YORUM YAP
-
Pinterest panosunda paylaş
-
Whatsapp'ta paylaş
-
BiP'te paylaş
15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), Türkiye'deki seçilmiş iktidara ve demokrasiye büyük bir darbe vurmayı hedefledi. FETÖ mensubu darbeci askerlerin saldırıları sonucu 248 sivil, polis ve darbe karşıtı asker şehit oldu, 2 bin 195 kişi de yaralandı.15 Temmuz sonrasında tutuklanan darbeci askerler, savcılıklarda verdikleri ifadelerde darbe planının FETÖ tarafından yapıldığını itiraf etti. FETÖ'ye mensup çok sayıda ismin darbe girişiminde rol alması, FETÖ mensupları tarafından kullanılan Bylock uygulamasındaki yazışmalar ve darbe girişiminin yaşandığı gece Akıncı 4. Ana Jet Üssünde yakalanan ancak kısa süre içerisinde serbest bırakılan Gülen'e yakın isimlerden Adil Öksüz'ün Gülen ile görüştüğünün tespit edilmesi ve gizli tanıklar 'Kuzgun' ve 'Şapka'nın darbeyi Gülen planladı yönündeki ifadeleri FETÖ elebaşı Fetullah Gülen'in darbe girişimindeki rolünü ortaya koyuyor. Nitekim savcılığın başlattığı soruşturma kapsamında FETÖ'nün Hava Kuvvetleri İmamı olduğu ortaya çıkan Adil Öksüz'ün 15 Temmuz'dan önce iki defa ABD'ye gittiği ve en son 13 Temmuz'da Türkiye'ye döndüğü ve 14 Temmuz'da Ankara'ya gelerek darbecilerle toplantı yaptığı ortaya çıktı. Öksüz'ün Gülen ile olan bağlantıları darbe girişimini planlayanların Fetullah Gülen'e ve kurduğu yapıya mensup kişiler olduğunu ortaya koyuyor.
11 Temmuz'da ABD'ye giden Öksüz'ün Türkiye'ye döndükten sonra darbecilerle toplantı yaptığı ortaya çıktı.
Türkiye'nin 15 Temmuz'dan sonra ABD’den en önemli talebi FETÖ elebaşı Gülen’in Türkiye'ye iade edilmesi oldu. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım, darbe girişiminin ardından ABD yönetiminden Gülen’in iade edilmesini istedi. Bu süreçte Türkiye bir yandan Gülen’in iadesi için ilgili kanıtları ABD makamları ile paylaşırken, diğer yandan da ABD yönetimi ile doğrudan görüşmeler yapmaya başladı.
FETÖ elebaşı Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesi talebi 15 Temmuz darbe girişiminden sonra daha çok tartışılmaya başlanmış olsa da bu tartışmalar aslında çok uzun yıllara dayanıyor. 1999 yılında hakkında açılan davadan kısa bir süre önce ABD'ye kaçan Gülen’in iadesi o dönemde de gündeme gelmişti. Yine benzer şekilde 17-25 Aralık kumpasları sonrasında Türkiye, ABD yönetiminden Gülen’in iade edilmesi talebinde bulunmuştu. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra iade talebinin bu kez resmi kanallar üzerinden ABD yönetimine iletilmesi ile Gülen’in iadesi tartışmaları gündemin en önemli maddesi haline geldi. Türkiye ile ABD arasında 1979 yılında imzalanmış olan 'Suçluların Geri Verilmesi ve Ceza İşlerinde Karşılıklı Yardım Antlaşması' Türkiye’nin iade talebi konusundaki en önemli dayanak noktasını oluşturuyor. Bu çerçevede Gülen'in iade edilmesi tartışmalarının, Türkiye ile ABD arasındaki ikili ilişkilerde son 17 yılın en önemli meselesi olduğu söylenebilir.
1999 yılında Cevdet Saral ve Osman Ak tarafından hazırlanan ‘Fethullah Gülen ve Işık Tarikatı’ isimli raporun savcılığa teslim edilmesinden sonra Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından Gülen hakkında ilk dava açıldı. Gülen söz konusu raporun savcılığa teslim edilmesinden kısa bir süre önce ABD’ye kaçtı.
Yüksel, 2000 yılında hazırladığı iddianamede, Fetullah Gülen’in terör örgütü lideri olduğunu belirtmiş ve Fetullahçılar için 'Bu yöntem ve yapılanma ile 10 yıl içinde TSK içerisinde söz sahibi olacağı bir konuma gelmeyi planlamaktadır' tespitinde bulunmuştu.
Turist vizesi alarak ABD’ye kaçan Gülen, Pensilvanya’ya yerleştikten sonra oturma izni için başvurdu. Türkiye'de ise '8. Kat Çetesi' olarak bilinen ‘Telekulak Skandalı’ patlak verdi. Gülen'in ABD'ye kaçmasına neden olan raporu hazırlayan Cevdet Saral ve Osman Ak’ın içerisinde yer aldığı ekibin, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Genelkurmay Başkanı'nın da aralarında bulunduğu 963 kişiyi yasa dışı dinlediği iddia edildi. Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, aralarında Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun ve Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak'ın da bulunduğu çok sayıda emniyet yetkilisini 8 Haziran 1999 tarihli onay emri ile
görevlerinden uzaklaştırdı. Resmi yazıda Cevdet Saral ve Osman Ak'ın görevden el çektirilmesinin bakanın talimatıyla yapıldığı belirtildi.
