Kremlin’de oturan ‘Modern Çar’

Yeni Şafak
04:0027/01/2017, Cuma
G: 27/01/2017, Cuma
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Soğuk Savaş’ın en sıcak yıllarını Doğu Almanya’da geçiren, Berlin Duvarı’nın yıkılışını bizzat yaşayan eski KGB ajanı, bugünün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, St. Petersburg merkezli yeni yönetim çevresi ile Moskova’yı 21. yüzyıla taşıdı.

Eşref Yalınkılıçlı- Avrasya Analisti


Geçmişten günümüze Rus tarihi incelendiğinde Rusya'nın Avrasya steplerinde büyük bir güç olarak doğmasına öncülük etmiş karizmatik ve otokrat liderlere sıklıkla rastlanır. Siyasal kültürün geçmişe olabildiğince bağımlı olduğu Sovyet-sonrası Rusya'da böylesi bir lider ortaya çıkarak Rus devletini yeniden ayağa kaldırmayı başarmıştır. Bu lider eski bir KGB ajanı ve 2000 yılının başından beri Rus siyasetine yön veren Devlet Başkanı Vladimir Vladimiroviç Putin'dir. 1952 yılında Rusya'nın Batılı yüzünü temsil eden ve o zamanki adıyla Leningrad, yani günümüzün St. Petersburg'unda doğan Putin, bu şehirde hukuk eğitimini tamamladıktan sonra 1975 yılında çok istediği bir kariyer olan istihbarat bürokrasisine adımını atmış ve on altı yıl bu görevini sürdürmüştür.



Sovyetler Birliği'nin dağılmasını takiben Putin, önce St. Petersburg Belediye Başkan Yardımcılığı görevi yapmış, daha sonra Kremlin'in satın alma dairesinin başkanlığına getirilmiştir. Kremlin'de görev yaptığı yıllarda yolsuzluk ve rüşvet ile yaptığı titiz mücadele dönemin Devlet Başkanı Boris Yeltsin'in takdirini kazanmış ve Putin, deneyimli bir eski KGB elemanı olarak Rusya Federal Güvenlik Servisi'nin (FSB) direktörlüğüne atanmıştır. FSB'deki görevi yaklaşık bir yıl süren Putin, Yeltsin tarafından Ağustos 1999'da önce Sergei Stepaşin'in yerine Başbakanlık görevine, aynı yılın Aralık ayında ise, Yeltsin'in sağlık sorunları nedeniyle kendi isteğiyle çekilerek yerine onu işaret etmesiyle Rusya Federasyonu (RF) Başkanlığı'na yükselmiştir. Dört ay sonra yapılan başkanlık seçimlerini Birleşik Rusya Partisi'nin genel başkanı olarak kazanan Putin, yakın çalışma arkadaşı Dmitri Medvedev ile beraber başarılı bir ikili yönetim kurmuş ve ülkede merkezi otoriteyi yeniden tesis etmiştir.



OLİGARKLAR HÂKİMİYETİNİN SONU


Putin, Glasnost ve Perestroyka açılımlarının çare olamadığı Sovyet imparatorluğunun çöküşü ve hemen sonrasında 1990'lar boyunca uygulanan liberal şok terapi reformlarıyla ekonomik olarak Batı karşısında diz çökmüş Rusya'nın Sovyet-sonrası geçiş döneminde iktidara gelmişti. Böyle bir dönemde palazlanmaya başlayan iktisadi seçkinler, Rus ekonomisinde oligarklar hâkimiyeti denen ve Rus devletinin merkezi planlı ekonomiden, serbest piyasa kapitalizmine geçmeye çalıştığı bir sürecin sonunda ortaya çıkmıştı. Yeltsin ve Kremlin çevresini yönetmeye alışmış bu kitle, Putin'i de etki altına alabileceklerini düşünmüş, ancak alt rütbeli eski bir KGB ajanını hafife aldıkları içindir ki sonunda Putin yönetimindeki Kremlin'in otoritesine boyun eğmek zorunda kalmışlardır.



Putin ile beraber Rus ekonomisi hatırı sayılır bir büyüme yakalamış, kayıt dışı ekonomi kontrol altına alınarak vergi gelirleri artmış ve devlet borcunun bütçeye oranı giderek düşmeye başlamıştır. Petrol ve doğalgaz gibi hidrokarbon yakıtların ihracatıyla canlanan Rus ekonomisi Putin döneminde neredeyse on kat büyümüş ve Rus halkının alım gücü ve kişi başına düşen geliri de buna paralel olarak artmıştır.



