Türkiye''nin kaderi, erdoğan''ın kaderinden ayrı değil

Prof. Dr. Birol Akgün
00:0015/01/2014, Çarşamba
G: 14/01/2014, Salı
Yeni Şafak
Türkiye''nin kaderi, erdoğan''ın kaderinden ayrı d
Türkiye''nin kaderi, erdoğan''ın kaderinden ayrı d

Türkiye ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan artık İslam dünyası ve hatta pek çok diğer gelişmekte olan ülke halkları için bir rol model, trend-belirleyici (trend setter) ve zihniyet inşa edici bir fenomen haline gelmiştir. Erdoğan tüm bu başarılı politikaların siyasi mimarı ve dönüştürücü zihniyetin temsilcisi bir aktör olarak görülmektedir.

Türkiye''de yaz aylarında Gezi Parkı olayları ile başlayan tansiyonu yüksek siyasi tartışmalar, 17 Aralık operasyonun yarattığı yeni dalgalanmayla ilginç bir hal aldı. Her iki olayda da temel hedef genel olarak hükümet, özelde ise Başbakan Erdoğan idi. On iki yıldır iktidarda olan bir hükümete ve onun liderine yönelik toplumsal eleştirilerin artması demokratik bir ülkede yadırganacak bir durum değil. Ancak burada yeni ve çok daha ilginç olan şey, Türkiye''nin yaşadığı iç siyasi krizlerin dünya medyası ve etkin küresel aktörler tarafından beklenmendik biçimde çok yakından takip edilmesi ve hatta içerideki tartışmaları etkileyecek kadar taraf tutulmasıdır. Özellikle cemaat ile hükümet arasındaki gerginlik ABD''de olduğu kadar, başta Arap baharı sürecini yaşayan İslam ülkelerindeki siyasi aktörler olmak üzere Japonya, Hindistan, İran, İsrail, Malezya ve Çin''e kadar pek ülkenin diplomatları, entelektüelleri ve haber ajansları tarafından izleyicilerine neredeyse günlük olarak aktarılıyor. İslam dünyasında Gannuşi''den Kardavi''ye kadar pek çok siyasi ve toplumsal lider kendisinin safını belirtir şekilde açıklama yapma ihtiyacı da hissediyor. Başbakanın Japonya gezisinde dahi kendisinin siyasi geleceği hakkındaki planlarının sorulması oldukça öğreticidir.

Peki, neden? Niçin Türkiye''nin iç siyaseti artık küresel merkezlerde yakından izleniyor? Neden herkes Ak Parti hükümetinin ve özellikle de Erdoğan''ın geleceği ile bu kadar ilgili? 2001 krizinde dahi dünya medyası Türkiye''yi manşetlere taşımazken, neden gezi olaylarında CNN gibi küresel haber kanalları saatlerce yayın yapıyor, neden Batı ve Doğu başkentlerinde Erdoğan''ın açıklamaları bu kadar merak ve ilgi uyandırıyor? Aşağıda bu soruları cevap bulmaya çalışacağız.