Fetullah Gülen hakkında dava açan ve hazırladığı iddianamede Gülen'in terör örgütü lideri olduğunu yazan Ankara DGM Savcısı Mete Yüksel hakkında ise ‘kaset’ iddiası ortaya atıldı. 22 Ekim 2002'de toplanan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), müfettişler tarafından hazırlanan rapor çerçevesinde Yüksel'e kınama cezası verdi. Bu kararın ardından Yüksel, DGM Savcılığı'ndan ayrıldı. Yüksel'in görevden ayrılmasıyla Gülen'e açılan davada da büyük bir belirsizlik yaşandı.
Bu dönemde Gülen'in muhtelif vize kategorilerinde yaptığı başvurular reddedildi. Gülen, yaptığı tüm başvuruların reddedilmesinden sonra Kasım 2006'da “I-140” olarak adlandırılan kalıcı çalışma “yabancı işçi/çalışan” vizesi için başvuru yaptı. Bu başvuruda bulunabilmek için olağanüstü başarılı bir profesör ya da araştırmacı kimliği taşımak ya da kalifiye işçi olmak gerekiyordu.Bu süreçte Gülen kendisi hakkında Türkiye'de açılan davadan da beraat etti.
Gülenin avukatı müvekkilinin oturma izni almasının “ABD’nin yararına olacağı” tezini işledi.
Amerikan İç Güvenlik Bakanlığı Gülen’in bu başvurusunu 19 Kasım 2007’de reddetti. Gülen, 4 Haziran 2008 tarihinde oturma izni alabilmek için 30 farklı referans mektubunu dayanak olarak mahkemeye sundu ve yeni bir başvuru yaptı. Referans mektubu yazan kişiler arasında CIA yetkililerinin yanı sıra Amerikalı akademisyenler ve dinlerarası diyaloğun önemli savunucuları olarak bilinen isimler de yer aldı. Bunlardan en dikkat çekenleri ise CIA Merkezi İstihbarat Analiz Direktörü George Fides, CIA yetkilisi ve ABD İstihbarat Konseyi üyesi Graham Fuller ve bir dönem Ankara’da görev yapmış olan ABD Büyükelçisi ve Gülen’i yakından tanıyan isimlerden Morton Abramowitz yer aldı. Gülenin avukatı, dava sürecinde, müvekkilinin oturma izni almasının “ABD’nin yararına olacağı” tezini işledi. Sonuçta, Temyiz Mahkemesi, 16 Temmuz 2008’de, İç Güvenlik Bakanlığı'nın itirazlarını reddederek “Siyaset ve Din Bilimcisi sıfatıyla oturma iznine hakkı vardır” diyerek Gülen’e kalıcı vize verilmesinin yolunu açtı.
Gülen, ABD’den oturma izni aldıktan sonra Pensilvanya’da bulunan villaya yerleşti. Türkiye’de ise yargıda yapılan reform kapsamında 5 Mayıs 2006'da 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "terör tanımı" başlıklı 1. maddesinde yapılan değişiklik ile terör örgütü tanımına "cürüm işleme ve silahlı eylem" şartı getirildi. Gülen'in avukatları söz konusu değişiklikten sonra mahkemeye başvurarak müvekkilinin suçsuz olduğunu iddia etti.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Emniyet Müdürlüğü'nden istediği raporda Fethullah Gülen'in cebir ve şiddet içeren bir suça karışmadığı bildirildi. Mahkeme emniyetin hazırladığı raporu referans alarak Terörle Mücadele Yasası gereğince suçun oluşmadığı hükmüne vardı ve Gülen'in beraatine karar verdi. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin verdiği karar Mart 2007 de Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından onaylandı. Gülen'e açılan davanın düşmesinin de etkisiyle Türkiye'deki iade tartışmaları rafa kalktı. Gülen, bu dönemde sağlık sorunlarını gerekçe göstererek ülkeye dönmeyi reddetti. Ancak kurduğu yapıyla ilişkisini kesmeyerek, yapıyı Pensilvanya'dan yönetmeye ve yönlendirmeye devam etti.
Türkiye'de Fetullah Gülen'in talimatı ve teşviki ile 1980'lerin sonundan itibaren emniyet, yargı, TSK ve bürokrasiye sızma faaliyetleri başlatan FETÖ’cüler 2000'li yıllarda yargı ve emniyet üzerinden büyük bir etki alanı kurmaya başladı. 30 yılı aşkın bir sürede elde ettikleri güç sayesinde 2010’dan itibaren paralel bir devlet gibi hareket etmeye başlayan FETÖ, kendilerine karşı çıkan kesimlerle yargı ve emniyet üzerinden hesaplaşmaya başladı. Bürokraside ve devletin diğer kurumlarında iyice güçlenen FETÖ’cüler devlete karşı operasyon girişiminde bulundu.
