Son dönemlerde katılım bankacılığı kavramının tartışıldığını görüyoruz. Banka kelimesinin kullanılmaması yönündeki öneri ile birlikte, İslami finans, faizsiz finans, katılım finans gibi kavramlar tekrar gündeme gelmektedir. Bu arada “katılım” kavramına pek itiraz gelmemiş olması sevindirici bir durum. Ancak yine de bu tartışmalara bir ışık tutmakta fayda var.
Katılım bankacılığı kavramının hangi koşullarda ve hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını iyice ve derinliğine düşünmemiz gerekir. Bu kavramın artılarını ve eksilerini tekrar masaya yatırmalı ve analiz etmeliyiz. Bu konuyu irdelemek için öncelikle katılım bankacılığı fikrinin doğduğu ortamı ve karşılaşılan sorunları yeniden hatırlamamız lazım.
Bilindiği gibi, 1985 yılında faaliyete geçen faizsiz bankalar özel finans kurumu ismini kullanıyorlardı. Özel finans kurumları faaliyete geçtikten sonra bir takım sorunlarla karşılaştılar. Bunların başında bu kurumların banka olarak algılanmamaları sorunu vardı. Bu kurumların, bir takım bankacılık işlemleri esnasında muhataplar tarafından banka olarak değil de başka bir kurum olarak algılanmaları bazı zorluklar oluşturuyordu.
Öncelikle bir güven müessesesi olan bankacılık sırf isminden dolayı tasarruf sahipleri nezdinde itibar kaybediyor, gerekli ilgi ve alakayı görmüyordu.
Ayrıca yurt içi ve yurt dışı teminat mektubu vermede muhataplardan bazıları bu mektubu kabul etmiyor ve başka bankalardan teminat mektubu istiyorlardı. Özellikle yurt dışı işlemlerde uluslararası sistem, muhatap bankalar, içinde banka ismi geçmemesi ve Türkiye'ye has olması sebebiyle, bu kurumları banka olarak değil de adeta finansal kiralama (leasing), faktöring şirketleri ya da özel şirketler gibi değerlendiriyordu. Bu durum birçok işlemde olduğu gibi dış işlemlerde de sıkıntılar oluşturuyor ve bu kurumların faaliyetlerini kısıtlıyordu. Yurt dışı işlemlerde muhatap bankalara açılan ithalat akrediflerinde, harici garanti ve teminat mektuplarında, avalli ve teyitli işlemlerde, aynı şekilde ihracat akrediflerinde, ihracat vesaik gönderimlerinde hazırlanan römiz mektuplarında (banka üst yazısı), SWIFT sistemi ve uluslararası dış yazışmalarda finans kurumu (finance house) ifadesi kullanılması yapılan işlemlerde paranın kaynağının güvenilirliği konusunda soru işaretlerine neden oluyor, prestij ve güven kaybına yol açıyordu. Bu gibi durumlar hem yabancı bankalar hem de yabancı müşteriler nezdinde özel finans kurumlarının döviz bürosu, finansal kiralama şirketi veya faktöring şirketi gibi algılanmasına neden olmaktaydı. Hatta özel finans kurumlarının sermaye ve hacim bakımından sıralamasını merak eden yabancıların başvurduğu kaynaklardan olan Bankers Almanac'ta özel finans kurumlarının yeterli sermayesi ve hacmi olmasına rağmen isimlerinde banka ibaresi olmadığı için banka sıralamaları dışında tutulmaktaydılar.
Daha da ilginç olanı devletin resmi kurumları, özellikle bazı mahkemeler bu kurumları banka olarak görmüyor ve bu kurumlardan gelen talepleri göz ardı ediyordu. (Örneğin teminat mektubunu bazı ticari mahkemeler kabul etmiyordu.) Bu durum da faizsiz bankaların bankacılık yapmalarına engel olmanın ötesinde diğer konvansiyonel bankalar lehine açıkça haksız bir rekabete neden oluyordu.
