunun yürek vuruntularını Bastırmak için dilime doladığım Serseri monologlar…' mısralarla başlasa da, yürek vuruntularının izinden gittikçe, katmer katmer açılan şiirleri mümkün kılan vizyon reyini yoksullardan, yok sayılanlardan yana kullanan bir şairin imzasını taşıyor. Nabza benzer bir ritmi var şiirinin. Fazla düşmeyen, hızlı yükselişlere tevessül etmeyen bir sesle konuşuyor. Kötü şiirin cazibesine kapılıp şiirsellik tuzağına da yakalanmıyor, mükemmelin peşinde koşarken kendine sükut suikastı da yapmıyor. (Bunlar her şairin kendi seçimi sonuçta. Bazen tuzakları es geçmek değil yakalanmak da şaire yakışır. O yüzden bu sözlerimin bir eleştiri değil varolanın çerçeve içine alınmış hâli olarak alınmasını, anlaşılmasını isterim.) Şiiri ve şiirini kollamaktan bir adım bile vazgeçmese de hem güzele hem de doğruya talip olan bir sesle söylüyor şiirlerini. Evet, daha önce yayınlanan iki kitabı da yok saymıyorum ama 'Yoksulların ve Şairlerin Kitabı', şair Cahit Koytak'ın inşa ettiği şiir evrenine giriş kapısı teşkil eden ilk kitap hüviyetini taşıyor. Bakalım o evrene ne denli nüfuz edebileceğiz?