7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklamaya çalışan FETÖ, bu yolla devlete büyük bir darbe indirmeyi hedefledi. Başbakan Erdoğan'ın MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a verdiği 'ifadeye gitme' talimatı ve sonrasında MİT kanununda yapılan değişiklikle hedeflerine ulaşamayan FETÖ’cüler daha sonraki dönemde iktidarı hedef almaya başladılar. 2013 yılında yaşanan dershane tartışması ile birlikte sahip oldukları medya ve diğer birçok kurum üzerinden iktidarı hedef almaya başlayan FETÖ, dershane tartışmasını takiben büyük bir kumpas operasyonu ile iktidara darbe indirmeye çalıştı. 17-25 Aralık 2013’te ‘yolsuzluk’ adı altında iktidarı hedef alan FETÖ’cüler emniyet ve yargı işbirliği ile büyük bir operasyon başlattı.
Hükümet, 'yolsuzluk skandalı' olarak sunulan FETÖ’nün kumpas operasyonuna karşı etkili önlemler almaya çalıştı. Operasyonu yürüten FETÖ’cü savcı Zekeriya Öz ve Sadarettin Sarıkaya gibi savcıların yerine başka isimler atanırken, emniyette de görev değişiklikleri yapıldı. FETÖ medyası operasyon sonrası iktidarı hedef tahtasına oturturken, FETÖ mensubu savcı ve emniyet personelini sahiplenme yoluna gitti. Medya üzerinden büyük bir algı operasyonu başlatan FETÖ, dönemin Başbakanı Erdoğan’ı ve iktidarı hem içeride hem de dışarıda hedef haline getirdi. Tüm bu yaşananlardan sonra Türkiye’de Gülen’in iadesi tartışmaları yeniden başladı. İlk etapta Gülen’e ülkeye dönmesi gerektiği şeklinde çağrılar yapıldı.
Gülen’in söz konusu çağrıları reddetmesi ve FETÖ mensuplarının Türkiye’yi hedef alan faaliyetlerinden sonra FETÖ tehdidinin ulaştığı boyutlar daha iyi anlaşıldı. Türkiye bu süreçten sonra kendisine yönelen paralel devlet/FETÖ tehdidine karşı ABD'den FETÖ elebaşı Gülen’in iade edilmesini talep etmeye başladı. 19 Şubat 2014’te Erdoğan ile Obama arasında gerçekleşen telefon görüşmesinde Gülen’in iade edilmesi konusu ele alındı.
Başbakan Erdoğan Türkiye'nin, Gülen’in Pensilvanya’da bulunmasından dolayı duyduğu rahatsızlığı dile getirdi ve Gülen'in iade edilmesini istedi. 30 Mart Yerel seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesi ve sonrasında da Gülen’in iade edilmesi, Türkiye'deki en önemli gündem meselelerinden biriydi.
Eylül 2014’te Galler’de gerçekleşen NATO Zirvesi’ne katılan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Obama’dan Gülen’in iadesini istedi. Erdoğan Obama’dan, Fetullah Gülen’in iadesini ya da sınır dışı edilmesini isterken, Türkiye’nin ‘paralel yapı’yla ilgili tespitlerini paylaştı. Erdoğan, Obama ile görüşmesinde “Bu yapı, Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit ediyor. ABD’de bulunması bizi rahatsız ediyor” mesajını verdi. 23 Eylül’de ise New York’a giden Erdoğan, Dış İlişkiler Konseyi Başkanının toplantısı sonrası yaptığı açıklamada Amerika'nın suçluların iadesi ile ilgili sürece riayet ederek, Gülen’i Türkiye’ye iade etmesi gerektiğini söyledi. Türkiye’nin iade talebine karşılık Obama yönetiminin tavrı olayın hukuki bir durum olduğu tezini öne çıkardı. Obama'nın iade talebi karşısında beklemesi ve sessiz kalması, Türkiye’de uzun süre eleştiri konusu oldu.
FETÖ'ye ait kurum ve kuruluşların içeride ve dışarıda Türkiye ve Erdoğan karşıtı yaptığı propaganda faaliyetleri Türkiye’nin Gülen'in iade edilmesi talebini olumsuz etkiledi.
ABD yönetimi, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı gibi konularda Türkiye aleyhine açıklamalarda bulunurken, Gülen’in iadesi ve paralel devlet yapılanması konusunda ise sessiz kaldı. FETÖ medyası, bu dönemde ‘Türkiye’de tek adam rejimi kurulmak isteniyor’, ‘basına baskı yapılıyor’, ‘yargı bağımsızlığını yitirdi’ gibi söylemler üzerinden Türkiye’yi dışarıda karalamaya çalıştı. FETÖ’nün yurt dışında gerçekleştirdiği Türkiye karşıtı lobi faaliyetleri Türkiye’nin Gülen’in iadesi ile ilgili taleplerini de olumsuz etkiledi.
Türkiye, Mayıs 2016'da Gülen hakkında sekiz ayrı suçtan hazırladığı dosyayı ABD'ye gönderdi.