Özel finans kurumlarının faaliyetleri esnasında yukarda belirtildiği üzere yoğun sorunlar yaşanıyordu. Bu, bir anlamda isimlendirme sorunu idi. Süreç devam ettikçe bu kurumların hem faaliyetleri kısıtlanıyor hem de büyümeleri engelleniyordu.
Bu ve benzeri sorunlarla karşılaşan özel finans kurumları kendi içlerinde bunları sürekli tartışmaya başladılar. Bu çerçevede özel finans kurumu isminden kaynaklanan sorunu çözmek için bir takım arayışlar başladı.
Bu yeni arayışlar esnasında, Albaraka Türk Özel Finans Kurumu'nda yoğun tartışmalar yapıldı ve çözüm önerileri oluşturuldu. Bu arada 1997 yılında kar ve zarara katılma hesapları isminden esinlenerek “katılım bankacılığı” kavramını gündeme getirdik. İlk olarak kurum içinde bu kavram tartışıldı ancak pek ilgi görmedi. Biz de bu yeni kavramı tanıtmaya devam ettik. Çeşitli tartışmalardan sonra katılım bankacılığı kavramını 1999 yılında bankalar kanununun değişimi sürecinde tekrar gündeme getirdik, ancak bu teklif erken bulundu ve kabul edilmedi. Ve bu konuda biraz daha çalışılması ve kamuoyu oluşturulması gerektiği kanaatine ulaşıldı. Bu arada özel finans kurumları 1999 yılında bankacılık yasası kapsamına alınarak yasal güvenceye kavuştular ve daha güçlü bir mevzuata sahip oldular.
Bu kavramı kamuoyuna sunmak amacıyla “Bankacılıkta yeni bir boyut: Katılım Bankacılığı” başlıklı bir yazı kaleme aldık ve bir arkadaşın katkısıyla bu yazıyı geliştirdik. Bu yazı ikimizin adıyla Albaraka Türk'ün yayınladığı Bereket dergisinde kapak yazısı olarak yayımlandı. Böylece ilk defa bu kavram kamuoyunun gündemine gelmiş oldu. Bu yazının ardından yeni ismin tanıtılması ve kabul görmesi çalışmaları devam etti. “Bankacılıkta yeni bir boyut: Katılım Bankacılığı” adlı makale tekrar gözden geçirilip geliştirildi ve Albaraka Türk tarafından yayınlanan Türkiye'de Özel Finans Kurumları: Teori ve Pratik adlı kitapta yeniden yayımlandı.
Bu arada benzer konuları tartışmaya ve kamuoyuna sunmaya devam ettik. Yine bu çerçevede, Yeni Şafak gazetesinin 17 Mayıs 2004 tarihli baskısında “Özel Finans Kurumları veya Katılım Bankacılığı” adlı bir yazımız yayınlandı. Bu yazı da benzer gerekçelerle yeni kavramı öneriyor ve karakteristik gerekçelere dördüncüsünü ilave ediyor, bu kurumların gerçek ekonomi, verimli ekonomi ve kayıtlı ekonomi açısından önemini vurguluyor ve bu kavramın herkesi sürece katılıma davet eden, bir ölçüde zorlayan bir yapıya sahip olduğunu altını çiziyordu. Bu yönüyle de sosyal, siyasal, toplumsal ve ekonomik açıdan kamuoyunu ve devleti bu konuda daha ilgili olmaya davet ediyordu.
“İslam bankacılığı” literatürde kara ve zarara katılma esasına göre çalışan bankacılığı tanımlamada kullanılan en yaygın ve en bilinen kavramların başında gelmektedir. Bu modelin ilk defa Müslüman iktisatçılar tarafından ortaya konması ve Ortadoğu'dan dünyaya yayılması, İslam bankacılığı olarak anılmasında önemli rol oynamıştır. Ancak İslam ekonomisi, İslam sigortacılığı gibi ekonominin, sigortacılığın ve bankacılığın İslam ile anılması, belki de İslam adına yapılan yanlışların en büyüğüdür. Her şeyden önce İslam; esasları, geçmişi ve geleceğiyle bütün zamanları kuşatan ve yeryüzündeki tüm insanları muhatap alan yüce dinimizin güzel adıdır. Kara ve zarara katılma esasına göre yapılan bankacılık, Türkiye'de mevzuata özel finans kurumu olarak girmiştir. Bu kavram, kastettiği bankacılığı ifade etmekten çok uzak olduğu gibi, yanlış çağrışımlara da neden olmaktadır.
