Nasıl yaptığını bilmiyorum ama o, bütün harfleri ve kelimeleri yazıya çağırmadan önce secde ettirdiğini söylüyor. Bilmiyorum belki ama hissedebiliyorum kelimelerin kalbin etrafında tavaf ettiğini
Hayati Sır'ı hep merak ettim ve suretini göstermemesi hep ilgimi çekti. Sonunda o da pes edecek mi, amiral gemilerinin 'İslamcı' yazarlara kurduğu 'fotoğraflı dizi yazı' tuzağına düşecek mi diye düşündüm! Bu tüketim çağında yüzünü saklama cesaretini 'kim'den aldığını merak ettim.
Kendisi ilk kitabının kapağında soruyordu zaten: Merak etmiyor musun?
Evet, merak ediyorum. Ateşli şeytana, radyasyona, arsız teknolojiye, kabalaya, nano-cücelere, dumansız ateşe karşı sadece 'kalem'iyle direnen, o kalemi iyiliğin kılıcı olarak kullanan ve secde kardeşlerine “Merak etmeyin, kazanan biz olacağız” diyen Hayati Sır'ı merak ediyorum. İtiraf edeyim, “Hayati Sır ben olabilir miyim?” bile diyorum! Yazarıyla aynı adı taşıyan ilk kitabında “Hayati Sır olan ben değilim, kalbinde hâlâ bir 'hakikat' taşıyan herkes o olabilir” diyordu Hayati Sır. İkinci kitabı Cern Kabala Deccal ve Mehdi'de hepimizin kalbinde 'bir' hayati sır olduğunu müjdeledi. “'Kalb'e tutunmaya mecburuz artık! Allah'ın ipine… Yoksa savruluruz karanlığın içine…” dedi. İyiliğin Kılıcı'nda 'bir' 'kalb'in içinde zaten tanışacağımıza söz verdi.
Son kitabı Ey Aşk! Ey En Sevdiğim!'le birlikte onun suretini bu dünya hayatında göremeyeceğimizi iyice anladık! Şöyle diyordu: “Kitaplarının dışında 'bir' Hayati Sır yoktur! Hayati Sır 'bir' kalemdir… O ancak yazarken 'hayat' bulur! Ve yazı bittiğinde ise 'bir' Hayati Sır kalmaz artık! Ondan tek 'bir' yüz kalır geriye o da kelimelerdir!”
Onun dört kitabını da okudum. Şiir gibi, az kelimeyle etkinin zirve yaptığı bir dili var Hayati Sır'ın. Kuantum fiziği misali, küçüldükçe büyüyor… Onun atom altı parçacıkları, harfleri ve kelimeleri. Nasıl yaptığını bilmiyorum ama o, bütün harfleri ve kelimeleri yazıya çağırmadan önce secde ettirdiğini söylüyor. Bilmiyorum belki ama hissedebiliyorum kelimelerin kalbin etrafında tavaf ettiğini. Kendi kalbimin… Yana yana elmas olmuşlar, az ve değerliler... İnsana dokunan, insanı içine alan bir dil. Ana rahmi gibi, koruyucu, huzurlu... Kaotik, metalik, elektronik, senfonik bir sürü uğursuz uğultuyu geride bırakıp sessiz bir avluya girmek gibi… 'Bir' anda… Dua gibi, su sesi gibi, kuş cıvıltısı gibi, oltadan kurtulan balık gibi, huzurlu bir bebeğin mırıltısı gibi… Ninni gibi…
Hayati Sır bana annem kadar şefkatli ve nazik geliyor. Ama yavrusuna zarar verildiğinde, çocuğunun canı yakıldığında, çocuğu ateşten ekranlarda kavrulduğunda, düşmanı bertaraf etmek için mürekkebinin son damlasına kadar 'yazacak' bir dava adamının kararlılığını da hissediyorum. Haklı bir kavgaya girsem kötülükle (ruhumu inciten tüm sektörlerle), o da kılıcını çekip sabaha kadar benim yanımda dövüşür gibi geliyor. Hümanizmin tuzağına düşmeden, Kur'an'daki sınırları ihlal etmeden...
Hayati Sır bana güven veriyor. Çok berrak, çok temiz. Kur'an'ın bâtınî yönüyle ilgilenen kimi yazarların yarattığı karışıklık, anlaşılmazlık, okuyanı günahın kıyılarında gezdirme, hatta şirke düşürme riski yok onda. Ondan eminim ve kelimelerinden… Allah'ın ipini hiç bırakmıyor, Kur'an'dan asla uzaklaşmıyor, Kur'an'a davet ediyor, bana hep güç veriyor.