Kasım 2015’te ise Antalya’da gerçekleşen G-20 Zirvesi’nde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama bir araya geldi. İkili görüşmede Cumhurbaşkanı Erdoğan Obama’ya, FETÖ’nün Türkiye’ye verdiği zararı anlatarak, Gülen’in ya sınır dışı edilmesi ya da Türkiye’ye iade edilmesi gerektiğini bir kez daha aktardı. Türkiye de bu süreçte FETÖ’nün Türkiye’de işlediği suçlarla ilgili hazırladığı dosyaları ABD yönetimi ile paylaşamaya başladı. Buna ek olarak Gülen hakkında ABD’de dava açıldı. Şubat 2016’da ise Adalet Bakanlığı Gülen’in iadesi ile ilgili yazıyı ABD’ye gönderdi. Mayıs 2016’ya gelindiğinde ise FETÖ elebaşı Gülen ile ilgili 8 ayrı suçtan dosya hazırlandı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın Fetullah Gülen’in ABD’den iadesine ilişkin hazırladığı kapsamlı dosyada Gülen’e, “nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik, iftira, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, zimmet, kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kaydedilmesi, özel hayatın gizliliğini ihlal ile kişisel verileri hukuka aykırı olarak kaydetme” suçlamaları yöneltildi. Türkiye bu çerçevede ABD ile suçluların iadesi anlaşmasına dayanarak Gülen’in iadesini hukuken istedi.
FETÖ’nün 15 Temmuz'da gerçekleştirdiği darbe girişimi, Türkiye'nin FETÖ ile mücadelesini hızlandırırken, Gülen’in iade edilmesi konusunu da Türkiye’nin en önemli gündem maddesi haline getirdi. Darbe girişiminde bulunarak 241 vatandaşı şehit eden ve TBMM, MİT, TÜRKSAT, Gölbaşı Özel Harekat Merkezi ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi gibi merkezleri bombalayan FETÖ’cüler halkın direnişi ile püskürtüldü. Türkiye’yi, demokrasiyi, seçimle başa gelmiş olan Cumhurbaşkanını ve iktidarı hedef alan darbe girişiminden sonra Türkiye, ABD’den FETÖ elebaşı Gülen’in iade edilmesini net bir şekilde istedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kısıklı’da yaptığı konuşmada ABD’den bu konuda adım atmasını beklediklerini söyledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasında, "Ben buradan Amerika'ya sesleniyorum, Amerika'ya sesleniyorum, Sayın Başkan'a sesleniyorum, diyorum ki; Sayın Başkan size bunu söyledim, 'Pensilvanya'daki 400 dönüm arazinin içinde yer alan bu zatı ya deport edin ya da bize verin' demiştim ve bunların darbe girişimi içerisinde olduğunu size söylemiştim ama dinletemedim. Şimdi bugün bu darbe girişiminden sonra tekrar sesleniyorum, diyorum ki; Pensilvanya'daki bu zatı artık Türkiye'ye teslim edin" dedi.
16 Temmuz’da FETÖ elebaşı Gülen’in iadesi ile ilgili açıklamada bulunan Başbakan Binali Yıldırım ise, “Dün akşam yaşanan olaydan sonra bu adamın, bu çete liderinin, bu terör örgütü başının arkasında duracak ülke göremiyorum. Bunun arkasında duracak ülke dost değildir, Türkiye’ye karşı savaşım içindedir” dedi.
Türkiye’de yaşanan darbe girişimine karşı sessiz kalan ve ilk açıklamayı üç saat sonra yapan ABD yönetimi ise Gülen’in iadesi için ‘kanıt’ istedi. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, darbe girişimi sonrası yaptığı açıklamada "Türkiye’de barış, istikrar ve devamlılık olmasını umuyorum" derken, 16 Temmuz günü ise, Türkiye’den soruşturmalar sonucu oluşmuş ‘meşru kanıt’ beklediklerini söyledi ve “ABD bunu (kanıtları) kabul edecek, inceleyecek ve sonucunda uygun karar alacaktır” dedi. Beyaz Saray’dan yapılan açıklamalarda da benzer bir tutum takınıldı. Beyaz Saray açıklamasında Türkiye’den ‘kanıtların’ beklendiği ifade ediliyordu.
Beyaz Saray, 19 Temmuz'da Türkiye'nin Gülen için resmi iade talebinde bulunduğunu açıkladı.
Darbe girişiminden 3 gün sonra 19 Temmuz günü Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı arayan ABD Başkanı Obama, Türkiye’nin yanında oldukları mesajını ‘gecikmeli olarak’ verdi. Beyaz Saray’dan görüşmeyle ilgili olarak yapılan açıklamada "Türkiye, Gülen için resmi iade talebinde bulundu. Darbe soruşturması için her türlü destek verilecek" mesajı verildi. 20 Temmuz günü açıklamada bulunan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise, "Bugün itibariyle Başbakanımızın da ifade ettiği gibi 4 ayrı dosyadan iadesi ABD’den istenmiştir. Elektronik ortamda doğrudan ABD’nin ilgili ve yetkili makamlarına ve Amerikan Adalet Bakanlığı'na da iletilmiştir“ dedi.