Mevcut kavramlar ve tabirler, kar ve zarara katılmayı esas alan bankacılık sistemini tam ve doğru olarak ifade edememektedir. Oysa bir şeyin doğru anlaşılabilmesi her şeyden önce doğru ifade edilmesine bağlıdır. Bir kere, bu sistemde tasarruf sahiplerinden kara ve zarara katılma esasına göre fon toplanmaktadır. Başka bir deyişle, tasarruf sahibi, bankaya bir nevi ortak olmakta ve klasik bankacılıktan farklı olarak sonuca katılmaktadır. İkincisi, kara ve zarara katılmayı esas alan bankacılıkta, toplanan fonların kullanılmasında da sonuca katılma vardır. Üçüncüsü, kara ve zarar katılma esasına göre çalışan bankalar, her türlü bankacılık hizmetini vermektedirler. Bu özellik, bunların klasik bankalarla olan ortak özelliğidir.
Dördüncüsü, gerçek ekonomi, verimli ekonomi ve kayıtlı ekonomi açısından bakıldığında reel sektör noktasında, herkesi sürece katılıma davet eden, bir ölçüde zorlayan bir yapıya sahiptirler. Bu açıdan bakıldığında bunlar, herkesin, özellikle kamunun kesinlikle desteklemesi gereken kurumlardır. Bu özellikleri ihtiva eden yeni bir kavram geliştirmek zorundayız.
Bu çerçevede kanaatimizce iki isim gündeme gelebilir: 1. Katılım bankası, 2. Finans kurumu. Bizim önerimiz, “katılım bankacılığı”dır. Katılım bankacılığı kavramının iki önemli özelliği bulunmaktadır. Birincisi, açık, anlaşılır, sade ve kısa olması; ikincisi, kar ve zarara katılmayı esas alan bankacılığı tam ve doğru olarak ifade etmesidir.
Teklif ettiğimiz bu kavramın ileride literatüre girmesi ve gerekli değişiklikler yapılarak mevzuatta katılım bankacılığı adıyla yer almasının çağdaş, ileri ve insani bir model olduğuna inandığımız kar ve zarara katılmayı esas alan bankacılığa katkı sağlayacağı görüşündeyiz.
Bu arada benzer konuları tartışmaya devam ettik. Süreç devam ederken özel finans kurumlarının üst yönetimi ve sahipleri, hissedarları bu yoğun tartışmalara katıldılar. Ve sonuçta bu kurumlar katılım bankası adıyla 2005 yılındaki bankacılık kanununa girmeye karar verdiler. Yapılan yoğun çalışmalar neticesinde özel finans kurumlarının adı katılım bankaları olarak değişti ve bu kurumlar 1999 yılında özel finans kurumu adıyla dahil oldukları bankacılık kanununda 2005 yılında bu kez yeni adla yani katılım bankası adıyla yer almaya başladılar. Böylelikle “katılım bankacılığı” yeni bir kavram olarak literatürde ve mevzuatta yerini almış oldu.
Katılım bankalarının misyonlarını olduğu gibi ana rollerini de çok iyi tanımlamak, açıklamak ve anlatmak gerektiği kanaatindeyiz.