Ey Aşk! Ey En Sevdiğim! Hayati Sır'ın tasavvuf yolculuğunun şimdilik son durağı… O'nun ona yazdığı baki mektuba karşılık, onun O'na yazdığı 'bir' aşk mektubu… Dua gibi… Hayati Sır, Kur'an'ı 'bir' aşkla yeniden okuyor bu kitapta:
“Kelimeler'in yazıya gelebilmesi için o 'kalem'in insanın Cennet'teki aslıyla 'bir' ilişki kurması gereklidir… İşte o ilişki sonucunda 'kalem' yazar… En zor konuları en anlaşılabilir basitlikte yazabilir… İnsan fıtratı gereği her konuyu anlayabilir… Bunun için yaratılmıştır… Cenab-ı Allah'ı anlayabilmesi ve O'na kulluğu kendi rızasıyla seçebilmesi için…Tevhid ancak böyle tamamlanır… Yaratıcısı ile 'bir' olabilmeyi başarmış 'bir' insanla… Aşkın tarifi de tam budur…”Hayati Sır son kitabında “Az zaman kaldı” diyor insanlara! Cennet ya da Cehennem'i seçmeleri için… Ya Cennet'te Rabbimize kavuşacağız, aslımıza döneceğiz ya da… “Seçim sizin” diyor. İkiliğe son verip birlenmenin sırlarını paylaşıyor: “Hazır mısın Rabbine bu kadar yakın olmaya? Yoksa hâlâ 'bir'leyemediğin zerreler mi var vücudunda? Seni bu kadar seven Rabbin, bu yüzden mi bekletiyor seni hâlâ bu dünya hayatında? Ey insan! Fazla zamanın kalmadı artık… Zikri arttır… Aklı, kalbi ve hücrelerini 'bir'le… 'Bir'leyemezsen Cennet uzaklaşacak senden… Cennet'te 'bir' vücudun olamayacak o zaman!”
Ey Aşk! Ey En Sevdiğim! bir aşk mektubu olduğu kadar, doğru zamanda, belki de ahir zamanın en doğru zamanında yazılmış bir ültimatom, tasavvufu bugünle irtibatlandıran bir manifesto aynı zamanda. Hayati Sır diğer kitaplarında olduğu gibi, okuyucuyu 'din'lendiren sakinliğinin yanında, 'insanın neden yaratıldığı, şeytanın insana niçin secde etmediği' gibi en 'hayati' konularla ilgili 'sır'ları da (yine Kur'an'ın sınırları dâhilinde) açıklamaya devam ediyor: “Ey Aşk! İnsan aşkı! Senin ilahî bir aşk yaşayabilmen için bu dünya imtihanını vermen şarttı! Yoksa nasıl ortaya çıkacaktı ki senin 'bir' 'hiç' olma isteğin! Var olmadan insan, bir hiç olabilmeyi nasıl isteyebilir ki? İnsanın âşık olabilmesi için birine arzu duyması gerekir!
Arzu dolu bir hiçlik ve bir bilinme isteği! Sonra da insanın hayat bulması!'Bir' aşkın içinde hayat bulması! Ve kendini bilmesi!”
İmkânım olsaydı 'kapalı' bulduğum yerleri Hayati Sır'a sormak isterdim, bir sürü soru sorardım: Şeytan bir zamanlar Cennet'te olmasından dolayı aşkın tek 'bir' dilini bilir mi? Bildiği için mi şeytanın kullandığı dil kâinatın birliğini bozabilir? Meleklerin insana secde etmesi de, şeytanın secde etmemesi de aşk yüzünden mi? Âdem aşk için ölümü göze almış mıdır? Cehennem'de yanmayı isteyen olabilir mi? Kelimeler şeytanın örtüsünü nasıl yırtar? İnsan kendi şeytani yanını nasıl secde ettirebilir? Nefsin ateşini kalemiyle azdıranlara, Kıble'si olmayan yazarlara, insanın eksik yanının şiire, yazıya getirilmesini sevenlere son bir sözünüz var mı?
Ve Hayati Sır bu soruları yanıtlarken ve dışarıda kahpe şeytan ortalığı inim inim inletirken, ben annemin kucağında, dünyanın en güvenli yerinde, dünyanın en güzel ninnisini dinleyerek Cennet'i hayal ederdim:“Ey tüm dünyayı günaha batırmış şeytan! Hiçbir kimse okumasa da bizim bu kalem hiç susmayacak… Dağ başındaki o fakir çoban gibi harf sürülerinden hiç ayrılmayacak… Ve yine o en güzel kelimeler hep onun sürüsünün içinden çıkacak… Ve kim o kelimeleri 'oku'yabilirse yüzü aydınlanacak…Cenab-ı Hakk'a tövbe edebilmek için artık tek 'bir' zamanı olacak… Evet, tek 'bir' zaman! İşte bu günahkâr dünya hayatında kimler o tek 'bir' zamanı yakalayabilirse Cennet'e yükselebilecek…”