Aynı gün açıklamada bulunan Gülen ise, ABD yönetimine kendisini Türkiye’ye iade etmeme çağrısında bulundu. 25 Temmuz’da açıklamada bulunan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Gülen iade edilmezse, Türkiye - ABD ilişkileri olumsuz etkilenir" dedi. 26 Temmuz’da iade sürecine karşı yeni bir açıklamada bulunan FETÖ elebaşı Gülen, “Batılı demokrasilerin ılımlı Müslümanlara ihtiyaç duydukları bir dönemde, "hizmet" içindeki ben ve arkadaşlarım Batının yanında yer aldık” açıklamasında bulundu. Gülen ABD'nin New York Times gazetesine kendi adıyla yazdığı makalede, ABD yönetimine seslendi ve ''Erdoğan'ın istediğini verme arzusu anlaşılabilir ancak Amerika buna direnmeli.'' dedi.
2 Ağustos'ta ise TBMM Dışişleri Komisyonu üyeleri, heyet halinde ABD’ye gitti. FETÖ'nün darbe girişimindeki rolünü ABD'li yetkililerle paylaşan üyeler, Gülen'in Türkiye'ye iade edilmesini istedi. Türkiye ise aynı gün ABD’ye gönderdiği yeni belge ve bilgiler çerçevesinde Gülen’in iade işlemlerine kadar tutuklanmasını talep etti. ABD yönetimi, belgeleri inceleyeceklerini açıklarken, Gülen’in tutuklanmasına dönük herhangi bir adım atmadı.
5 Ağustos’ta açıklamada bulunan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mark Toner, Fethullah Gülen'in Türkiye'ye iadesi talebiyle gönderilen belgelerin gelmeye devam ettiğini ancak şimdiye kadar inceledikleri belgelerin "resmi iade talebi" olarak sayılamayacağını ifade etti. Toner, "Belgeler art arda geliyor. Hepsini inceliyoruz fakat henüz bir karara varılmadı" dedi.
ABD’nin darbe girişiminden sonra ortaya koyduğu tavır, Türkiye'de büyük bir eleştiri toplarken, konu ile ilgili açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, "Er veya geç ABD de bir tercih yapacaktır. Ya Türkiye ya FETÖ. Ya darbeci terörist FETÖ ya da demokrasi ülkesi Türkiye" ifadelerini kullandı.
Gülen’in iade edilmesi talebi Türkiye ile ABD arasında büyük bir gerilime neden olurken, ABD yönetimi söz konusu iade sürecinin bir ‘yargı konusu’ olduğu tezini ortaya koydu. Gülen ise darbe girişimini bir ‘tiyatro’ olarak nitelerken, Türkiye’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef alan açıklamalarda bulundu. Buna karşı Türkiye iki ülke arasında daha önce imzalanmış olan ‘Suçluların İadesi Anlaşması’ gereği darbe girişiminin mimarı olan Gülen’in iade edilmesi gerektiğini vurguladı. Türkiye’nin uyarıları karşısında yeni bir adım atan ABD, Kerry’nin –ki daha sonra Kerry’nin yerine Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın geleceği açıklandı- ve ABD Adalet Bakanı yetkililerinin Türkiye’ye gideceğini açıkladı. 22 Ağustos’ta Adalet Bakanlığı yetkilileri iade süreci ile ilgili Türkiye’ye geldi. Türkiye’nin Adalet Bakanlığı yetkilileri ile bir araya gelen ABD’li yetkililer FETÖ’nün işlediği suçlar, darbe girişimi ve iade süreci ile ilgili ayrıntılı olarak bilgilendirildi.
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'ın Türkiye'ye gerçekleştirdiği bu ziyaret iki ülke arasındaki iade gerilimini azaltmadı.
24 Ağustos'ta ise Türkiye’ye gelen ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, hem Cumhurbaşkanı Erdoğan hem de Başbakan Yıldırım ile görüştü. Başbakan Yıldırım ile görüşmesi sonrası açıklamada bulunan Biden, Gülen’in iade edilmesine mahkemelerin karar vereceğini söyledi. Biden, “Bizim hiçbir şekilde bir kişiyi korumak, özellikle önemli bir müttefikimize zarar veren bir kişiyi koruma niyetimiz yoktur” açıklamasında bulundu. Biden’ın Meclis Başkanı ile görüşmesinde ise “Keşke Gülen bizim ülkemizde olmasaydı” açıklamasında bulunduğu belirtildi.
FETÖ elebaşı Gülen'in iade edilmesi konusu Türkiye ile ABD arasındaki ikili ilişkilerde son 17 yılın en önemli meselelerinden biri olmuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Biden’ın görüşmesinde ise Erdoğan, “Bizim için en büyük öncelik FETÖ'nün Türkiye'ye iadesidir" derken, Biden, "Gülen'i korumak için hiçbir sebebimiz yok" ifadelerini kullandı. Biden, görüşmede iade sürecine mahkemelerin karar vereceğini söyledi. Bu görüşmelerden sonra ABD yönetimi, Türkiye’ye destek mesajını yenilerken, Türkiye’nin ABD’ye gönderdiği belgelerin incelendiği açıklandı. ABD yönetimi, ortaya koyduğu tavır nedeniyle Türkiye’nin tepkisini çekmeyi sürdürdü.