DIŞ POLİTİKADA AKTÖR TÜRKİYE

Öncelikle esas konu şudur: Türkiye artık sıradan bir ülke olarak görülmüyor. Siyasi, ekonomik ve kültürel olarak bölgesel ve küresel güç matrislerinde hesaba katılması gereken kritik bir aktör haline geldi. Uluslararası ilişkiler disiplinindeki anlamıyla aktör demek, bağımsız hareket edebilen ve davranış ve kararlarıyla uluslararası sistemi etkileyebilen güç demektir. Bu anlamda Türkiye''ye dışarıdan bakıldığında son yıllarda Türkiye''nin siyasi zihniyet, stratejik kültür ve klasik güç parametreleri bakımından giderek geliştiğini ve bölgedeki ve dünyadaki stratejik otonomisini artırdığı gözlenmektedir. Ak Parti hükümetinin dış politikada özellikle batı sisteminden bağımsız hareket edebileceğinin ilk işareti 1 Mart tezkeresi iken Mavi Marmara olayı ve ''One minute'' çıkışı Türkiye''nin stratejik otonomisinin ilanı olarak okunabilir. 2010 yılındaki BM Güvenlik Konseyinde İran''ın nükleer krizi konusundaki oylamada Brezilya ile birlikte ABD''den bağımsız ''hayır'' oyu vermesi; Arap Baharı sürecinde izlediği cesaretli politikalar; Mısır''daki askeri darbeye karşı tek başına direnmesi, Rusya ile nükleer santral inşaatı antlaşmaları; Kuzey Irak petrollerinin Türkiye''ye taşınması konusunda atılan somut adımlar; PKK sorununun bitmesi için hem Öcalan ve hem de Barzani ile yürütülen müzakereler ve nihayet uzun menzilli savunma sistemi kurmak için bir Çin firması ile görüşülmeye başlanması gibi kararlar Türkiye''nin egemen batılı güçlerden bağımsız hareket edebileceğinin somut örnekleridir. Ancak içte ve dışta herkesin bu ''yeni Türkiye''den'' memnun olduğunu düşünmek ve hatta böyle bir Türkiye''yi özlediğini sanmak doğru değildir.

CEMAAT-PARTİ ÇATIŞMASI FARKLI OKUNUYOR

Bugün iç siyasetteki en önemli gündem maddesini oluşturan Parti-Cemaat gerginliğinin altında da hükümetin batıdan tamamen kopmadan, ancak batıya rağmen dış politikada bağımsız hareket etme politikalarının yattığı söylenebilir. Nitekim cemaat adına konuştuğu varsayılan bazı yazarların hükümete yönelik en önemli argümanlarının başında Türkiye''nin AB ile entegrasyon sürecinin zayıfladığı, İran ile tehlikeli biçimde yakınlaşıldığı ve İsrail ile gereksiz yere gerginlik yaşandığı'' iddiaları yer almaktadır. Örneğin Zaman yazarı Hüseyin Gülerce''nin 19 Aralık 2013 tarihli New Yok Times gazetesinde yayınlanan bir röportajındaki şu cümleler oldukça öğreticidir: ''Hükümetle cemaat arasındaki ilk ayrışmaları başlatan şey Mavi Marmara kriziydi… Sayın Gülen''in tavrı her zaman çok açıktır. Kendisi Türkiye''nin dış politikada maceracı olmamasını, batıyla uyumlu biçimde hareket etmesini ve dış politikadaki sorunlarını diyalog yoluyla çözmesini önermektedir.''

Erdoğan''ın içerideki en önemli sosyal müttefiklerinden birisiyle yollarının ayrılmasının altında Türkiye''nin dış politikadaki tercihleri olması, aslında üzerinde oldukça düşünülmesi gereken çarpıcı bir durumdur. Ama aynı zamanda Ak Partinin de özellikle Neo-kon mahfillerde neden bu kadar nefret edildiğini anlamak için de iyi bir anahtardır. Zira Cemaat için önemli olan şey, Gülen hareketinin 1990''lardan bu yana ABD''den Çin''e kadar dünyanın farklı ülkeleriyle geliştirdiği ilişkiler ağının zarar görmemesidir. Liderinin Pennsylvania''da mukim olması nedeniyle bugün cemaatin merkez üssünün ABD gibi görünmesi Gülen bağlılarının küresel bağlantılarını geliştirme anlamında hareket kabiliyetini artırsa da, netice itibariyle cemaatin çıkış noktası Türkiye''dir ve sermaye ve insan kaynağını da hala büyük ölçüde Türk vatandaşları oluşturmaktadır. Dolayısıyla Ak partiye son on yıldır destek veren bir grup olarak cemaat de batıdaki malum etkili çevrelerce eleştirilmekte ve hükümet faaliyetlerinden de sorumlu tutulmaktadır. Cemaat de son çıkışlarıyla, bu anlamda kendisini Ak Partiden ve hatta belki de Türkiye''den ayrıştırarak, bazı temsilcilerince de sürekli olarak vurgulandığı gibi, ''gerçek bir küresel harekete'' dönüşmeyi hedeflemiş olabilir. Başka bir deyişle, artık Gülen hareketi Türkiye''de de faaliyet gösteren, ama çok uluslu şirketler örneğinde olduğu gibi kendisini belli bir ülkeyle tanımlamayan, stratejik açıdan bağımsızlaşan küresel bir sosyal harekete dönüşebilir.