Putin Rusya'sında Anayasal Otokrasiye Geçiş


Vladimir Putin 7 Mayıs 2000 tarihinde RF Devlet Başkanı olarak yemin ettiğinde kimse onun uzun yıllar Rus siyasetine hükmedeceğini beklemiyordu. En başından itibaren Rus derin devletinin bir istihbarat projesi olarak Kremlin'in tepesine getirildiği düşünülse de, Putin, yıllar geçtikçe Rus halkının teveccühünü kazanan ve gittikçe de güçlenen bir lider portresi çizmeye başladı. Böylece, ülkede merkezileşme reformlarının önünü açılarak, Putin'in anayasal olarak en fazla 4+4 yıllığına iki dönem olan başkanlık süresinin 6+6 şeklinde yeniden iki dönem şeklinde değiştirilmesi sağlandı. 1993 RF Anayasası revize edilerek, Putin'in 2008'de başkanlığı önce Medvedev'e, daha sonra 2012'de yeniden seçilerek başkanlığı iki dönem daha sürdürebilmesinin önü açılmış oldu.



Dahası yapılan değişiklikler ile Devlet Duma'sının yeniden düzenlenmesi ve yetkilerinin başkan lehine sınırlandırılması ve valilerin doğrudan Kremlin tarafından atanması sağlanarak, anayasada yarı başkanlık olarak konumlandırılmış olan Rus siyasal sistemi fiiliyatta Putin'in tam başkanlık yetkileriyle donatılmıştır. Rus halkının da büyük desteği ile Putin ve Rus liderliği bu gücünü özellikle ülkede muhalefetin ve medyanın kontrol altına alınması ve gerekirse de susturulması anlamında kullanmaktan çekinmemiştir.



Putin'in başkan seçilmesiyle beraber, çok bariz bir şekilde Rusya'da geleneğin yeniden icat edilmesi ve milliyetçiliğin, komünizmin yerine hem devlet düzeyinde hem de halk arasında ikame edilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu doğrultuda Putin, Sovyet döneminde hor görülen Rus Ortodoks Kilisesi'ne iade-i itibar ederek, Rus halkının manevi değerlerinin yeniden canlandırılması ve devlet ile toplum arasındaki uçurumun kapatılması için kiliseye önemli bir görev yüklemiştir.


Putin, modern Rusya'nın en büyük sorunlarının demografik gerileme, aile kurumunun zayıflaması ve maneviyattan uzaklaşmış bir gençlik olduğunu sıklıkla vurgulamıştır. Bu açıdan, Rusların geçmişle barışması, Ortodoksluk ve Slavlıkta var olan geleneksel kodlarına dönmesi Putin için elzemdir. Bütün bunlar ise, aslında Putin'in inşa etmek istediği yeni Velikorus kimliği ve bu kimliğin ileriye taşıyacağı büyük Rusya hayaline işaret etmektedir.



AVRASYACI PUTİN: İMPARATORLUĞA DÖNÜŞ


Putin'in en başarılı görüldüğü alanlardan birisi de dış politika yapımı ve Rusya'nın Avrasyacılık yaklaşımıyla eski Sovyet coğrafyasında gücünü yeniden tesis etmesini sağlamasıdır. Putin iktidara gelir gelmez 1993'te ilan edilmiş olan yakın çevre doktrinini fiiliyatta da hayata geçirmeye başladı. Moskova, eski Sovyet cumhuriyetlerinin başkentleriyle sıkı ilişkiler geliştirerek son yirmi beş yılda kurduğu Bağımsız Devletler Topluluğu, Kolektif Güvenlik Anlaşma Örgütü, Şanghay İşbirliği Örgütü ve Avrasya Ekonomik Birliği gibi siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel oluşumlarla bölgede yeniden öncü güç rolüne geri dönmüştür.


Rus lider, iktidara geldiği 2000 yılındaki Kursk denizaltı faciasından da dersler çıkararak orduda modernizasyonu başlatmış, silahlı kuvvetlerin güçlü bir Rusya için vazgeçilmezliğinden hareketle, harp teknolojilerini ve ordunun savaş kapasitesini arttırmıştır. Özellikle NATO ittifakının eski Sovyet coğrafyasındaki genişlemesinin önünü almak için Doğu Avrupa ve Kafkaslar'da Batı ile jeopolitik bir rekabete giren Putin, bu bölgelerde Rus askeri mevcudiyetini de arttırmıştır. Bu jeopolitik rekabet Ağustos 2008'de Moskova'nın Gürcistan'a askeri operasyonu ve Ukrayna'da Rus yanlısı yönetimin devrilmesini takiben ise Kırım'ın ilhak edilmesi ve Doğu Ukrayna'da Rus ayrılıkçıları lehine bu ülkeye müdahale edilmesiyle sonuçlanmıştır.