Eylül ayında gerçekleşen BM Genel Kurulu Toplantısı için 20 Eylül’de ABD’ye giden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın heyetinde bulunan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, ABD’li yetkililerle Gülen’in iade sürecini ele aldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Biden’ın New York’ta gerçekleştirdiği görüşme sonrası açıklamalarda bulunan Beyaz Saray, darbe girişimi sonrası Türkiye’nin yanında oldukları mesajını yeniledi. Gülen’in iadesi için Amerikalı hukuk uzmanlarının Türk muhataplarıyla çalışmaya hazır olduğu mesajı verildi.
Gülen’in iadesi ile ilgili açıklamalarda bulunan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ise ABD’nin, darbe girişiminin arkasında Gülen’in olduğunu bildiğini söyledi. Bozdağ, "ABD'nin darbeyi Fetullah Gülen'in yaptığını, Sayın Obama kendi adını nasıl biliyorsa o kadar bildiğinden eminim" dedi. Bozdağ, 28 Eyül’de yaptığı açıklamada ise ABD’ye Gülen’in tutuklanması için yeni bir talebin iletileceğini söyledi. Bozdağ, “Biz daha önceki 4 suçtan iadesini ve acilen tutuklanmasını talep ettik. Aramızdaki iade sözleşmesinin 9. maddesine göre ABD Fetullah Gülen’i tutuklamak zorunda. Tutukladıktan sonra bizden ek belge talep edebilir. İkinci olarak biz 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili Ankara’nın verdiği tutuklama kararını da ilettik. Karar, acil tutuklanması gerektiğini ve gerekçelerini somut bir şekilde ortaya koyuyor. ABD Başkan Yardımcısı’yla yaptığımız ikili görüşmede darbe girişimiyle ilgili kendilerine somut deliller gelmeye başladığını ifade etti. Onlar değerlendirmemizin sonucunu 1-2 gün içerisinde ileteceklerini ifade ettiler" açıklamasında bulundu.
27 Ekim'de bir özel TV kanalına açıklamalarda bulunan Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Türkiye ile ABD arasındaki suçluların iadesi anlaşmasının 10. maddesine uygun olarak Gülen'in geçici olarak tutuklanmasını istediklerini söyledi. ABD Adalet Bakanı ile görüşen Bozdağ, ABD'nin iade süreci ile ilgili yaklaşımının değişmeye başladığını söyledi.Bozdağ, Gülen'in iadesinin gerçekleşmemesi halinde Türkiye'nin de ABD'den gelen iade taleplerine misliyle karşılık vereceklerini belirtti. Gülen'in iadesi tartışmalarına bu dönemde ABD'de yaklaşan 8 Kasım Başkanlık seçimlerinin doğrudan etkisi söz konusu oldu.
Obama yönetiminin süreci ağır almaya çalışması, "Obama, Gülen'in iade sürecini, kendisinden sonra gelecek yeni yönetime bırakmak istiyor" şeklinde yorumlandı. Bu durum 8 Kasım seçimlerini Türkiye için de kritik hale getirdi. 8 Kasım'a kadar büyük bir belirsizlik içerisinde yürüyen bekleyiş süreci, Cumhuriyetçi Partinin Başkan adayı Donald Trump'ın seçimleri kazanması ile nihai noktaya ulaştı. Trump'ın seçilmesinden sonra Türkiye'nin temel beklentisi Trump'ın görevi devraldıktan sonra Gülen'i iade etme yönünde etkili bir irade ortaya koyması oldu.
Trump'ın kurduğu kabinede Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak seçtiği Michael Flynn ise kampanya sürecinin son gününde The Hill isimli internet sitesinde yayınladığı bir makalede "Türkiye'ye göre Washington, 'Türkiye'nin Bin Ladini'ne ev sahipliği yapıyor... Gülen için güvenli bir liman olmamalıyız" diyerek Gülen'in iadesi yönünde güçlü bir sinyal verdi.
Trump'ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Flynn, "Gülen için güvenli bir liman olmamalıyız" dedi.
Trump ise New York Times gazetesine verdiği bir demeçte, 15 Temmuz darbe girişimini bastırdığı için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı takdir ettiğini söyledi. Trump, Türkiye ile güçlü bir ilişki kurmak istediklerini söyleyerek darbe girişimi karşısında meydanlara çıkan halkın duruşunun etkileyici olduğunu belirtti. Başbakan Binali Yıldırım ise Gülen'in iadesi için, "ABD topraklarında yaşayan Fetullah Gülen'in bir an önce ülkemize iadesi konusunda yeni başkana buradan açıkça çağrı yapıyorum" dedi. Gülen'in iade süreci için gerekli girişimler devam ederken 20 Ocak'ta görevi devralan Trump'ın iade süreci ile ilgili atacağı adım bekleniyor.
