|
|
İKÖ ve Türkiye'nin müslümanları…
İçinden geçtiğimiz 11 Eylül 2001 sonrası 'tarihi dönem'in tek tek İslam ülkeleri için olsun, İslam Dünyası'nın geneli için olsun iki yönü var. Bu iki yön, Müslüman topluluklar ve tek tek Müslüman bireyler için de geçerli. Siyasi ve kültürel. Ve, 'siyasi yön' ile konunun 'kültürel boyutu' karşılıklı etkileşim içindeler; yani 'inter-aktif'. İslam Dünyası, nüfusu Müslüman olan ülkelerin ulus-devlet modeline göre şekillenmiş 'siyasi otoriteleri' aracılığıyla oluşuyor ve kendisini dışa vuruyor. Bunun 'uluslararası kurumsal ifadesi', İslam Konferansı Örgütü. Endonezya'dan Arnavutluk'a uzanan geniş bir coğrafyada dizilmiş ve merkez eksenini Arap ülkelerinin oluşturduğu bir kuruluş. Varoluşunun zemini Filistin sorunu. İKÖ, 1969 yılında Mescid-ül Aksa'yı kundaklaması üzerine doğmuştu. Uzun yıllar, Suudi Arabistan'ın finansman ağırlığı altında kalan ve Araplararası çatışmaların yansıdığı bir forum olarak, uluslararası siyaset yaşamında etki alanı sınırlı kaldı. Turgut Özal, İKÖ'yü, Soğuk Savaş sonrasının dünyasında Orta Asya Türk cumhuriyetlerinin sahneye çıkışı ve Balkan coğrafyasında Arnavutluk ve Bosna-Hersek'in, rejim değişikliği ve bağımsızlık sayesinde belirmesi üzerine, Türkiye'nin ön alacağı bir yapıya dönüştürmeye uğraşmıştı. İKÖ, uzun bir aradan sonra, içinde bulunulan dönemin tanıdığı şansla bir 'işlevsellik imkanı' edindi. Katar'ın başkenti Doha'da yapılan İKÖ Dışişleri Bakanları toplantısının 'Sonuç Bildirisi', İslam Dünyası'nın 11 Eylül 2001 değerlendirmesini ve tavrını ortaya koyması bakımından önemlidir. 11 maddelik sonuç bildirisinin ilk maddesi aynen şöyle: "Konferans, Amerika Birleşik Devletleri'nin maruz kaldığı ve çeşitli milletlerden büyük insan kayıplarına yol açan ve New York ile Washington'da muazzam hasar ve tahribata neden olan vahşi terör eylemlerini şiddetle kınar. Dahası, bu terör eylemlerinin ahlaki ve insani değerler kadar ilahi dinlerin öğretilerine de aykırı olduğunu bir kez daha teyid eder ve soruşturmaların sonuçları ışığında bu eylemlerin faillerinin izlenmesi ve hakettikleri cezaya çarptırılmaları için adaletin pençesine getirilmelerinin gereğini vurgular ve bu yöndeki çabalara desteğinin altını çizer. Bu meyanda, konferans, Amerika Birleşik Devletleri hükümeti ve halkına ve bu hazir ve trajik şartlarda hayatlarını kaybedenlerin ailelerine taziyetlerini ve sempatilerini sunar." Filistin Yönetimi'nden İran'a, Irak'tan Suriye'ye, Bosna-Hersek'ten Kuveyt'e, Pakistan'dan Türkiye'ye bu 'ifade'nin altına imza atılmıştır. Bu 'ifade', Usame bin Laden ve El-Kaide ve Taliban ile İslam Dünyası'nın arasına kalın bir duvar örüyor. Ayrıca, Afganistan'da süregelen askeri harekata en azından 'ses etmiyor'; hatta bunu bir 'zımni onay' olarak yorumlamak da mümkün. Bunu, 'harekat'ın Afganistan'la sınırlı kalmasının istendiğini, 'Sonuç Bildirisi'nin 11.maddesinden de anlayabiliriz: "Konferans, Afganistan'daki askeri operasyonların bir neticesi olarak, terörizme karşı savaşın masum sivillerin ölümünü de içerecek muhtemel sonuçlarından duyduğu kaygıyı ifade eder ve Afganistan'ın toprak bütünlüğü ve İslami kimliğinin güvence altına alınmasının gereğinin altını çizer. Terörizme karşı savaş bahanesi altında herhangi bir İslam veya Arap ülkesinin hedef alınmasını reddeder." İslam Dünyası'nın 'kurumsal tavrı' böyle. Her İslam ülkesindeki tek tek Müslümanlar, kendilerine dönüp, bu tavrı benimseyip benimsemeyeceklerini sormak durumundalar. Sorun burada başlıyor ve işin içine 'kültürel boyut' giriyor. Aksi tüm çabalara ve beyanlara rağmen, birçok İslam ülkesinde ve bu arada Türkiye'de İslami eğilimlerdeki çok sayıda insan, olan-biteni bir 'medeniyetler çatışması' ve 'Amerika'nın Müslümanlara yönelik Haçlı Seferi' olarak görme eğilimindeler. O yüzden eli kalem tutanlarının bir bölümü, El-Kaide ve Taliban'la bile aralarında bir 'aşılmaz sınır çizmek'ten kaçınarak, New York ve Washington saldırısının ardında 'muhayyel failler' aramakla ya da Afganistan'da cereyan eden gelişmelerin 'yasal olmadığını' kanıtlamaya uğraşmakla helak oluyorlar. Oysa, uluslararası hukuk açısından BM Güvenlik Konseyi'nin 1267, 1333, 1368 ve son olarak 1373 sayılı kararlarına göz atsalar, 'yasallık itirazı' yapmayacaklar. Keza, İKÖ'nün Temmuz 2001'deki Bamako kararında yer alan "İKÖ, İslam adına veya bir başka bahaneyle işlenen terörist suçların faillerini şiddetle kınar." Müslüman bireyler ve toplulukların bir bölümü, İslam Dünyası'nın 'siyasi' yönüyle ilgili değiller. Bununla çelişen 'kültürel boyut', 11 Eylül 2001'den sonra kendisini çok çarpıcı biçimde ortaya koyuyor. Niçin? Francis Fukuyama'nın şu gözleminden ötürü mü: "… Fakat İslam'da ya da en azından son yıllarda ön planda olan İslam'ın köktendinci versiyonlarında, Müslüman toplumları moderniteye özellikle dirençli yapan bir şey olmalı. Çağdaş kültürel sistemlerin tümüne bakıldığında, İslam Dünyası demokratik rejimlere en az sahip olanı (bu sıfata uygun sadece Türkiye var) ve Güney Kore ve Singapur'un yaptığı gibi Üçüncü Dünya statüsünden Birinci Dünya'ya geçiş yapabilen hiçbir ülkeye sahip değil." Ne ilginçtir ki, 'ayırdedici' Türkiye'nin İslami referanslı addedilen iki partisi Ak Parti ve Saadet de, 11 Eylül 2001 sonrasına teşhis koymak ve net tavır takınmakta belirgin bir 'istisna' oluşturmadılar. Yarın Fukuyama'nın gözlemlerini aktararak ve tartışarak devam edelim. Zira, Türkiye'nin Müslümanları, 'ricat' ettikleri 'medeniyet çatışması' hapishanesinden kendilerini 'tahliye' etmezlerse, 21.Yüzyıl kaybedilebilir. Hem kendileri, hem de dolayısıyla Türkiye için…
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |