Güney sınırlarımız üzerinden Türkiye’nin altı oyuluyor…
Nevzuhur bir “terör devleti” icat edilerek bütün bölge ülkelerinin ama özellikle de Türkiye’nin güvenliği ve bağımsızlığı tehdit ediliyor…
Türkiye, bu duruma seyirci kalamaz
: Bir yandan bütün diplomatik imkânlar harekete geçirilmeli ama öte yandan da duruma derhal müdahale edilmeli, emperyalistler ters köşe yapılmalı, oyunları bozulmalı!
AMA GÜÇLENMEK ZORUNDAYIZ…
En iyi zafer, savaşmadan kazanılan zaferdir
. Bu, doğru.
Savaşmadan zafer kazanmanın olmazsa olmaz şartları var elbette.
Her bakımdan güçlü olmak, bunların başında gelir.
Gücü kutsamıyorum, kutsayamayız.
Bizim gücümüz, maddî güce değil hakikate dayanır.
İslâm tarihi boyunca böyle olmuştur büyük ölçüde.
Yine İslâm tarihinin de, dünya tarihinin de neredeyse bin yıllık en önemli bölümünü yaptığımız
Selçuklu, Eyyûbî ve Osmanlı tecrübelerinde, gücü değil hakikati eksene aldık.
O yüzden yeryüzünde,
üç kıtada en az beş asır adaleti hâkim kılan
-yeniden keşfedilmeyi bekleyen- muazzam ve muazzez bir medeniyet tecrübesi armağan ettik insanlığa.
Fakat
içinde yaşadığımız dünyada, dünya, güç üzerinde/n dönüyor…
Ne yazık ki, vaziyet böyle.
Hakkın, hukukun, adaletin büsbütün hiçe sayıldığı, üstelik de “özgürlükler, hukukun üstünlüğü, demokrasi” gibi
Batılıların işgallerini maskeleyici ayartıcı sloganlar eşliğinde hukukun ve adaletin yok edildiği
bir zaman diliminde yaşıyoruz.
“
Gücü gücü yetene” ilkesizliğinin, “güçlü olanın hayatta kalabileceği” Darwinyen orman kanunlarının tek geçer akçe hâline geldiği
bir dünyada varlığınızı sürdürebilmek için her bakımdan
güçlü olmak zorundasınız.
Savaş, en son seçenektir,
elbette ki.
Bunu söylemek bile gerekmiyor.
Ama
tehlike her geçen gün hızla büyüyor ve durum, bizim kontrolümüzden çıkmak üzere…
Tıpkı Birinci Fırat Kalkanı operasyonunda olduğu gibi, bir yandan
bütün diplomatik adımları atmak
öte yandan da
duruma fiilen müdahale etmekten başka
seçenek kalmıyor önümüzde…
Meselenin diplomatik ayağını
aslâ ihmal edemeyiz.
Türkiye, bu konuda şu aşamada önemli diplomatik ataklar geliştiriyor: Önce İran Genelkurmay Başkanı Türkiye’ye geliyor… Ardından ABD Savunma Bakanı… Sonra da Rusya Genelkurmay Başkanı gelecek…
Bu arada
, Uzak Asya kaplanlarına ekonomik ve stratejik değeri büyük bir çıkarma yapıyor.
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu
, Irak, Suriye, Erbil hattında
… Özellikle
Barzani’nin referandum girişimini önlemek için
bütün diplomatik imkânları kullanıyor.
Tam bu noktada,
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin “Erbil’in referandum kararı, savaş sebebi sayılmalı” açıklaması, Türkiye’nin elini güçlendirecek
önemli ve tarihî bir açıklama olarak kayda geçirilmeli ve iyi değerlendirilmeli.
Bu diplomatik ataklar sürerken
Türkiye, “terör devleti”nin kurulmasına karşı askerî olarak müdahalede bulunmaktan çekinmemeli
, Türkiye’nin altını oymaya çalışan
emperyalistlere ve kuklalarına beklemedikleri bir ders vermeli.
TÜRKİYE’NİN ALTININ OYULMASINA SEYİRCİ KALAMAYIZ!
Türkiye, tam bir yıl önce başlattığı
Fırat Kalkanı operasyonuyla hem stratejik üstünlüğü hem de psikolojik üstünlüğü ele geçirmişti
bölgede ilk kez.
Ama emperyalist devletler, bu durumdan çok rahatsız oldular ve
terör örgütlerine, özellikle de YPG’ye
, “
DEAŞ’la / terörle savaşıyoruz
” diyerek açık açık,
gözümüzün içine baka baka silah yardımı yapmaya
, dahası bölgede, tam bir çıbanbaşı işlevi görecek, bölge ülkelerini karıştıracak özellikle de
Türkiye’nin parçalanmasına kadar gidecek kadar tehlikeli bir “terör devleti” icat etmeye başladılar…
Bütün yapılanların nihâî hedefi, önce Türkiye’nin dışardan kuşatılması, sonra içerden karıştırılması ve son olarak da parçalanmanın eşiğine sürüklenmesidir.
Türkiye, bu duruma daha fazla seyirci kalamaz.
,
İkinci Fırat Kalkanı operasyonunu başlatmalı ve emperyalistleri ters köşe yapmalı, hepsine unutamayacakları bir ders vermelidir.
Unutmayalım: Yarın, çok geç olabilir…