Putin yönetimi bu iki ülkeye askeri anlamda müdahale etmekle bölgede 2000'li yılların başından beri süregelen Batı yanlısı renkli devrimlerin önünü almış ve Rusya'nın kendi çıkarlarını korumak adına gerektiğinde askeri seçenekleri dahi kullanmaktan geri durmayacağı mesajı Batılı ülkelere verilmiştir. İçerde Putin yönetimine olan desteği % 80'lerin üzerine kadar çıkaran bu hamleler, dışarda ise tepki ile karşılanmış ve Batı ülkelerini finans, güvenlik ve enerji alanlarında Rusya'ya bir dizi yaptırım uygulamaya yöneltmiştir. Bu yaptırımlar Rusya'yı ekonomik anlamda zor durumda bıraksa da Putin liderliği Rusya'nın jeopolitik ve jeoekonomik çıkarlarından şimdiye kadar geri adım atmamıştır.



Batı ile ilişkiler Putin döneminde ağır aksak ilerlerken, Rusya bu dönemde Avrasyacı yöneliminin de etkisiyle özellikle Çin, Türkiye ve İran gibi bölgesel güçlerle ilişkilerini olabildiğince geliştirmiştir. Bu ülkelerle kârlı ekonomik ve ticari ortaklıklar kuran Moskova, yakın komşuluk politikasını güneye ve doğuya doğru genişletmiş ve bu ülkelerle geçmişteki rekabet ve siyasal gerginliklerin yerini iş birliği almıştır.



2016'DAN 2017'YE PUTİN VE RUSYA


2016 yılı petrol fiyatlarındaki büyük düşüşler sonucu Rusya için ekonominin kötüleştiği, Batı yaptırımlarının uzatılmasıyla beraber krizin daha da derinleştiği bir yıl oldu. Putin geleneksel yılsonu değerlendirme toplantısında yaptığı konuşmada geçen sene 60 dolar beklentisi üzerinden hesaplanan petrol fiyatının gelecek sene 40 dolar temel alınarak 2017 bütçesinin ayarlandığını söyledi ve tekrar aynı yanılgıya düşmeyeceklerini belirtti.


Diğer taraftan siyasal olarak Rusya ve dünyanın gündemini 2016'da en çok işgal eden konu ise hiç şüphesiz Suriye oldu. En başından beri Şam rejimine siyasal destek veren Moskova, bu desteğini geçen yılın sonundan itibaren askeri boyuta da taşıyarak, Suriye'ye havadan müdahale etme kararı aldı. Moskova'nın bu girişimi, neredeyse bitme konumuna gelen rejime can suyu vermiş ve Esad güçleri yılsonu itibariyle ülkenin bir zamanlar en büyük ikinci şehri olan Halep kentini muhalif unsurlardan geri almıştır.



Rusya, Türkiye ve İran'ın Cenevre görüşmelerine alternatif olacak şekilde Suriye barış görüşmelerini Kazakistan'ın başkenti Astana'ya taşınması ve bu görüşmeler öncesinde Moskova ve Ankara'nın Suriye'de ateşkes konusunda anlaşarak garantör olmaları, beş yıldan fazla süren iç savaşın ve insani dramın sonlandırılması adına 2017'den beklentileri arttırdı. Bu sorun çözülmediği takdirde, başta Türkiye ile ilişkilerin yeniden kötüye gitmesi olasılığı olmak üzere, Rusya'nın Suriye'de oynadığı rol hem ülke içerisinde hem de uluslararası kamuoyunda daha fazla tartışılmaya açılacaktır ki bu durum Putin yönetimini zorda bırakabilir. Bununla beraber, Trump'ın hem başkanlık seçim kampanyası boyunca Rusya konusunda yaptığı yapıcı açıklamalar, hem de Putin'in bu kararını attığı tweet ile sosyal medya üzerinden takdir etmesi 2017 yılı için iki ülke adına umut verici gelişmeler oldu.



Son kertede Putin ve Rusya'yı 2017'de geride bıraktığımız yıldan daha kestirilebilir bir yıl bekliyor denilebilir. Rusya'nın bölgesel konularda oynayacağı yapıcı roller içeride ve dışarıda Putin'in elini daha da güçlendirebilir. Avrupa ülkelerinin başta İngiltere'nin AB'den çıkış süreci, Fransa ve Almanya'daki başkanlık/başbakanlık seçimleri ve mülteciler, göç, yabancı düşmanlığı ve finansal-ekonomik krizlere odaklanacağı düşünülürse, 2017, Rusya'nın siyasal, ekonomik ve askeri anlamda daha rahat hareket edebileceği bir yıl olabilir.


#Sovyetler Birliği
#Vladimir Putin
#NATO