Nevrotik bir durumla karşı karşıya bulunduğumuz için, İslamın kendisini, varoluşsal-ontolojik bütünlüğünü/gerçekliğini, ana gövdesini değil, kendisini İslam’a nisbet eden etnik ve mezhepçi parçalarını savunuyoruz. Her parça İslamı kendi bencilliği ve çıkarı ile sınırlandırıyor.
İslam dünyası toplumlarında dini hayat, dünyanın, tarihin bütün gerçekliklerine ve temel sorunlarına yabancı ve kayıtsız bir dil kullandığı için, tarihsel şimdiki zamanların sorunları, yapıları, gelişmeleri karşısında bu dil çok yetersiz kalıyor. Toplumlarımız, düşünce, kültür ve ilahiyat hayatımız, maruz kaldığı algı karmaşası sebebiyle, İslam’ı en güzel, en iyi şekilde temsil etmesi gerekirken, maalesef bunu başaramıyor, hatta kimi durumlarda çok kötü bir şekilde temsil edebiliyor. Öncelikle belirtilmesi gereken hayati bir konu etrafında mutabakat sağlamamız gerekir: Dünya Müslümanlığı bugün, Batı uygarlığının ürünü olan bir düzende, bu düzenin kavram ve kurumlarıyla bütünleşerek, bu düzeni, kavram ve kurumlarını içselleştirerek yaşıyor.
Anlaşılması ve gerekçelendirilmesi mümkün olmayan sözünü ettiğimiz bu içselleştirme/özümseme sebebiyle, İslamın bir dünya görüşü olarak, bir dünya düzeni olarak yerinden edilmiş olması konusu, her nasılsa hiç bir kesimde farkedilmiyor. İslamın yerinden edildiği, bir dünya görüşü, hayat, siyaset, hukuk tarzı ve ekonomik bir sistem olarak belirleyici iradesinin bütünüyle elinden alındığı, yalnızca bir maneviyat biçimi olarak yaşamasına izin verildiği bir dünyada, Müslümanların kendilerine özgü bir siyaset, hukuk, ekonomi ve kültür felsefesi oluşturma çabasına girişmeden sadece ‘yeni bir medeniyet tasavvuru’nu gündemde tutuyor olmalarının büyük bir tutarsızlıktan ibaret olduğunu bilmek gerekir. Toplumlarımızın her şeyden önce entelektüel/felsefi yoksulluğu/mahrumiyeti aştıktan sonra medeniyet tasavvuru söylemini gündemlerine almaları icabeder.
Yerinden edilen, onuru büyük yaralar alan, yenilgi ve aşağılanmaları bir kader haline gelen İslam ve Müslümanlarla ilgili olarak, bir yandan lafızcı bir bağlamda, bir diğer yanda mistik-batınî bağlamda, sınırsız, ölçüsüz, temelsiz, kaba spekülasyonlar yapılırken, hiç kimse, hiç bir topluluk, akım, hareket, kadro, İslam’ın ve Müslümanların yeniden asli yerlerine, asli sorumluluklarına, asli işlevlerine nasıl dönebileceklerine, onurlarını yeniden nasıl kazanabileceklerine ilişkin hiç bir nitelikli/kapsayıcı çözümleme yapmıyor. Bu konu etrafında İslami kesimlerin bir şeyler yapabilmeleri için, bir hayat tarzı haline getirdikleri her tür popülizmle nihai anlamda hesaplaşmaları gerekir. Her tür popülizmin kurumsallaştırıldığı, iftiharla-heyecanla sahiplenildiği, çoğaltıldığı, ölçüsüzce teşvik ve destek gördüğü toplumumuzda, hiç bir kültürel/felsefi sorun kesinlikle çözümlenemez, kültürel/felsefi iddialarda bulunulamaz.
Düşünmeyi, anlamayı ve bilmeyi reddeden, sıradanlaştırıcı, etkisizleştirici popülizmler yüzünden toplumlarımız, halklarımız, gerçek farkındalığa ulaşamıyor, gerçek farkındalığı temsil edemiyor. Hangi toplumda olursa olsun, bütün popülizmler, bilinçli bir kamuoyu duyarlılığının ortaya çıkmasına engel olurlar. Her popülizm, yalnızca romantik/ütopik sayıların çoğalmasına hizmet eder. Düşünmeyi, anlamayı ve bilmeyi reddeden dondurulmuş bir zihin dünyası, yaşama sevincinin, üretme sevincinin ne demek olduğunu bilemez. Hiç bir şey üretemeyen dondurulmuş zamanlarda yaşamak, her şeye maruz kalmak anlamına gelir, yaşamak anlamına gelmez.
Harcanabilir ve gözden çıkarılabilir Müslüman hayatlarla ilgili olarak siyasal hiç bir yankısı ve etkisi olmayan duygusal tepkiler gösteriyoruz. Siyasal kaderlerini tayin hakları ellerinden alınan toplumlara, mülksüzleştirilerek, ülkesizleştirilerek muhacerete ve daimi belirsizliğe sürüklenen halklara hiç bir siyasal yardımda bulunamıyoruz.
Nevrotik bir durumla karşı karşıya bulunduğumuz için, İslamın kendisini, varoluşsal-ontolojik bütünlüğünü/gerçekliğini, ana gövdesini değil, kendisini İslam’a nisbet eden etnik ve mezhepçi parçalarını savunuyoruz. Her parça İslamı kendi bencilliği ve çıkarı ile sınırlandırıyor. Etnik kaygıların, mezhepçi kaygıların ötesine geçemediğimiz için, küresel düzenin gerçek failleri bizleri insanlıktan çıkarabiliyor, öznelikten çıkarabiliyor. Müslümanlar, ümmete/birbirlerine yabancılaştıkları için bir dayanışma iradesi ortaya koyamıyor ve aşağılanmayı hak eder duruma geliyor. Nasıl tanınacağımıza, nasıl tanınmamız gerektiğine yeni sömürgecilik karar veriyor. Kendi dünyamızı, hayatımızı, düzenimizi inşa etme özgürlüğüne sahip olsaydık, nasıl tanınacağımıza, nasıl tanımlanacağımıza sömürgeciler karar veremeyeceklerdi.
İslami bağlamda, kavramsal, kurumsal bir dil-yapı-model-çerçeve üretemiyorsak, bağımsızlık ve özgürlük iddiasında bulunamayız. Özgürlük ve bağımsızlık, niteliksel farkındalıklarla başlar. Geleneğe, muhafazakârlığa körü körüne bağlılık, niteliksel farkındalığa sahip olmamıza izin vermiyor. Bu nedenledir ki, hepimiz doğuştan yabancılaştırıcı bir zihinsel ortamda hayata başlıyoruz. Genç kuşaklar, doğuştan yabancılaşarak hayata katılıyor. Zihinsel tembellik, zihinsel meskenet, bağnazlık, sıradanlık, kuşaktan kuşağa geçen zihinsel bağımlılıklar oluşturuyor. Bu bağımlılık sebebiyle, toplumsal, siyasal, kültürel varoluşun parçalanmasına engel olamıyoruz. Bu bağımlılık sebebiyle, kendi varoluşsal değerlerimizi, inançlarımızı, dünya görüşümüzü somut bir gerçekliğe dönüştüremiyoruz.