KÜRESELLEŞEN VE EKONOMİK ÖLÇEĞİ DEĞİŞEN TÜRKİYE

Türkiye''nin yakından izlenmesinin ikinci nedeni ise Türkiye''deki mal, hizmet ve sermaye piyasalarının küreselleşmesidir. Ekonomik olarak dünyanın 17''ncisi, Avrupanın ise 6''ncı büyük ekonomisi olan Türkiye''nin Milli Gelirinin % 50''si dış dünya ile kurduğu (dış ticaret, turizm, sermaye ve yatırım) ilişkilere dayanmaktadır. Son zamanlarda İstanbul Borsası dünyadaki bireysel ve kurumsal yatırımcılar için çok ciddi bir yatırım ve kazanç imkanı sunmaktadır. Dolayısıyla birikimini Türkiye''de değerlendirenler için iç siyasete ilişkin her şey önemli bir işaret olarak okunmaktadır. İlaveten, Türkiye''ye ekonomik olarak zarar vermek isteyenler de dolayısıyla ekonomik araçları kullanmaya çalışmaktadırlar. Gezi''de de son olaylarda da belli bankaların hedef alınması bu nedenle hiç şaşırtıcı değildir.

ZİHNİYET İNŞA EDEN TÜRKİYE

Üçüncüsü, Türkiye''nin son on yılda muhafazakar demokrat bir parti eliyle bir yandan modernleşme anlamında başarılı reformalar yaparken, diğer yandan hem tarihsel ve medeniyetsel kimliği ile barışık hale gelmesi ve hem de gösterdiği ekonomik performansı ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika''daki Müslüman halklar için ciddi bir ilham kaynağı haline gelmiştir. Oryantalist söylemlerin aksine demokrasi ve İslamın pekala birlikte ve barış içinde yaşayabileceğini gösteren Türkiye, Arap devrimlerinin en önemli motivasyon kaynaklarından biridir. Başbakan Erdoğan''ın seçilmiş bir lider olarak batıya ve İsrail''e karşı kimlikli duruşu ise devrim yaşayan Arap ülkelerindeki İslamcı gruplara ve liderlere örnek oluşturmaktadır. Özellikle Mısır''daki Mursi yönetimi Batı dünyası için oldukça öğretici olmuştur. Arap ülkelerinde ana akım Sünni siyasetin taşıyıcısı haline gelen İhvan, Nahda ve Cemaati İslami gibi hareketlerin entelektüelleri ve sosyolojik tabanı Ak Parti''yi yakından izlemektedir. İslam dünyası için Türkiye ve Ak Parti tecrübesi İslam-Batı ilişkilerinin ve dolayısıyla kendi gelecekleri için önemli bir siyasi-sosyal laboratuar işlevi görmektedir. Küresel haber kanalları ve sosyal medya da Türkiye menşeli haberlere ulaşımı kolaylaştırmaktadır.

Sonuç olarak, Türkiye ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan artık İslam dünyası ve hatta pek çok diğer gelişmekte olan ülke halkları için bir rol model, trend-belirleyici (trend setter) ve zihniyet inşa edici bir fenomen haline gelmiştir. Erdoğan tüm bu başarılı politikaların siyasi mimarı ve dönüştürücü zihniyetin temsilcisi bir aktör olarak görülmektedir. Erdoğan''ın kaderi Türkiye''nin kaderi Türkiye''nin geleceği ise mazlum milletlerin geleceği ile özdeşleştirilmektedir. Erdoğan artık kendisi olmaktan çıkmıştır; Tıpkı bir zamanlar Abdülhamit örneğinde olduğu gibi, Fas''tan Çin''e kadar uzanan coğrafyadaki halklar için bir ümit ve ilham kaynağı haline gelmiştir. İşbaşından uzaklaş(tırıl)sa bile onun hayalleri yaşamaya devam edecektir.