Bu kapsamda Türkiye, Trump'ın görevi devralmasından sonra Gülen’in iadesi için ABD’ye yeni dosyalar sundu. Dosyada, Adil Öksüz’ün ABD’ye gidiş gelişi uçağın koltuk ve kuyruk numaralarına kadar sıralandı. İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan FETÖ iddianamesinde yer alan gizli tanıklar, ‘Şapka’ ve ‘Kuzgun’un ‘Darbeyi Gülen planladı’ ifadeleri de dosyada yer aldı. Darbenin bizzat Fetullah Gülen'in talimatıyla hazırlanıp onaylandığını içeren kritik ifadeler tercüme edilip ek delil olarak ABD Adalet Bakanlığı'na gönderildi. İddianamedeki, 'Kuzgun' kod adlı gizli tanık ifadesinde, Adil Öksüz'ün darbe planlarını Gülen'e götürerek onayını alacağını açıkça söylediğini, planın Öksüz tarafından 12 Temmuz 2016 Salı günü ABD'ye götürülerek Gülen'in onayından sonra devreye sokulduğunu belirtti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise 27 Ocak'ta yaptığı açıklamada Trump ile gerçekleştireceği ikili görüşmede Gülen'in iade sürecini ele alacağını söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Yüz yüze yapacağımız ikili görüşmelerimizde elbette bu konu da gündeme gelecektir. Bu meselenin görüşeceğimiz en önemli konulardan biri olacağı muhakkak. Arzumuz, bu işin bir an önce neticelendirilmesidir. Verdiğimiz dosyaların, klasörlerin -85 koli verdik- akıbetini soracağız, şu anda soruşturulmakta olan dosyaları da göndermeye devam edeceğiz" dedi.
Yaşanan gelişmeler göz önüne alındığında iade talebi ile ilgili sürecin ABD-Türkiye ilişkilerinde önemli bir soruna dönüştüğü gözlemleniyor. Trump döneminde Obama'dan farklı bir tablonun ortaya çıkması Türkiye'nin en büyük beklentisi olarak öne çıkarken, Trump'ın ve yakın ekibinin Gülen ile ilgili açıklamaları ise, ABD'nin iade konusundaki tavrının değişebileceği şeklinde yorumlanıyor. Gülen’in iadesi ile ilgili tartışmalar devam ederken, iki ülke arasında imzalanan ‘suçluların iadesi’ antlaşması bu tartışmalara neden olan en büyük etmen olarak göze çarpıyor.
Gülen’in iadesini talep eden Türkiye’nin en önemli dayanağı ABD ile Türkiye arasında 1979 yılında imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti İle Amerika Birleşik Devletleri Arasında Suçluların Geri Verilmesi Ve Ceza İşlerinde Karşılıklı Yardım Antlaşması”dır. 1 Ocak 1981’de yürürlüğe giren antlaşma, şimdiye kadar birçok suçlunun iadesi için işleme konuldu. Antlaşma 44 maddeden oluşurken, iade sürecinin nasıl gerçekleşeceğini ve iade istemi için geçerli olan kuralları tüm ayrıntıları ile ele almaktadır.
Anlaşmanın 2. maddesine göre; suç işleyen kişinin işlediği suç unsuru diğer ülkenin yasalarında da suç olarak tanımlanıyorsa iade edilmesi zorunludur.
İade talebinin antlaşmada yer alan çerçeveye uygun olması halinde isnat edilen suçlarla ilgili kanıtların veya makul şüphenin olması ve AİHM kararlarına da yansıyan ‘makul şüphenin varlığı’ iade antlaşması için yeterlidir. Antlaşmanın 2. Maddesi geri verme konusu olabilecek suçları tanımlarken, ‘bir yıl tutuklama gerektiren cezalar’ ve 2. maddenin 3 fıkrasının a bendinde yer alan "Geri vermeye konu olabilecek herhangi bir suçun işlenmesine teşebbüs, veya böyle bir suça asli, müşterek veya feri fail olarak katılma ve hem Türkiye’nin hem de ABD’nin yasalarına göre tutuklanmayı gerektiren suçları kapsamaktadır. Antlaşmanın 1.maddesi gereği “a) Kendi yasaları benzer koşullarda işlenmiş böyle bir suçun cezalandırılmasını öngörüyorsa veya b) Suç, İsteyen Taraf’ın bir uyruğu tarafından işlenmiş olup da, anılan Taraf’ın kendi yasalarına göre bu kişiyi yargılama yetkisi varsa” suçlunun iadeyi isteyen tarafa iadesi bir yükümlülüktür.