Katılım bankaları finansal hizmet kuruluşlarıdır. Bunlar hakkında bunun ötesinde bir beklenti oluşturmak doğru bir tutum değildir. Elbette bu kurumlar peşin alıp vadeli satmanın (murabahanın) yanında kar zarar ortaklığı (muşaraka) ve benzeri işler yapmalıdır. Ancak unutmamak gerekir ki, klasik bankalar gibi katılım bankaları da kısa vadeli fonlarla uzun vadeli finansman sağlamak ile karşı karşıyadır. O yüzden katılım bankalarından beklenen bazı işler var ki bunları biraz tartışmak gerekecektir. Zira bankalar ve doğal olarak da katılım bankaları son tahlilde fon toplayan, topladığı fonu kullandıran ve genel bankacılık hizmetleri yapan kamusal niteliği haiz finansal kuruluşlardır. Katılım bankalarının temel farkı bu üç stratejik alanda (fon toplama, fon kullandırma ve bankacılık hizmetleri) kendi değerleri üzerinden, yani faizsizlik prensibine bağlı kalarak finansal hizmet sunmalarıdır. Dolayısıyla bu kurumlar ekonomik sistemin finansal dinamolarıdır. Ancak bu kurumlara bunların ötesinde anlamlar yüklemek ve bunları bir reel kesim şirketi gibi görmek hatalıdır.
O yüzden bu tür beklentileri bu kurumlar üzerinden değil de katılım finans, katılım şirketi gibi asıl işi bu olan, hassaten bu amaç için kurulan şirketler üzerinden geliştirmek daha uygun olacaktır. Böylelikle uzun vadeli ve yatırım bilinci taşıyan yeniden yapılanmayla ortaya çıkacak bu tür kuruluşların finansal ihtiyaçlarını da katılım bankaları üzerinden sağlamak mümkün olacaktır. Bu suretle sağlıklı, dinamik, verimli ve gelişmeye açık bir ekonomi için katılım bankaları, katılım finans şirketleri, katılım şirketleri vb. her bir kurum kendi alanına odaklanacak ve kendi ana rolünü üstlenmiş olacaktır.
Yoksa katılım bankalarını bir finans şirketleri grubuna indirmek ve onları orada değerlendirmek, onların değerlerini, fonksiyonlarını ve etkinliğini azaltır. Bu da son tahlilde faizli bankalarla haksız rekabete yol açar.
Çağdaş bütün sorunlara her şeyin başına İslam koyarak çözüm bulma kolaycılığına karşın, hakikat düşüncesinin bugün neye tekabül ettiği ve bugünkü insana nasıl dokunabildiği noktasında katılım bankacılığı kavramı uygun bir kavramdır. Zira bu fikir ne bir şeye karşıtlıktan ne de bir şeyin parçası olmaktan güç alır. Bizatihi kendinden, kendi özünden güç alır.
Banka kavramı hem dünyada hem de İslam ülkelerinde son derece prestijli ve yüksek algılı bir isim olduğu ve yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerde önemli ve etkili bir alan oluşturduğu için katılım bankacılığı kavramı uygun bir kavramdır.
Kar ve zarara katılmayı esas alan bankacılık sistemini tam ve doğru olarak ifade etmesi açısından, başka bir ifade ile yapılan işi açık ve net tanımlaması açısından katılım bankacılığı kavramı uygun bir kavramdır.
Ayrıca unutmamak gerekir ki, bankacılık yapma hakkı sadece isim olarak, marka değeri olarak bile belli bir meblağa denk gelmektedir. Katılım bankalarından “banka” ismini kaldırıp onları başka bir isimle tanımlamak ve diğer finansal şirketler grubuna indirmek, hem stratejik bir hata olur hem bu kurumları maddi olarak zarar ettirir hem de bu kurumların geleceğini tehlikeye sokacaktır.
Bunun yanında banka kelimesinin kullanılmaması neticesinde çıkabilecek ilave ve önemli bir risk daha vardır. Bu da uygulamada karşılaşılabilecek bir başarısızlık İslam'ın ekonomi politikasına olan inancı zayıflatacak ve nihayetinde çıkabilecek bütün olumsuzlukların İslam'a mal edilme riskini de gündeme getirecektir.
Evet, katılım bankacılığı fikrini ilk defa ortaya koyan biri olarak açıkça ifade ediyoruz: bu kurumların “katılım bankası” ismiyle yoluna devam etmesi sosyal, siyasal, toplumsal ve ekonomik açıdan şarttır, gereklidir, elzemdir.