Antlaşma, iade talebinin siyasi nitelikte olması halinde talebin reddedilebileceğini belirtir. 3. maddede yer alan bu iade talebinin reddedilmesi suçlanan şahsın “siyasi görüşleri nedeniyle kovuşturmak veya cezalandırmasını” kapsar. Ancak antlaşma “Bununla birlikte, bir Devlet Başkanına veya Hükümet Başkanına veya aileleri üyelerinden birine karşı işlenmiş veya işlenmeye teşebbüs edilmiş bir suç, siyasi nitelikte bir suç sayılmayacaktır” maddesine yer vererek bu durumda talebin reddedilemeyeceğine yer verir. 3. maddenin 1. fıkrasının a bendini oluşturan bu madde Türkiye’nin iade talebinin en önemli dayanak noktalarından birini oluşturmaktadır. Nitekim FETÖ mensubu darbeci askerler, 15 Temmuz
akşamı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Marmaris’te kaldığı otele baskın yaparak suikast girişiminde bulunmaya çalışmıştı. Buna karşın suikast timinin otele varmasından kısa bir süre önce otelden ayrılan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesi suikast girişimini atlatmıştı. Suikast timinin başında bulunan Sönmezateş'in savcılığa verdiği ifadesinde FETÖ’cü olduğunu kabul etmesi ve suikast girişiminin Türkiye'nin Cumhurbaşkanına yönelik olması Türkiye'nin iade sürecinde elini güçlendiriyor. Bu noktada Türkiye’nin Gülen’in iade talebine en önemli dayanaklardan birini iade antlaşmasının 3. maddesini oluşturduğu söylenebilir.
Suç işleyen kişi istenildiği ülkede yetkili makamlar karara varıncaya kadar tutukluluk altında bulundurulacaktır.
Gülen’in iadesi için ABD’ye 85 koli dosya gönderen Türkiye’nin ABD’den bir diğer önemli talebi ise iade gerçekleşene kadar Gülen’in tutuklanmasıdır. Nitekim antlaşmanın 9. maddesi bu durumla ilgili detayları içeriyor. 9. maddede“Sözleşen Taraflar, geri verme istemine ilişkin bilgi ve belgelerin alınmasından sonra, istenen kişinin aranması da dahil olmak üzere gerekli tüm önlemleri alacaklardır. Aranan kişi, bulunduğunda, İstenilen Taraf yetkili makamları karara varıncaya kadar, tutukluluk altında bulundurulacaktır. Geri verme istemi kabul edildiği takdirde, tutukluluk hali teslime değin sürdürülecektir” denilmektedir. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, 28 Eylül’de yaptığı açıklamada ABD’den Gülen’in tutuklanması talebinde bulunacaklarını açıklamıştı. Türkiye’nin bu talebi karşısında ABD’nin Gülen’i tutuklaması anlaşma gereği bir yükümlülüktür.
Anlaşmanın 10. maddesi gereği; ivedi hallerde suçlunun bulunduğu ülke makamlarınca tutuklanması zaruridir.
Yine benzer şekilde antlaşmanın 10. maddesi ise suçlu kişinin ‘ivedi hallerde tutuklanması’ kararını kapsar. Antlaşmaya göre “İvedi hallerde, Sözleşen taraflardan her biri, geri verme isteminin diplomatik yollardan İstenilen tarafa verilmesinden önce, aranan kişinin geçici tutuklanması veya tutukluluk altına alınması için başvuruda bulunabilir. Geçici tutuklama veya tutukluluk altına alınması için başvuruda bulunabilir. Geçici tutuklama veya tutukluluk altına alma istemi, diplomatik yollardan veya Türkiye Adalet Bakanlığı ile Birleşik Devletler Adalet Bakanlığı arasında doğrudan doğruya yapılacaktır” denilmektedir.
44 maddeden oluşan antlaşma iki ülke arasındaki iade sürecini ele alırken, iade süreci için gerekli sürecin iki ülkenin Dışişleri Bakanlıkları arasındaki görüşmeler üzerinden yapılacağına da yer verir. Acil tutuklama talebi ise doğrudan Adalet Bakanlıkları üzerinden gerçekleşebilir.
İade süreci ABD yönetimi tarafından her ne kadar bir “yargı meselesi” olarak sunulsa da konu tek başına bir yargı konusu değildir. Aynı zamanda bir dış politika meselesidir.
ABD yönetimi, Gülen’in iadesini bir “yargı meselesi” olarak sunmaya ve yargı kararına uygun hareket edileceği mesajını vermeye çalışsa da uluslararası alanda gerçekleşen iade süreçleri ve iki ülke arasındaki iadeler dış politika konusunun da bir parçası olarak görülmektedir. Örneğin, Yunanistan’a kaçan FETÖ’cü askerlerin iltica talebi de Yunanistan makamları tarafından değerlendirilmiş ve bir yargı sürecinden geçmiştir. Ancak darbe girişiminin içerisinde yer almış 8 FETÖ’cü askerin iltica başvurusu değerlendirilme aşamasındayken Yunanistan hükümeti iade anlaşması çerçevesinde suçluları iade edeceklerini açıklamıştır. ABD yönetimi ise tersine olayı tamamen bir yargı meselesi olarak sunmakta ve yönetimi iade sürecinin dışına çıkarma çabasına girişmektedir. Elbette ülkeler arasındaki iade süreçleri gerek yargı süreçleri gerekse de ülkedeki iç politika çerçevesinde birbirinden farklılaşabilir. Ancak Türkiye ile ABD arasında imzalanan iade antlaşmasında imza altına alınan ve iki ülkeyi bağlayan 2., 3., 9. ve 10. maddeler ve antlaşmanın tamamı göz önüne alındığında ABD’de gerek iç yargılama sonucu gerekse de darbe sürecinde FETÖ’yü işaret eden belgeler Gülen’in iadesini gerekli kılmaktadır.